çocukken her fırsatta kendimizi içine atmaya çalıştığımız oda- salon.
duvardan duvara kocaman ve bir sürü gözü olan vitrin olmazsa olmazıydı.
dantelden vitrin peçeteleri de öyle.. gösterişli bir koltuk takımı ve zigon sepaları da kesin olurdu.
amaç kullanımdan çok gösteriş yapmak ve kendini zengin göstermekti tabi.
sadece misafir geldiğine açılır, o da çay içilir yemek faslı olmazdı. en uzun süre kalma imkanı annenin altın gününde olurdu.
en ilginci de evin en büyük salonu veya odasının seçilmesiydi! ev ahalisi genelde yandaki küçük odaya atılan 2 çekyat ve tv den ibaret odada geçirirdi hayatını.
ve bu; türklere mahsus geleneği hala yaşatan öyle çok kişi var ki.. *
benim odamdır efendim. ne hikmetse gelen her misafir benim odama yerleştirilir. bahaneleri de "sen nasıl olsa eve gelmiyorsun, gelsende gecenin bir yarısı geliyorsun." başka zaman eve gelmediğimde bana 2 gün trip yapan anam, misafir gelince bir anda sen nasıl olsa gelmiyorsun diyiveriyor hemen. hayır ben böyle olacağını biliyordum. sırf bu yüzden tek kişilik yatak istedim ama annem ustaca bir manevrayla çift kişilik yatağı dayadı odaya ben ne olduğunu anlamadan.
bazı evlerde, halâ kullanılan odadır. misafir gelip, çay ve kırıntı döksün diye, ter içinde temizliği yapılır. o odaya, çocuklar adım atamaz. çatır çatır kira ödedikleri veya binbir zorlukla aldıkları evlerinde, kendilerine bir odayı yasaklarlar. bırakın bunları. uzanın o odadaki koltuğa, alın çerezinizi, kendiniz kirletin. kapı çalarsa da açmayın.
bir de nedendir bilinmez annem tarafından sık sık ziyaret edilen, eski resimlerin talan edildiği kurtarılmış alandır bizzat. muhteviyatı hala sırdır zanlimca.
ben yiyemiyorum sen ye benzeri bi durumdur. en güzel, en pahalı eşyalar oradadır. ama sen sahibi olarak kullanamazsın. 40 yılda bir gelen misafir kullanır. gösterişe düşkün millet olmamızın en güzel örneğidir.
bu odalar müzedir efenim. içinde pek yaşanmaz. misafir olmadığı zamanlar kirlenmesin, toz kalkmasın diyerekten odanın kapısı kapalı tutulur. evde küçük çocuk çoluk varsa, odanın kapısı kilitlenir. odaya girildiği anda oda parfumu alıskanlığı yoksa ev sahibinin , eski mobilya ve havasızlık kokusunun birleşmesinden oluşan o tatlı koku farkedilir.saçmalıktır. misafir odası kavramını kınıyorumdur. onun yerine orası oturma odası olsundur. oturma odasıda cocuklardan birnin odası olsundur ve yahut bir çalışma odası, kütüphne ve benzeri olsundur .... evdeki odaları maximum derecede kullanışlı hale getirmeliyizdir.***
temizliğe ayrı bir önem verilen, bayramlar ve özel günler dışında kullanılmayan ama evin en büyük odası olan yerdir.
yani ortalama olarak konuşursak, Türk insanı yıllarca, 110 metrekarelik ev alıp bunun 30-35 metrekaresini ritüel uğruna heba ederek, 75-80 metrekarelik evlerde yaşamıştır..
hemen hemen her evde bulunmasına rağmen misafir tarafından pek tercih edilmeyen odadır.
televizyon yokur. fazla büyük olur.rahatsız eşyalar mobilyalarla doludur.yayılmaya elverişli değildir.sıkıcıdır.
en kokoş koltukların, vitrinlerin, koltuk kılıflarının bulunduğu odadır... ayrıca, kllanılmadığı zamanlarda, koltukların üstü beyaz bir çarşafla örtülür...
bizim evde olmayan şeydir. gelen misafiri direk salona koyarız, otur canım deriz, hayır yani- bize gelecek misafir de öyle ' haniymiş, misafir odam' tribi atacak kişi değildir.
Dünyanın neresinde vardır böyle birşey çok merak ederim. Düşünün evinizin en güzel yerini, en temiz yerini, en büyük bölümünü misafirleriniz için ayırıyorsunuz. Türk milleti gibi bir milletin ne eşi ne benzeri vardır. Türk insanının büyüklüğünü görmek için misafir odalarımıza bakmamız bile yeterlidir.
çocuklara daima yasaktır girmek.aman toz olur,aman birşey kırılır diye.derken misafir gelir ve fırsat bu fırsat odanın her yeri iyice bir keşfedilir...