etyen mahçupyan'ın akp'nin kurmaya çalıştığı(veya sahip olduğunu iddia ettiği) 'muhafazakar demokrat' ideolojiyi eleştirdiği, 1 nisan 2006 tarihli köşe yazısı.
Kendisini yeni bir ideolojik vizyon içinde sunma arayışı AKP'yi içi doldurulamayan bir 'muhafazakar demokrat' konumun etrafında döndürüp duruyor. Bu kavram tamlamasının ne anlama gelebileceğinin anlaşılamaması, muhafazakarlık ve demokratlığı arada salınılan iki uç haline getirmekte.
Ancak hayat hükmünü icra ediyor ve teoride ya da söylemde daha demokrat olan AKP'nin iş uygulamaya geldiğinde muhafazakarlığı aşamadığını görüyoruz. Öte yandan kendi dışına baktığında diğer kurumlara demokratlığı tavsiye etmekte gecikmeyen AKP, kendi misyon ve işlevini ilgilendiren alanlara girildiğinde yine muhafazakar klasik sağ bakışın içine hapsolabilmekte...
Söz konusu ideolojik açılımın mimarı sayılan Yalçın Akdoğan'ın geçenlerde Yorum sayfalarında çıkan yazısı iyi bir örnek... Öncelikle söylemek gerek ki makale birçok konuda katılınmaması mümkün olmayan gözlem ve teşhisler de içermekte. Özellikle Türkiye'deki demokrasinin kurumsal yapısının irdelendiği sonuç bölümündeki tespitler gerçekten de yaşamakta olduğumuz siyasi sıkıntıların kaynağına işaret ediyor. Akdoğan'ın ilk tespiti bir yönetim sistemindeki kurumların 'didişmekten' vazgeçerek birbirine saygılı bir tutum izlemelerinin ne denli önemli olduğu üzerine. Diğer bir deyişle görev tanımları belli olan, formel veya enformel yollarla bir diğerinin alanına nüfuz etmeye çalışmayan, farklı işlevlerin eklemlenmesiyle koordineli bir yönetim anlayışının hayata geçmesini sağlayan bir sistem arzulanmakta. Bunu takip eden ikinci tespit ise yönetimde yer alan bazı kurumların kendilerini bir siyasi parti gibi konumlandırarak iktidar-muhalefet ilişkisi içinde yer almaya çalışmalarının bizzat demokrasiyi baltaladığı şeklinde...
Açıkça söylenmese de Akdoğan'ın bu tespitlerle orduyu ve yargıyı kastettiği anlaşılıyor. Bu iki kurumun Cumhuriyet'in başından bu yana kendilerine iktidarları ehlileştirme ve toplumu ideolojileri doğrultusunda eğitme misyonu atfettiği bir sır değil. Sırtını Kemalizm'e ve 'vatanın bekası', 'milletin bölünmez bütünlüğü' gibi şablon söylemlere dayamış olan bu bakışın demokrasinin gelişmesi önünde büyük bir engel oluşturduğu açık. Dahası bu yaklaşımın toplumsal talep ve tercihlerin önünü kestiği, onların açıkça söylenmesini ve tartışılmasını engellediği ölçüde, siyaseti anlamsızlaştırdığı ve toplumu latent bir şiddet ortamına itelediği de belli...
Dolayısıyla Akdoğan şikayetinde haklı... Ama makalesinin sonuç bölümünün öncesinde yaptığı başka bir tespit meselenin o kadar basit olmadığını ortaya koyuyor: "Çözüm ortak tarih ve medeniyet şuuruyla ortak bir gelecek perspektifine sahip olmak, devletin hassasiyetleriyle milletin değer ve mukaddesatını bir arada götürebilmektir." Ortak tarih, medeniyet ve gelecek anlayışı toplumdaki farklılıkları bir araya getirecek bir önerme gibi okunabilse de, ardından gelen cümle muhafazakarlığın nasıl dirençli bir çekirdek olduğunu ortaya koymakta. Çünkü 'devletin hassasiyeti' ve 'milletin değeri'nden söz etmeye başladığınızda toplumu homojenleştirmekle kalmaz, azmanlaşmış bir cemaat olarak tasavvur ettiğiniz bu yeknesak yapıyı üstelik devletin otoritesine teslim edersiniz. O zaman da ordudan ve yargıdan şikayet etme hakkınız kalmaz, çünkü onlar milleti de tanımlamış olan 'devlet hassasiyetlerini' korumaktalar...
Yok eğer 'milletin değerleri'nin devlet hassasiyetinin dışında olduğunu öne sürer ve hâlâ cemaatçi bir milleti savunursanız, o zaman da 'millet' sadece dinle açıklanabilir hale gelir. Anlaşıldığı kadarıyla 'muhafazakar demokratlığın' demokratlıkla tek ilgisi ötekinden rahatsız olunduğunda ve dini duyarlılığa yer açılmak istendiğinde ortaya çıkıyor. AKP'nin derindeki ideolojisi ise hâlâ dindarlıkla milliyetçiliği sentezlemekle meşgul...
"muhafazakarlık", akp tarafından salt dinsel hassasiyetler olarak görüldüğünden, herhangi bir demokratik açılımdan bahsedilemez.
zaman gazetesinin sevgili yazarı, ermeni asıllı gazeteci etyen mahçupyan, akp'yi "ağıra alarak" ideolojiden bahsetmiş. oysa ki akp'nin ideolojisi, çilalı masalarda misyon şefleriyle belirlenen, yerli malı olmayan bir takım uzmanların önderliğinde hazırlanmış kağıt çalışmalarından ibarettir. bu çalışmalar partiye bir ideolojik açılım sağlayacak kadar kifayetli, yeterli ve özümsenen şekle kavuşmamıştır.
akp'nin ideolojisi, kıyafetler giymektir. maskeler takmaktır. örnek vermek gerekirse, üzerinde "özgürlükçü" yazan bir entariyi üzerine geçirmek, ardından 301'den yargılamalar yapılmasına ses çıkartmamaktır, yine benzer entariyi giyerken, bir yandan da karşıt düşüncelerin seslendirilmesini -bizzat adalet bakanı tarafından- engellemektir.
benzer şekilde, akp'nin muhafazakarlığı, kıbrıs'ın haksız bir şekilde, ahlaksız bir yaklaşımla pazarlanmasını da içerebilecek kadar "yapmacık"tır. kendi tabanlarının bile içini cız ettiren bir "ideoloji"dir akp'nin muhafazakarlığı. oysa konu "türban" olduğunda kaplan kesilirler. aslında bu da yalancıdır, çünkü tek başına iktidar olan bir siyasi parti, sahip olduğu ve kendisini öne çıkartan olaylar konusunda eğer gerçekten de etkili çözümler üretemiyorsa, hiç bir işe yaramıyor demektir.
akp'nin ideolojiyle bir ilgisi yoktur. ideoloji, akp'nin ilgi alanının dışındadır. fikriyattan dahi bahsedilemez.
bu nedenle "muhafazakarlığın demokratlığı" konulu bir metni, akp'nin ideoloji sahibi olduğunu düşünerek doldurmak boşa zaman kaybıdır.
--
demokrasi insan ilişkilerinde başar. insanlar partileri meydana getirerek siyasi bir güç sağlamayı amaçlarlar. siyasi güçle de ülkeyi yönetirler.
akp, henüz parti içi demokrasiden bi haber, tek adamın yönettiği bir parti olarak hiç bir eşitlik ilkesini savunamayacak haldedir. erdoğan'ın ağzına bakan yüzlerce milletvekili, bırakın fikirleri ifade edebilmeyi, tuvalete bile gidecekleri zamanı tek başlarına bilemez durumdadır.
sayfalarca yazılar yazıp olmayan bir şeyi var görmektense, temel -karakteristik- kıstaslara göz atıp, "ı ıh olmamış güzelim" demek daha verimlidir her zaman.
--
sponge bop başlamış. ikincisi haricinde pek bir yararı olmayan bu metin de armağan olsun.