upuzunnnn, sapsarıııı, kupkuruuuuu
bir sahilde yürüyorum
martılarrrr gülüşürken çığlık çığlığa
ben gözyaşımdan içiyorum
kalbim kırıkkkkk
bugün bütün şişeleriiiii kendime açıyorummmm
karışmasınrrr kimseciklerrrrr
daha .... düşmedimmmm,
uçuyorummmmm
aaaaaa,
kaldı gözlerimde tuzuyla o sevgiliiiii
hatırası kamburumdaaaaa
kahrediyor beniiiii
eski anılardannnnn birkaç resmiyleeeeee
bense bu sahilde bir sarhoşşşşş
Vurmuyor yüzüne eskisi gibi sanki
Güneşin ısıtmıyor içini
Gelmiyor içinden uzatmak ellerini
Ellerin tutamıyor bir kalbi
Bir kağıt, bir kalem, bir yanmış, bir sönmüş, bir bitmiş sigara
Hayatın bu
Sökülmüş, atılmış, kırılmış, dökülmüş hep paramparça
Yolun sonu bu
Yalnızlık
Saklandığın o küçük delikte buluyor seni
Yalnızlık
Seviştiğin o kalpsiz bedende uyuşturuyor seni
Yalnızlık
Sıkıştığın o küçük evinde vuruyor seni
Yalnızlık öldürüyor seni
Öldürüyor beni
Yalnızlık çağının kalbi kırık çocukları
Yalnızlık o simsiyah ellerinde
Yalandan ninnileriyle büyütüyor bizi. *
"güvercini okşayarak, 30 yıl önce yaşadığı olayın gizemini çözmeye çalıştı. gözlerini kapadı, avucu içinde güvercinin minik ıslak vücudunu, çarpan yüreğini duyuyordu. birden nasıl olduğunu, niçin olduğunu anlamasa da güvercinle şimşek bir oldu; alabildiğince emindi bundan. bu yürek çarpması ve gök gürültüsü, hepsi onun eseriydi! bir çığlık atıp dehşet içinde ayağa sıçradı. şimdi ilk kez gök gürültüsünde gizli, güvercinin ötüşündeki saklı sözleri duyabiliyordu;
yvaine gibi sanırım benim için. gözlerimi kapatıyorum, yvaine'in tristran thorn'a söylediği şeyleri getiriyorum aklıma.. kendim yvaine'in yerine koyuyorum;
"i know that love is unconditional. but i also know that it can be unpredictable, unexpected, uncontrollable, unbearable and strangely easy to mistake for loathing, and... what i'm trying to say, tristran is... i think i love you. is this love, tristran? i never imagined i'd know it for myself. my heart... it feels like my chest can barely contain it. like it's trying to escape because it doesn't belong to me any more. it belongs to you. and if you wanted it, i'd wish for nothing in exchange - no fits. no goods. no demonstrations of devotion. nothing but knowing you loved me too. just your heart, in exchange for mine"
Hayat çok güzel Necipppp
Kimsen olmasa bileeee
Yalnız kalsan da yineeee
Mutlu ol sen yine Necip beni dinleeee
Dolaşırsın sahillerde yapayalnız hayalinleeee
Coşarsın müzik sesiyle bi walkmanleeeee
Dünyaya geldiğine pişman olma elbette beni dinleeeee
Dünyaya geldiğine pişman olma elbette beni dinleeeee
Erken yatar uyursun sığınırsın gecelereeee
Yalnız hayallerinle düşlersin geleceğini
Bazen mutsuz bakarsın gözlerinle
Dolaşırsın sahillerde yapayalnız hayalinleeeee
Coşarsın müzik sesiyle bi walkmanleeeeee
Dünyaya geldiğine pişman olma elbette beni dinle Necipppppp
Dünyaya geldiğine pişman olma elbette beni dinle...
s7v7n başlığında yazdığı nickaltı yazısını gördükten sonra bakayım bakayım napmış bu tatlı kız dedim. ? kısmına bastım istatistikleri dikkatimi çekti. gammaz olmuş!!! hem de listeye 24. sıradan hızlı bi giriş yapmış. son zamanlarda çok fazla entyrm siliniyor neden acaba!!! *
''zeytin yapraklarının beyaza çaldığı bir mevsimde, bir kıyı kentinde buluşmak istemiştim onunla. o yoktu. öyle bir kıyı yoktu. zeytin dalları da yoktu.''
ölüm ile alakalı yazı yazmayı sevmiyorum aslında. her telaffuz ettiğimde çağırıyormuşum gibi geliyor.
ben sana başka bir şey anlatacağım mishel.
dedemin en sevdiğim insan olması, onun nasıl bir insan olduğundan çok; benim onu nasıl gördüğümdü. belli yaşına kadar karaborsacı olarak anılan dedem, insanların gözünde belki de kötü bir insandı. fena bir esnaf. kimsenin işini düşürmek istemeyeceği zalım bir mal sahibi.
ben dedemi diğer insanların gördüğü gibi görmedim. yaptığı işle ilgilenmedim. kime ne sattığı umrumda olmadı. sadece beni ve ailesini çok sevdiği için sevdim onu.
yazmak çok saçma geliyor aslına bakarsan ölümün ardından. çok sevdiğin birini bir daha göremeyecek olma duygusu, bu duyguyu henüz tatmamış insanın algılayabileceği bir şey değil. en çok neye imreniyorsun desen; sanırım dedesi olan, dedesiyle oynayan çocuklara, diye cevaplarım. çünkü ben, 14 senedir, bir fiil, dedemi çok özlüyorum. imreniyorum dedesi olan kimselere..
kim ne söylerse söylesin, kim ne yaparsa yapsın, atamıyorum aklımdaki anıları bir kenara. tamam, haklılar aslında, zamanla azalıyor; alışıyorsun. ama alışmak o kadar kötü geliyor ki.. bir anda ''dedemin yokluğuna nasıl da alışmışım, yazıklar olsun bana.'' diye kızıyorum kendime, dedemi unuttuğumu fark edince.
çok acı. unutuyorum onu bazen. unuttuğumu hatırladığımda sanki kalbime bir ok saplanıyor. nefes almıyorum. almak istemiyorum. anıların en belirginlerini silip atamıyorum. atmıyorum.
boyoz mesela. boyoz yediğim her an aklıma geliyor dedem. çok severdi boyozu. kahvaltısından eksik etmezdi. greyfurt mesela.. içmeden duramazdı. içine bol toz şeker; bana da ikram ederdi. içi kan kırmızı portakal zannederdim greyfurtu. çok şaşırırdım her defasında sıkarken.
fakat bazı şeyler o kadar normalleşiyor ki ''o mezar taşının şöyle olmasını isterdi'' diye düşünmek dahi, bir noktadan sonra insanın yokluğunu olağanüstü bir seviyeden olağan bir düzleme çekiyor.
insanla alakalı en büyük sır ölüm. öldüğünde neye ne olduğunu dahi bilemiyoruz, fakat ona dair şeyleri ölümden sonra sanki bakkaldan ekmek almak, su almak kadar normalmişçesine konuşuyoruz. işte bu da canımı çok yakıyor.
ölümü insan herkese yakıştırabiliyor, ölü insanların arkasından küfredebiliyor dahi, ama en sevdiği kişinin bir anda bir gün herkesin tadacağı o şeye maruz kalabileceğini asla ve asla kabul etmiyor. kabul etmekten ziyade, ölümün sanki başkalarına odaklı, bizim dışımızda bir gerçeklik olduğu illüzyonuyla yaşıyor.
dedemin felç kaldığı haberini aldığımda, çocukluğumun da getirisi ile sanırım, pek ilgilenmedim. ah.. şimdiki aklım olsaydı yanından bir adım ayrılmazdım. çünkü o gerçekten çok iyi bir adamdı.
insanın pişmanlığı biraz büyüdüğünde ortaya çıkıyor. her zaman dedeme çok önem vermiştim, onun bir dediğini iki etmemeye özen göstermiştim. fakat bunlardan ötede, o, torunu olan insana adeta kendi dengiymişçesine muamele etmişti. oturup konuşuyordu benimle, kendisine ne kadar salakça gelse de söylediklerimi herhangi önyargısız bir insandan farksız olarak dinliyordu.
sonra dedem öldü.
ölümünü duyan herkes baş sağlığı diliyordu, en başta söylediğim gibi, herkes başın sağolsun dedikten sonra normal hayatına geri dönüyordu bir gün kendilerinin de ölebileceklerine ihtimal vermeden. ev doluyordu, gelenler, gidenler, her taraftan taşan yemekler, helva...
insanların en sevdiklerinin dahi tattıkları, ayırım gözetmeden başa gelen şeymiş bu. ölüm..
ben dedem ölünce çok ağlamıştım. şairin dediği gibi, göze sabun kaçması gibi bir şeydi.. bilirim acını. tüm kalbimle, başın sağolsun diyorum. ve emin ol, diğerleri gibi, normal yaşantıma dönmüyorum.
bu sezen cumhur önal havasını tümden dağıtmak adına kendisine bu parçayı armağan ediyorum, tanımam etmem; baktım herkes dadanmış nick altına bari bende eksik kalmayayım dedim, al ablacım;