Misafir umduğunu değil bulduğunu demişler. Kendisine katılmıyorum. Eskilerden bahsetmiş. Biz meyveyi misafir geldiğinde görürdük demiş. Valla biz de öyle. Ve bu durum kesinlikle övünülecek bir durum da değil. Evde çoluk çocuk meyveye hasret, kuruyemişe hasret, keke kurabiyeye hasret, pirzolaya hasret. Çocuğundan esirgediğini elin önüne koy yesin. Bu mu güzel bu mu doğru yani. Sebep. gösteriş başka bir şey değil. Kendin kırık koltuklarda otururken misafir odasına en kral takımı koy. Sebep. Gene gösteriş. Hep gösteriş.
Ben misafir sevmem. Sebebi belli işte. Eskilerden kalma travma (abartmayı severim). Yokluk içinde büyürken benim hasret kaldığım şeyleri misafirin tabağında görmek canımı sıkıyordu. Bana gelen misafir beni görmeye gelsin mümkünse tok gelsin.
Yeni denilen Türkiye'de yaşanan durum. eskiden nasılmış gazeteci levent bulut bugün köşesinde şöyle anlatmış:
O gün her zamanki gibi gazeteden çıktım, durağa gidiyorum. Bir müddet yürüdükten sonra arkamdan tanıdık bir ses yankılandı. Dönüp baktığımda uzun zamandır görmediğim bir dostumu karşımda gördüm.
*
Ne zaman telefonda konuşup bir gün buluşalım desek araya hep iş güç giriyor ve öyle kalıyordu. Bayağı bir zamandır da artık buluşalım demeyi kesmiştik. O an küçük çocuklar gibi sevindik. Sarmaş dolaş olduk.
Ayaküstü hâl hatır sorduktan sonra dostum, ortak bir arkadaşımızın ofis açtığını ve oraya gideceğini söyleyerek "Gel beraber gidelim. Seni görünce o da çok sevinecek" dedi.
*
Bir an bile düşünmeden "tamam" dedim. Yürürken yol boyunca sevincimizi gizlemeyerek eskiyi yad ederken, iletişim çağında iletişimsizlikten dert yandık.
*
Eskiden mektupla haberleşilirken; şimdi telefon, WhatSapp gibi imkânlara rağmen haberleşilmiyor, diye söylendik.
Bir müddet sonra ortak dostumuzun ofisine geldik. Yine bir sarmaş dolaş.
Kahkahalar...
Gülüşmeler...
Ağzımız kulaklarda...
*
Bir zaman sonra arkadaş "Ne ikram edeyim?" diye sordu!
Birlikte gittiğim dostum, "Kahve varsa, şekerli olabilir" dedi.
- Kahve yok maalesef...
Araya girerek, "O zaman çay alalım" dedim.
- O da yok diye cevapladı.
ister istemez duraksadık ve birbirimize baktık.
*
Hayır, dağın başında da değiliz. Ofis bir iş hanında.
Hanın çaycısı da var.
Sonuçta atla deve değil istenen…
Altı üstü bir çay…
Dayanamadım "Ne var peki?" dedim.
"ice tea var. Ben çok severim" dedi ve küçük plastik bardaklara bize sormadan doldurmaya başladı.
Konuşma aynı...
Ses aynı...
Geçmişte yaşananlar da aynı, ama şu anki davranışı kesinlikle eskisi gibi değil...
*
Bozuntuya vermedik, içtik. Sevmesem de ikramı geri çevirmedim. Bir müddet sonra ben müsaade istedim ve kalktım. En kısa zaman da tekrar görüşmek üzere sözleştik.
*
Yolda nasıl bir ülke hâline geldik, diye düşündüm.
Eskiden evler salon, yatak odası, oturma odası ve misafir odası olarak 3+1 idi. Evin diğer odalarına gösterilmeyen ilgi misafir odasına gösterilir ve o odaya yalnızca misafir geldiğinde girilirdi.
Hatırlıyorum o odada misafire ikram için sigaralık bile vardı. Babam içmiyor olmasına rağmen mutlaka o sigaralığı dolu tutardı. Oruçlu olduğumuzda eve gelen misafir niyetli değilse sebebini sorgulamaz, yemek yapılırdı.
Misafir ise "Kesinlikle yemem sizinle iftarı beklerim" derdi... Karşılıklı "aaa, olmaz"larsa yemek yapılıp ikram edilene kadar sürerdi. Şimdi misafirin ne istediğinin bir önemi yok!
*
Evde Ülkü ile çay ve kahvede şeker kullanmıyoruz. Ama misafir için mutlaka bulunduruyoruz. Hatta yemeğe geliniyorsa içeceklerin envai çeşidini alıyoruz ki, isteyen sevdiğini içsin diye...
Olması gereken de bu değil midir?
*
Şimdi bakıyorum bırakın ikramı insanımız misafiri yük görüyor.
7/24 sayın hükümetimizin bakanları ve haysiyetli basınımız eskisinden daha zenginiz dese de -hadi diyelim- hayat pahalı, insanlarda para yok.
Eee, peki eskiden var mıydı? Aslında bunun parayla da bir ilgisi yok.
Zira beş çocuklu ve tek maaşlı bir memurun oğlu olarak biz meyveyi misafirden misafire görebiliyorduk. Misafir gelecekse borç harç ne yapıp eder mutlaka ikramlık meyve alınır, annem de kek ve poğaça türü şeyler yapardı. Biz isterdik ki misafir gelsin.
*
Şimdi insanımızın eski sıcaklığı da kalmadı. Adam inanmadığı fikirlere, inanmadığı siyasîlere oy verirken, çıkarım neredeyse oradayım diyor. Her şey yapay ve çıkar üstüne kurulu. Eskinin fazileti ve dürüstlüğü para etmiyor artık.
*
Milletçe biz olmak yerine 'ben'leştik. Bireyselleştikçe de bencilleştik. Birbirimize saygımızı kaybettik. Toplu taşıma kullanıyorsanız insanların birbirine nasıl davrandığını çok net görüyorsunuzdur.
Metro ve metrobüste öyle saygısız kişiler var ki, "Ben bunlar için mi diken üstünde oturup yazı yazmaya çalışıyorum." diyorsun.
*
Bazen diyorum ki: "Bırak bu işleri... Yazma. Ne gereği var... Durduk yere başını ağrıtıyorsun. Her ülke layıkıyla yönetilir."
Ama sonra kendime "iyi de Türkiye'nin layıkı bu mu?" diye sorunca, işte o zaman gönlüm el vermiyor.
*
Ülkenin her alanında çürüme var...
Taksiye biniyorsun üstüne vazife olmadan sohbetine dalıyor...
Metroya biniyor, ama inemiyorsun.
Zira inmeni beklemeden binenler seni tekrar metroya sokuyor.
"Nerelisin?" yerine "Hangi partilisin?" diye soruluyor.
Tevâzunun yerini riya ve gösteriş alıyor.
Bir olayda haklı yerine "O bizden mi?" diye bakılıyor.
Edep ve haya sadece birer kelime olarak kullanılıyor.
*
Şimdi soralım lütfen: Neden böyle oldu?
Nasıl saygısız ve cehaletin erdem olduğu bir ülke hâline geldik?
Misafirperver bir millet iken biz nerede ve nasıl bir yanlış yaptık diye düşünmemizin vakti gelmedi mi?
Misafirine göre değişen durumdur. Örneğin geçenlerde bir hastamız var, hasta ziyaretinin makbulü kısa olanıdır değil mi? Neyse efendim bu pezevenk eve öyle bir yapıştı ki sanki babasının evi. Semaverle çay demledik artık düşün. Şimdi ben bu pezevengin nesine saygı duyayım? Geçmiş olsun de, 5-10 dakika dur git. Yine sinirlendim ya.
abinin yazısını okudumda eskiden misafir odası denen var olan olaydan bahsetmiş. benim de en sinir olduğum şeydir bu. meyveyi misafirden misafire görürmüş, aferin sana.
şimdi misafirlik denen olayında tadı kalmadı, insanlar birbirinden uzaklaştı o konuda katılıyorum, gördüğü muamele de hoş değil ona da katılıyorum ama verdiği misal yanlış, onun farkında değil. sorun bu.
misafir demek gösteriş yapmak demek değildir, öyle olmamalıdır ama yıllarca zihnimize böyle işlendi bu.
Ilk entry de anlatılan eski arkadaşların toplanıp gittiği bir arkadaşın ikramı eksik vs yapması tamamen kendi bencilliginden ya da cimtiliginden , umursamazligindan olabilir. Yıllar geçtikçe insanlar değişebilir. Misafir odası kavramını bende sevmiyorum. Evimin en güzel odasında ben yaşamayacaksam ne gereği var o kadar masrafa. Tabi ki misafire özel kullanılacak eşyalar vardır ama bir odayı da bekletemem.
1968 dedem almanyada işçi,kardeşi köyde muhtarlık seçimine giriyor,namus gibi görülüyor muhtarlık seçimi, rekabet çok büyük,2 oy ile kaybediyorlar,dedem almanyada çöküyor,fabrikadaki maester hayırdır ali canın sıkkın diyor,anlatıyor durumu dedem,biz ne yapabiliriz ali diyor,o köyde oturmasın ailem,kardeşim yeterli diyor,2 daire parası borç veriyor maester,neyse keçiörende 2 daire alıp seriyorlar 1970,asıl konuya gelelim,o zaman ankarada tek ev biziz,amk.köyünde kızı kaçan,oğlu kaybolan,hastane,karakol,tapu,vize için gelenler hepsi bizdeydi,misafirliğin kitapı bizim evde yazıldı,bakın kurbanda koyun satmaya gelen bizde misafir oluyordu,hepsini anlatsam 10 sayfa yetmez,bana en yakın akrabam köylüm,şimdi misafir olarak çay içmeye bile gelemez.