sezai karakoç'un muazzez akkaya için yazmış olduğu şiirden esinlenerek almış olduğum nickimdir kendileri. şiir şu şekilde cereyan etmektedir;
Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyvenin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden suya batacak
Mona Rozâ siyah güller, ak güller
Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza bu gün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar
Açma pencereni, perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir ''Nişan yüzüğü'' bir kapı sesi
Seni hatırlatır her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgar
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ellerin, ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli olur bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin, ellerin ve parmakların
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyâna
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Akşamları gelir incir kuşları
Konarlar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak; kiminin sarı
Âh, beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları
Ki ben Mona Roza, bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O mâsum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni
bu efsane şiir, bir aşk acısının yürek burkan sesidir.
şöyle başlar:
"mona roza siyah güller ak güller / geyve’nin gülleri ve beyaz yatak / kanadı kırık kuş merhamet ister / ah senin yüzünden kana batacak / mona roza siyah güller ak güller."
* * *
ketumluğu, vakarı, onuruna düşkünlüğü, içe kapanıklığı, aşırı kırılganlığı ve küskün bir çiçek oluşuyla tanınan sezai karakoç’un, tam 50 yıl muazzez akkaya hakkında tek bir kelime etmesi tabii ki beklenemezdi.
herhangi bir babayiğidin de muazzez akkaya konusunu sezai karakoç’a sormaya cüret etmesi de düşünülemezdi.
bundan dolayı muazzez akkaya, türk edebiyatının bir büyük gizi olarak kaldı.
giz devam ettikçe de, efsane üretmeye meyilli tipler girdi devreye.
neler neler anlatılmadı ki...
en meşhur hikáye şudur:
güya sezai karakoç, mülkiye’de okuyan muazzez akkaya’ya aşkını itiraf etmiş ama karşılık bulamamış, bunun üzerine "mona roza" şiirini yazmış, şiiri okuyan muazzez akkaya intihar etmiş.
bu rivayet, "sezai karakoç da bu nedenle hiç evlenmemeyi tercih etmiş" diye bitiyor.
* * *
dikkat! dikkat!
edebiyatımızın büyük sırrı çözüldü.
nasıl mı?
anlatayım:
bundan bir süre önce bir yazımda sezai karakoç’un "mona roza" şiirine ve muazzez akkaya’ya şöyle bir değinmiştim.
o yazının yayınlanmasının ardından new york’tan bir e-posta aldım.
şunlar yazılıydı e-postada...
"selam ahmet bey... ben new york’ta doktorluk yapıyorum. muazzez akkaya’nın kızıyım. yazınız ailecek çok hoşumuza gitti. annemin adını yazınızda geçirdiğiniz için çok teşekkürler. ayşe."
okuyunca "vay be" diye haykırdım. muazzez akkaya’nın izini bulmuştum.
hemen bir yanıt yazdım: "lütfen anneniz hakkında biraz daha bilgi verebilir misiniz?"
yanıt şöyleydi:
"annem mülkiye’de okumuş. öğrenciliğinde çok güzel bir kadınmış. grace kelly tipinde. pingpong şampiyonu olmuş okulda. bugün anneme sezai karakoç’un aşkını ve şiirini sordum. annemin bu aşktan ve şiirden haberi olmamış. ama şunu anımsıyor: paltosunun cebinde şairi meçhul aşk şiirleri bulurmuş! babamla evlenirken babama bu şiirlerden söz etmiş, babam da şiir yazmaya kalkışmış annem için ama tabii ki çocukça şiirler olmuş bunlar. annem hazine avukatlığından emekli oldu. maliye bakanlığı’nda çalışırken babamla tanışıp aşk evliliği yapmışlar. 48 sene harika bir evlilikleri oldu. maalesef geçen hafta babamı kaybettik."
* * *
muazzez hanım’ın mülkiye’de okurken "pingpong şampiyonu" olduğunu öğrenince...
hemen aklıma sezai karakoç’un "ping-pong masası" adlı başka bir şiiri geldi.
şiiri bulup okudum...
şu dizelere dikkat kesildim:
"ha sezai ha ping-pong masası / ha ping-pong masası ha boş tüfek / bir el işareti eyvallah ve tak tak / gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi / ne kadar güzel ne kadar sıcak / tak tak tak tak tak."
gözümün önüne şöyle bir görüntü geldi:
ezik ama onurlu ergani çocuğu sezai, uzak bir köşeden muazzez’in pingpong oynamasını izlemektedir. muazzez topa şımarık bir edayla vurdukça "ha sezai ha ping-pong masası" diye içlenmektedir.
'ellerin, ellerin ve parmakların
bir nar çiçeğini eziyor gibi'
el hayattır, dokunuştur, seziştir, yaşanmışların kendisidir. eller şahittir.
gözlerinden değil ellerinden belli olur kadın.
'bir bar çiçeğini eziyor gibi' bu nasıl bir benzetmedir, aşktır.
bu dizeler ile lambada titreyen alev üşüyor dizesi bir aşkın kağıda, kelimeye dökülmüş en güzel halidir. her şairi kıskançlıktan yazmayı bıraktıracak hatta intihar ettirecek kadar... kelimelerde, aşkta bu dünyaya ait değil.
her kıtasının ilk harfi sırayla okunduğunda kime yazıldığını gösteren şiirdir. (bkz: muazzez akkaya)
monna rosa, siyah güller, ak güller;
gülce'nin gülleri ve beyaz yatak.
kanadı kırık kuş merhamet ister;
ah, senin yüzünden kana batacak,
monna rosa, siyah güller, ak güller!
ulur aya karşı kirli çakallar,
bakar ürkek ürkek tavşanlar dağa.
monna rosa, bugün bende bir hal var,
yağmur iğri iğri düşer toprağa,
ulur aya karşı kirli çakallar.
açma pencereni, perdeleri çek:
monna rosa, seni görmemeliyim.
bir bakışın ölmem için yetecek;
anla monna rosa, ben oteliyim...
açma pencereni, perdeleri çek.
zeytin ağacının karanlığıdır
elindeki elma ile başlayan...
bir yakut yüzükte aydınlanan sır,
sıcak ve minnacık yüzündeki kan,
zeytin ağacının karanlığıdır.
zambaklar en ıssız yerlerde açar,
ve vardır her vahşi çiçekte gurur.
bir mumun ardında bekleyen rüzgar,
işıksız ruhumu sallar da durur,
zambaklar en ıssız yerlerde açar.
ellerin, ellerin ve parmakların
bir nar çiçeğini eziyor gibi...
ellerinden belli olur bir kadın.
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmakların.
zaman çabuk çabuk geçiyor monna;
saat on ikidir, söndü lambalar.
uyu da turnalar gelsin rüyana,
bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar;
zaman çabuk çabuk geçiyor monna.
akşamları gelir incir kuşları,
konarlar bahçemin incirlerine;
kiminin rengi ak, kiminin sarı.
ah, beni vursalar bir kuş yerine!
akşamları gelir incir kuşları...
ki ben, monna rosa, bulurum seni
incir kuşlannın bakışlarında.
hayatla doldurur bu boş yelkeni
o masum bakışlar... su kenarında
ki ben, monna rosa, bulurum seni.
kırgın kırgın bakma yüzüme rosa:
henüz dinlemedin benden türküler.
benim aşkım uymaz öyle her saza,
en güzel şarkıyı bir kurşun söyler...
kırgın kırgın bakma yüzüme rosa.
artık inan bana muhacir kızı,
dinle ve kabul et itirafımı.
bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
alev alev sardı her tarafımı,
artık inan bana muhacir kızı.
yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
bir gün gözlerimin ta içine bak:
anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
yağmurlardan sonra büyürmüş başak.
altın bilezikler, o korkulu ten,
cevap versin bu kanlı kuş tüyüne;
bir tüy ki, can verir bir gülümsesen,
bir tüy ki, kapalı geceye, güne;
altın bilezikler, o korkulu ten!
üniversitede iken bir kıza aşık olan Sezai Karakoç'un duygusal bir şiiridir mona roza. Önceleri aşkını itiraf edemez Karakoç. Bir gün bütün cesaretini toplayıp açılır kıza ama reddedilir. Nihayet mezuniyet töreni gelir ve ünlü şair mona roza yı ilk orada okur. Herkes çok beğenmiştir şiiri, tabi kız da öyle. Şiir defalarca okunduktan sonra kız Karakoç'un yanına gelir ve ona aşık olduğunu söyler. Sezai Karakoç gururuna yenik düşer ve kızın aşkının kendisinin aşkına artık yetişemez olduğunu söyleyip reddeder Muazzez Akkakay'ı. Mona roza akrostiş şeklinde yazılmıştır (baş harfleri muazzez akkaya olacak şekilde) Ertesi gün Muazzez hanım intihar etmştir ve Sezai Karakoç hiç evlenmemiştir.