Bu gün önemli bir gün. Bu lanet bana yapışalı tam 100 yıl oldu bu gün. Tam yüz yıl önce ve tam da
bu gün tüm sorumluluklarımdan ve tüm arzularımdan kurtulmuş ve huzura ermişken bu lanet geldi ve
sanki bana iyilik yapmaya gelmiş gibi gülerek geldi, sevinç ile geldi.Başlangıçta bunun bir lanet olduğunu
anlayamamış olmamın sebebi hatta ne olduğunu bile anlayamamış olmamın sebebi, o büyük acıyı
çektikten ve nefes almayı bıraktıktan hemen sonra kalbimin neden tekrar deli gibi atmaya başlamış
olmasını anlayamamın sebebi kesinlikle ne şaşkınlık ne de mutluluk. Yalan yok bunu anlayamamıştım
çünkü henüz bunu anlayabilecek zekaya sahip değildim. Ben o zamanlar sadece rızkımın ve eğer ki
etrafta güzel kokulu kızlar varsa onların peşinde koşan bir zavallıydım. Ne etrafımdaki duvarlar ne bana iyilik
yapan ve bana leziz yemekler verip karnımı doyuran insanlar ne de bana sık sık pislikmişim gibi bakan ama
-ki bunu ancak şimdi daha iyi anlayabiliyorum- aslında bende kendi iç pisliklerini gören iki ayaklı ve benim
insan diyemeyeceğim "şeyler" bana kendimi zavallı bir düşkün gibi hissetiremiyorlardı. Bir zavallının, bir
zayıfın bir düşkünün en kötüsü hangisidir siz bilemezsiniz. Ben biliyorum. Zavallı bir yaratık kendisinin ne
kadar zavallı olduğunun farkında değilse işte o zavallı aslında o zaman tam bir zavallı olur.
iki ayak üstünde durupta ne kadar zavallı bir hayat sürdüklerinin farkında olmayan o şeylere
zavallı demiyor olmamın sebebi budur işte. Çünkü onlar o zaman tüm benlikleri ile ne kadar zavallı bir
hayat içinde olduklarını, çaresizliklerini ve sonsuzluğa bu çaresizlik içinde gideceklerini biliyorlardı. içlerini
acıtan ve belkide onları daha da zavallı hale sokan da buydu zaten. Şimdi benim başıma gelen gibi. Ama tek farkla.
Ne zaman olacak. Bu kahrolası dünya ne zaman çökecek acaba. Bu yüzyıllar daha kaç kere
geçecek başımdan. Bu sırrım yani sonsuzluğa ulaşamayacak olmam beni delirtecek mi en sonunda yoksa
bir bilge mi olacam herkese faydasız.Bu nasıl bir lanet ki tüm insanlık bunun peşinde ve ben elimde tek bir
fırsat olsa , Tanrı bana bir dilek hakkı tek bir dilek hakkı verse hemen bundan kurtulmayı seçeceğim.
Mucizelere inanırmısınız bilmiyorum. inansanız iyi olur çünkü pek çoğunuz benim sırrımı öğrendikten sonra zaten bu bir mucize diyecek.Ben bunu artık bir mucize olarak görmüyorum. Her gün gördüğünüz ve bizzat içinde bulunduğunuz şey nasıl bir muzice olur ki.
Sıradanlaşmak sanırım en olağanüstü şeyler için bile kaçınılmaz bir son.
Hepiniz çocukken etrafınızda ve her gün en az altı kere inanılması güç şeylere şahit olmadınız mı?
Ve siz büyüdülçe yavaş yavaş bitmedimi bu inanılmaz şeyler. Artık kaçınız gökyüzünde uçan uçağa ufukta
kaybolana kadar bakıyorsunuz.Artık kaç taneniz hava soğuyunca yağan küçük buz kristallerini hayranlıkla
ve saatlerce seyrediyorsunuz.Artık kaçınız sokaktaki onca kedinin gece nereye gittiğini gerçekten merak
ediyorsunuz. Ve sabah güneş doğduğunda sanki bu çok normalmiş gibi kalkıp işe gitmeniz. Eskiden, yani
çok eskiden insanlık ve medeniyet daha çocukken ne kadar da çok şaşırırlardı her sabah güneş
doğduğuna. Ne kadar çok sevinirlerdi o geri geldi diye. Ne kadar çok dua ederlerdi onu her gördüklerin de.
Koskoca güneş şimdi her gün yeniden doğuyor ve hiç biriniz farkında bile değilsiniz bu mucizenin.
inanın bana çok denedim. Bir keresinde çatıdan atladım. Bir keresinde zehir içtim. Canım çok
yandı başta. Sonra uyudum ve uyandım. Hatta bir keresinde kedimi kedilere bile sundum. inanır mısınız
bilmiyorum ama sanki ben yokmuşum gibi davrandılar. Sanki hiç kokum yokmuş gibi sanki pıtıtr pıtır sesler
çıkarmıyormuşum gibi davrandılar. Nehre attım kendimi. Ve suyun altında tuttum nefesimi. Olmadı gene.
Nehrin hemen biraz aşağısında çakıl taşları üstünde uyandım. Canım acımıyor değil, acı beni buluyor. Bu yüzden
daha vahşi yöntemlere şimdilik uzak duruyorum. Evet korkuyorum. Hem genlerimden gelen dürtülerden
dolayı korkuyorum hemde bu son yüzyılda kazandığım - Ne güzel bir kelime kazanmak. Halbuki benim için
bir ıstırap bu kazandıklarım. Çünkü bu kazandıklarım aslında, kendimi bana aynada gösteren ve bir hilkat
garibesi olduğum gerçeğini bana öğreten- kendi varlığını bilmek den dolayı korkuyorum. Varlığımı
bitirmekten değil ama bunun bana acı verebilecek olmasından korkuyorum. Biliyorum ki bir gün delireceğim
ve o zaman acıdan da korkmayacağım. Ve o zamanlar defalarca tekrar deneyeceğim.intihar etmeyi.
Size söylemiştim. Başlangıçta ne olduğunu anlamamıştım. Hatta koşmaya kaldığım yerden
devam ettim.Gene bana yemek veriyorlar ve sağda solda koşmama izin veriyorlardı. ilk farkettiğim şey
bana biraz garip bakmaya başlamaları oldu. Yani dışardan yeni gelenler önce bana her zaman bakıldığı gibi
baksalar da zamanla onlar da bana garip bakmaya başladılar. Sanırım iki bakış arasındaki farkı anlamak
zor değil. Yani birisinin size pislikmişsiniz gibi bakması ile bir başkasının size korku ve hayret ile bakması
sizin ne kadar da büyük bi mucize olduğunuzu bilerek bakması arasında ki farkı anlamak zor değil. Gerçi
yeni gelenler ve onlardan da sonra gelen yeni gelenler. Mucizeye bakma yerini yavaş yavaş bir efsaneye
bakmaya bıraktı.Siz insanlar gözle görmediğiniz mucizelere zamanla efsane yakıştırması yaparsınız ya, bu
sizin aslında bakışlarınızı da değiştirir. Yani mucizeye bakarken yüzünüzün aldığı hayret ve korku, efsaneye
bakarken birden bire bire ya bir sevgi ve saygı bakışlarına ya da bazen - ki sanırım bunu çözdüm. Bu
aslında efsanenin gerçekliğinden daha çok size efsaneyi kimin anlattığı ile ilgili bir durum. Sizin için bir
delinin anlattığı ve tamamen gerçek olan bir efsane bir gülme, eğlenme meselesi iken sizin bilge dediğiniz
adamların anlattığı ve tamamen safsata olan efsaneler saygı duyulan ve sessizlik içinde bir önkabul ile
onayladığınız dogmalara dönüşebilmekte.- içinde nefret de barındıran olmaz böyle şey bakışlarına
yerini bırakabilir.
Bana atılan bakışları anlamaya başladığımda -gene inanmayacaksınız biliyorum ama gerçek
budur- birden bire aralarında ne konuştuklarını anlamaya başladığımı farkettim. Tabi o zamanlar bu birden
birenin aslında bir on yıl kadar sürdüğünü bilmiyordum. En başta dediğim gibi bir zavallı olduğumu
öğrenmem kolay olmadı. Fakat zaman bana öğretti bunları. Nasıl oldu ben de açıklayamıyorum henüz ama
sanırım ya doğa böyle uygun gördü ya da bu bana bu lanetin bulaştığı gün zaten bulaşmıştı da ben
farketmemiştim.
Hayır hiç bir zaman konuşamadım. Yani sizin dilinizle hiç. Ama daha iyisini yaptım. Söylediklerinizi
anlama konusunda o kadar ileri gittim ki önce ağzınızdan çıkan kelimelerin gerçekten de söylemek
istedikleriniz olup olmadığını anlamaya daha sonra ise hiç söylemediğiniz halde söylediklerinizi anlamaya
başladım.Beyin kıvrımlarınızda dolaşan her duyguyu her düşünceyi artık bilmeye başladım. Bunun için
suratınıza ya da hareketlerinize bakmama bile gerek yoktu. Hatta aradaki bir kaç duvar bile buna engel
olamıyordu. Bu benim için daha önce bir kaç yüz metreden koku almak ne kadar kolaysa o kadar kolaydı.
Bilgi. Bunu kendi başıma yapamıyorum. Siz bildiklerinizi kitaplara yazıyor ve sonraki kuşaklara
aktarabiliyorsunuz. Ama ben bir kitap okuyamam. Kelimelerinizi ve yazılarınızı çözemediğimden değil
sayfaları çevirmek zor. Raftan bir kitap almak zor. Ve birilerinin beni öyle görmesi durumun da yani
herhangi birinizin değil - hepiniz o kadar akıllı değilsiniz, gerçek budur.- benim ne yaptığımı anlayabilecek
birisinin beni görmesi durumunda tüm bunları açıklayabilmek çok daha zor. Ölümden dönmüş olmak
anlatılabilir mucize iken kitap okuyor olabilmek ne kadar da anlatılamayacak bir mucize. Benim gibi bir
yaratığın işin doğrusunu konuşalım bence mahzuru yok benim gibi bir hilkat garibesinin -şahitler huzunda
bizzat bir mucize olsam da- kitap okuyabiliyor olması en akıllınıza bile anlatılabilecek bir şey değil. Ben işte
bu yüzden tüm bilgilerimi sizden çaldım.
Hırsız değilim aslında.Yani genç iken bir kaç kez yemek çalmışlığım var. Farkında olmadan.
Kokuyu takip ettim ve bulduğumda da yedim. Her bulduğumu yedim ama hepsi hırsızlık sayılmaz. Öyle
ya bulduklarımdan bazıları hatta pek çoğu sizin zaten attığınız şeylerdi. Yani bu birşeyin hangi sınıra kadar
sizin olduğuna ve o sınırı geçtiğinde artık sizin sayılıp sayılamayacağı ile de ilgili.Lokmayı ağzınıza kadar
götürürken hepsi sizin tamam bunu anladım ama ağzınızın kenarına çarpıp da düşen kırıntılar da sizin
sayılırmı ? Peki doyduğunuz için ya da yiyecek başka şeyleriniz olduğu için ya da yemeyi unuttuğunuz ve
artık sizin için yenebilecek olmakdan çıkan şeyler de sizin mi hala.Peki o yiyeceklere ne yaparak sahip
olduğunuz önemli değil mi. Sakın siz de aslında başka birine ait olan bir yiyeceği yiyor olmayın. Öyle olmasa neden bazılarınızın
bir sürü yiyeceği varken bazılarınız çöplükte benimle aynı şeyleri arıyordu. işte ben eskiden çoğu zaman bunları yani çöp ten bulduklarımı yerdim. Fikrinizi merak etmiyorum çünkü bu yaptıklarımdan dolayı içim rahat.
Bilgiyi sizden çalmış olmamdan dolayı da içim rahat. Çünkü sizin sahip olduğunuz değerleri de
biliyorum. Ve bu değerlere göre aslında bunun bir hırsızlık olmadığınıda. Hırsızlık deme kastım kopyacı
kelimesinden daha çok nefret etmemden kaynaklanıyor. Evet ben bildiğiniz herşeyi siz bana yaklaştığınızda
bilebiliyorum. Bu düşünceleriniz gibi birden bire bana geçiveriyor. Kopyasımıdır bana geçen yoksa sizde
bıraktığım mı bir kopyadır bunu bilemem.Sizden bilgilerinizi aldığımda sizde bir şey eksilmiyor. Bunu
farketmeniz mümkün bile değil.Lakin ben bu sizden aldığım bilgileri işleyerek çoğaltırken siz onları
beyninizin arka bahçesinde bırakılan eski bir bisiklet gibi çoğu zaman gözünüzün önünde olupta hiç
kullanmadığınız ama üstüne binseniz ilk günkü gibi kullanabileceğiniz ve sizi yürümekten kurtaracak olan
harika bir buluş olmasına rağmen unutup hatta hiç görmeyip hayatınıza yürüyerek devam ediyorsunuz.
Hemen itiraf etmem gerekir ki sizden aldığım bilgileri işleyerek, birbirleri ile birleştirerek çoğaltabilmemin
asıl sebebi hem çok fazla boş vaktim olması hem de siz insanlar gibi hayatın günlük gereksinimleri olan ve
kendinizi yapmaya mecbur hissettiğiniz uğraşlarımın olmaması.
Benim gibi bir farenin hem de ölümsüz olan "mucize bir farenin" ne tür bir günlük uğraşı olabilir ki.
Hapisten tanıdığım eski bir gardiyan arkadaşım ve benimle aynı laneti paylaşan, bir türlü ölemeyen
üstüne üstlük bir de sevdiği herkesin gözü önünde yaşlanarak ölmesini seyretmekle cezalandırılmış olan
bir arkadaşım sağolsun bana her gün bir parça yemek getirmeyi ihmal etmiyor. Yediğimden değil, çünkü
yemesem de ölmüyorum ama buna ihtiyacım olduğunu düşündüğü için her gün getiriyor. Bunu istesem
ona anlatabilirim. Yani yiyeceğe ve suya ihtiyacım olmadığını. En azından kendinden bilir.Fakat bu ona yapılacak büyük bir kötülükten
başka bir şey olmaz.Onu o kadar eskiden beri tanıyorum ki. Daha adım Jingle değil Willie olduğu günlerden
beri tanıyorum. Ben de en az onun kadar şaşırmıştım o kocaman siyah adamı ilk gördüğüm de. Çok da
sevmiştim. Bana alışık olduğum gibi bir pislikmişim gibi bakmıyordu.Hatta bazen onu ve kendimi aynı varlık
gibi hissettiğim de oluyordu. O zaman nereden bilebilirdim bir gün gerçekten onun bir parçası olmak ile
cezalandıralacağımı.
O gün yani ilk ve son kez öldüğüm gün kalbimin gene deli deli atmaya başlaması onun
avuçlarında oldu. Uyandığımda onun avuç içindeydim ve henüz ne olduğunu bile anlayamadan
hreketlenmeye koşmaya başlamıştım. Canımı çok yakan ve beni öldüren o korkunç acıdan da eser
kalmamış kırılan kafatasım kaburgalarım bir anda iyileşmiş yere akan kanım gene damarlarım da
oluşuvermişti. Bir gün ölmeyi çok arzulayacağımı bilemeden gene günlük rızkımın peşinde koşmaya
başlamış ve etrafta sağa sola "çiftleşme zamanım geldi ve uygun eş arıyorum" kokusu bırakan dişi fare
varmı ona bakınıyordum. Genç dişilerin benden kaçmalarını başlangıçta etrafta dolaşan diğer genç ve iri
erkekleri benden daha çok istemelerine verdiysem de belki de artık son kez çiftleşebilecek yaşlı ve hasta
dişilerin de benden kaçıyor olmaları durumu anlamamı sağladı. Bende olan şey doğanın kendi kurallarına
aykırı idi ve doğa başka "mucizeler" istemiyordu. Siz çok akıllı insanlar hala beni bir fare sanarken eski
türdaşlarım bende bir yanlışlık olduğunu görebiliyor ve beni artık kendilerinden kabul etmiyorlardı.
Bana sığınacak bir yer - evet aslında sığınmaya ihtiyacım da yok, ama saklanmak güzel- ve her
gün yiyecek getiren lanetdaş arkadaşıma buna ihtiyacım olmadığını hiç bir zaman söylemeyeceğim.
Hatta rol kesmeye ve getirdiği yiyeceği sanki saatlerdir bekliyormuş gibi yapmaya ve o gidene kadar yiyebildiğim kadarını
yemeye devam edeceğim. Torunlarının bile yaşlanarak ölümünü gören ve yaşlanan herkesden kaçan bu adam beni hala kendisine
bırakılmış bir emanet olarak gördüğünü ve bundan vazgeçmenin kendisi için o yaşadığı mucizeleri inkar etmek olacağını hissettiğini biliyorum. Onun hakkında ve onun beyninden geçen her şeyi bildiğim gibi.
Ben, ölümsüz olan fare, son adımla bay jingle buralardan giderek belki de ona bir iyilik yapacağım. Kim bilir belki de benim cesedimi asla bulamasa da beni öldü zannedecek ve artık o da en az benim kadar ölmeyi isteyecek, artık yaşamasına değer hiç bir şey kalmadığı için. Bu belki de ona yaptığım en büyük -ve sanırım tek- iyilik olacak. Daha şimdiden bir kaç ayda bir gazeteciler ve araştırmacıların onu ziyareti ve ne yiyorsunuz, saat kaçta yatıyorsunuz gibi kendi akıllarınca ondan ölümsüzlüğün sırrını istemeleri onu endişelendirmeye başladı. Biliyor ki kendi türü bu sırrı öğrenebilmek için her türlü kötülüğü ona yapabilir. Her organını lime lime kesebilirler yada daha da kötüsü onu kapalı bir yere götürüp üzerinde sanki bir deney faresiymiş gibi - bu bir gönderme değil. Çoğunuzdan daha çok şey biliyorum ama mesaj peşinde değilim. Siz gerçekten de kendi üstünüzde deneyemeyeceğiniz pek çok şeyi önce benim eski türdaşlarımın üstünde denemekten pek de çekinmiyorsunuz.- yıllarca çeşitli testler yapabilirler. Henüz ortalama iki insan ömrü kadar yaşamış olsa da zamanla üç dört ve beş insan ömrü yaşına geldiğinde onu farkedecekler.
Ben, ölümsüz olan fare, son adımla bay jingle sizden şunu bilmenizi istiyorum;
Hepiniz gittiğinde ben hala burada olur muyum bilmiyorum. intihar etmeyi bir gün becerebilecek miyim emin değilim. Ama daha önemlisi yani bilmediklerimin en önemlisi ölünce ne olacağımdır. Bu sizinle olan tek ortak noktam sanırım. Siz ölümlüler türlü teorileriniz olsa da en az benim kadar bilmiyorsunuz o sonsuzluğa vardığınız da başınıza ne geleceğini. Farkımız ise sanırım benim sizden çok daha fazla merakla bunu bekliyor olmam.