en güzel izm bu olabilir. "azla çok yapmaktır" demiş minimalizm için alman mimar ludwig mies. maksimalizme bakınca minimalizmde hiçbi şey yokmuş gibi. ama çok şey varmış gibi de. karmaşa değil ama yoğun. yoğun derken anlam açısından. ve yormaz, huzur verir. resim, müzik, mimari için en güzel şeydir. hegel, kant, descartes, arvo part, philip glass minimalisttir.
son günlerde farkına vardığım uygulamaya çalıştığımdır.Elimde param olsa dahi en iyi markayı değil en uygununa bakıyorum,en iyi bilgisayarı değil benim için yeterli en uygun bilgisayara bakıyorum.Size de tavsiye ederim elinizde iphone olmasa da olur veya polo tshirtünüz olmasa da olur markalara yatırım yapmayın,markalara yatırım yapmak sadece sizin egonuzu tatmin eder ve gerçek dışı tüketmenin mutluluğunu verir.
bir dil daima zengin kalmalıdır fikrimce. duygu ve düşünceler ifade gücünü ancak zengin bir dilin coşkulu ifade gücünden alır. örneğin kadim dillerde, bizlerin anlamını tarif etmekte epeyce zorlandığımız pek çok duygu ve düşüncenin ifade edildiği sözcük vardır. felsefeyi bir kavram üretme sanatı olarak düşünürsek; zengin bir dil, bir toplumun felsefe üretebilmesinde olmazsa olmaz bir zorunluluktur.
ve yine son olarak şiire yapılan en büyük haksızlıktır fikrimce...
Yaklaşık dört senedir hayatımda olan sayılı - izmlerden.
Önce basit şeylerden başlamıştım. Masam, çekmecelerim, aksesuarlar, dijital dünyama da el attım, telefondaki lüzumsuz her şey, artık görüşülmeyen numaralar, lüzumsuz sosyal medya hesapları, mailbox, laptoptaki gereksiz tüm dosyalar vs.
Sonra kıyafetlerim; benim gibi minimal yaşamaya gönül vermiş arkadaşlarla takas ekonomisi yaptık. Üzerinden bir yıl geçmiş ve giyilmemiş tüm kıyafetlerimizi topladık, lazım olanları değiştik, kalanları mülteci kampına gönderdik.
Eşyaların yükünden kurtulduktan sonra hayatımdaki lüzumsuz insanlardan da kurtulmak istedim. işte bu noktada biraz bocaladım, iki ileri bir geri derken şu an ideal olduğunu düşündüğüm sayıya düştü.
O zamandan beri satın almanın verdiği geçici mutluluk beni cezbetmiyor. Hatta eşyalar azaldıkça, birileriyle paylaştıkça asıl mutluluğu keşfediyor insan. eşyalardan, eşyaların getireceğine inandığı mutluluk ve statüden, sosyal medyadan, köleliğe benzeyen birtakım alışkanlıklardan soyutlanmadan kendini tanıma imkanı bulunamıyormuş onu anladım.
Çok uzattım, minimal yaşayın, yaşattırın. Az çoktan çoktur.
less is more.az şey ile büyük işler anlatmaya çalışmak.sanat öğrencileri de masa başında uyuyakalıp projeye dokunmamışsa hocaya bu yalanı sallayabilirler.
-olum hiç bişe yapmamışsın projene
-minimalist bi hava yakaladım hocam
-...
kazimir malevich abimizle başlayan ancak benim için ludwig mies van der rohe ile gerçek özünü bulan bir sanat akımıdır. mimari'de japonların ve almanların daha yatkın olduğu, malzemenin en yalın halini kullanan, süslemeye karşı olan ayrıca güzelliğin, basitlikten ve sadelikten doğduğuna inan bir akımdır. en minimal diye bir olgu yoktur. minimalizmin ölçütü yine kendi içerisindedir. örneğin bir mimari yapı kendi içerisinde daha minimal olabilir ancak onu kıyaslayabileceğiniz bir minimallik ölçütü veya standardı yoktur.
gereksiz olan, özgürlüğü kısıtlayan ne varsa hayattan çıkarılan ve sade bir hayat görüşüne sahip olan bir akım. Minimalist insanlar eşyalarını ve insanları en aza indirger. böyle yaparak mutluluğun da yolu genişleyebilir.
bir yazı okudum hayatım değişti derler ya , işte aynen öyle. Şu yazıyı okuyunca, sanki birileri halime acıdı da bunu yazdı dedim resmen.
Mutlaka okuyun ve düşünün. tüketmenin sonu yok,anlayacaksınız ne demek istediğimi.
O kadar bunaltıcı, yorucu şey var ki hayatımızda.evlerimizde. Farkında bile olmuyoruz.
Kendi hikayemi anlatayım özetle,
eşya bağımlısıyım ben, (Bağımlısıydım daha doğrusu artık değilim, umarım bi daha da olmam)
hiç bir şeyi atmaya kıyamam, hatıra diye saklarım. Sinema biletleri, konser biletleri, müze broşürleri, sadece kalabalık yapan hiç bir işlevi olmayan magnetler biriktirirdim. gittiğim her şehirden minimum 2 kupa, 4 bardak altılığı, bir anahlarlık, 5 kartpostal, bir bez çanta falan alırdım. Niye? Hatıra olsun diye... O kadar gerizekalıca bir hareketmiş ki, şimdi şimdi aydım. Sadece para tuzağı ve kalabalık.
Bitmiş parfüm şişelerini bile atmaz dolabımın içinde saklardım, koku versin az biraz diye.
Ucuz bulup aldığım, iki kere giyip bir kenara attığım t-shirtler, belki tekrar okurum diye sakladığım dergiler, vermeye kıyamadığım ama giymediğim ayakkabılar, montlar, dönem modası olduğu için alınmış saçma sapan çantalar.
Bunlara ek olarak çok titizimdir de, eşyalarıma çok düşkünümdür. Haftada bir günümü mutlaka eşyalarımın ve evimin temizliği için ayırırım.
Bir gün bir baktım, dolap indidirip yerleştirmekten canım çıkıyor ben farkında değilim.
Öğrencilik yıllarımda yurtta kaldım, isterdim ki her şeyim yanımda olsun. Her yerde evimde gibi hissedeyim, hiç bir şeyim eksik olmasın. Ömrüm boyumdan büyük bavulları 4 kat yukarı süürklemeyle geçti. Şimdi düşünüyorum da ne kadar salakmışım.
Eşya o kadar sinsi bir şey ki, siz hiç farkında olmadan öyle bir dolduruyor ki dolapları, çekmeceleri hatta yetmeyince ortadaki boş alanı... neredeyse bana yer kalmamış zaten küçücük olan 1+1 evimde.
Bir yerin tozunu almak işkence olmuştu, oyuncak arabaları, kar kürelerini kaldır, tozlarını al , sonra geri yerleştir.
Makinalarca çamaşır yıka, as , kurut, ütüle , yerleştir.
Farkettim ki, ben yaşamımın %50sini bunlar için harcıyorum.
Hayır bir de takıntılıyım, mesela çalışmaya başlicam, isterim ki ortalık bal dök yala olsun.
misafir gelecek evime, 2 gün öncesinden başlarım temizlemeye...
eee nolcak böyle, bunun sonu yok ki...
Derken, bu yazı çıktı karşıma bir yerde. ilk okuduğumda bir durdum gerçekten. sonra tekrar tekrar okudum.Daha sonra 1 hafta boyunca her gün okudum, Ki öyle, "okudum ama orada kaldı, uygulayamadım" olmasın.iyice kafama işlesin. idrak edeyim.
Oturdum bir haftasonu, evde gereksiz ne kadar cam,tabak, bardak vs varsa hepsini sokaktaki geri dönüşüme attım.
Dergileri de aynı şekilde.
Kıyafetlerimi ayıkladım, malum önümüz kış, ne kadar mont kazak, bot varsa artık giymediğim ama hala kullanılır durumda olan, hepsini bir çantaya doldurdum, kapının önüne koydum temiz bir şekilde. ihtiyacı olan biri alacaktır muhakkak.
Eski görünen t-shirt,çorap vs onları da H&m'e götürdüm, geri dönüşüm kapsamında alıyorlarlar.
En zoru benim için, bilet kartpostal magnet vs gibi ıvır zıvır sözümona koleksiyonumdam, oyuncaklarımdan kurtulmak oldu. Çünkü çoğu manevi bir şeyler hatırlatan, güzel naları çağrıştıran şeyler.ama gözümü karartıp atıverdim onları da jumbo boy bir çöp torbasıyla.
Dünya varmış gerçekten, ferah ferah...
yani uzun lafın kısası, Eşyaya bağlanmayın. Çok nankör ve sinsi bir şey, sizi ele geçiriyor bir şekilde.
Hem paranızı ,hem zamanınızı hem de zihninizi harcıyor.
Hiç gerek yok, ilerde bakıp "aaaa evet bu filme şu filme gitmiştim" demek için bileti saklamaya lüzum yok,
Gittiğiniz ve çok sevdiğiniz bir şehri size hatırlatsın diye tanesi 3 eurodan 2 tane magnet almanın hele hiç gereği yok. O şehir sizde yer ettiyse zaten hep anılarınızda olacaktır.
Kıyafet konusuna girmiyorum bile. Tüketmenin sonu yok.
Az olsun, Öz olsun.
Sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir.
Ve az aslında çoktur.