öncelikle minimal öykü bir-iki cümlelik öykü demek değildir.
(bkz: çok kısa öykü)
-----mütereddit-----
kuş sesleriyle, açık maviden kuzguniye çalan gökyüzüyle ve civardaki okuldan gelen coşkulu seslerle örülü, esen ılık rüzgarın serinlettiği bir ilkbahar günü bugün. 'havadan sudan mı bahsedeceksin?' der gibi bakışın, 'aydınlık sabah saatlerinde içini karartan bir muhabbete giriş denemesi miydi yaptığım?' diye düşündürdü. düşündürdü düşündürmesine ama artık ne önemi var? sen iyi bir insansın... eskiden olduğum gibi. yanlış anlama, kötülüğü seçtim demiyorum, ne iyiyim ne de kötü... herşeyi tek tek sorgulayıp yıkmaktan, egoyu içindeki düşman gibi algılayıp katletmekten bahsediyorum. arkanı dönüp yolda yürümeye başlarken umutla, kan kaybettiğini farketmekten, bıçağı kendine saplamış olmaktan, sonunda yürüyemeyecek kadar yorgun düşmekten ve yapacak hiçbirşey kalmayınca geriye, şimdi yaptığım gibi mütereddit konuşmaktan... evet, sen iyi bir insansın, benim iyi insanım, bana öğretilen iyi, geçmişteki bensin sen.
dinlemelisin o yüzden ve işte anlatıyorum!
geçen ikinci trendi bu s.'nin inmediği, a.'nın ise bu sefer inecek diye hisettiği. oysa eskiden aklından bir şey geçse dahi hissederdi s.nin. demek çok zaman geçmişti. bir trenlik vakit kadar daha beklemeye karar verdi. otursa oturamıyor, ayakta dursa sanki herkes ona bakıyor gibi geliyordu. en sonunda gardan yukarıya doğru çıkan büyük merdivenin içini üşüten gölgesinde beklemeye karar verdi onu. gölge soğuktu, karanlıktı her gölge gibi, belki de her gölgeden çok.
elinde normal bir çantadan çok bavulu andıran, incecik parmaklarıyla nasıl taşıyabildiğine şaşılacak büyük siyah bir çanta vardı. bu çantayı çok iyi bilirdi s. ne zaman a. yanına bunu alsa gülerdi çanta ile a.'nın oluşturduğu tezada. a. o an bunu hatırladı ve güldü. bir yandan lütfen gelsin diyordu, lütfen gelsin ve... gelsindi işte.
trenin düdük sesi yankılandı boş garda. düdük sesi burnuna buhar kokusunu getirdi sanki. ne çabuk geçmişti bir trenlik vakit. tren sanki lütfetmiş de son anda durmaya karar vermiş gibi kibirli bir gürültüyle durdu. içinden yüzündeki kırışıklıkların gölgede bile çok net seçildiği, karşılayanı olmayan bir ihtyar indi ağır aksak. ama s. inmedi bundan önceki iki trenden de inmediği gibi. a. inanmıştı geleceğine, her şey inanmamasına işaret ederken, o her şeye rağmen inanmıştı son defa.
önce ne yapsın bilemedi a. , sonra büyük siyah çantasını omzuna takıp gölgesine sığındığı merdivene yöneldi. merdivenin üçüncü basamağından sonra birden hızlandı, gitme zamanı aslında ilk trenden sonra gelmiş, o ise geç kalmıştı şimdiden iki trenlik vakit.
2 tane aldım. 2 sine de amorti vurdu. sonra bu paranın hepsiyle kazı kazan oynadım. hiçbirinden bir şey çıkmadı. oyuncağı alınmış çocuk gibi hoyratlaştım aniden
bir varmış bir yokmuş. bir gün yokluk var mıymış diye düşünüp durmuş. peki yokluk var olmasaymış bu da yokluk demek olmayacak mıymış? o günden beridir de onu gören olmamış.
kalemi gözyaşının hemen ardından düştü elinden masaya. bir süre kafası önünde bekledi. derken doğruldu ani bir hareketle ve gözyaşıyla mürekkebini yer yer dağıttığı mektubu dörde katlayıp zarfa yerleştirdi. üzerine italik harflerle belki de son kez adını yazdı hayatının altı senesini verdiği adamın. altına da bir zamanlar evim dediği evin adresini yazdı, adresin sonuna gayrı ihtiyari bir nokta koydu. bitmişti.
ahşap ayaklı sandalyesini geriye iterek gürültülü bir şekilde ayağa kalktı, cama doğru yürüdü. mektup masada kalmıştı. soğuktu hava, camlar buğuluydu. burnunu cama dayayıp soğuğu içine çekip kendine gelmek istedi. bitmişti.
şarkılarını mırıldanmaya başladı. içip içip gülerlerdi bu şarkıda. hayat derdi şarkı, şarap kırmızısıdır; aşk derdi şarkı, hayat kırmızısıdır. dışarıya baktı, güneş batmıştı, hava şarap kızmızısıydı. mırıldandığı şarkı ise bitmişti.
sıcak yatakta ileri geri gidip geliyordu godot ve karısının ıslak vücutları...ne varki godot bir türlü gelemiyordu...yıllar geçti ama onlar hala sevişmekteler aynı yatakta...belki birgün godot gelir ve biter bu işgence...
öykü:sıkıntılar büyüyordu,aydınlık yerini karanlığa bırakırken.dağlar,gökyüzü ve bütün dünya yitip gitmişti o geri gelmez zamanla birlikte.kelepceleri acılmış,serbest kalmıştı umutlarım ama ölüler ve dirilerle ilgisini kesmiş gibi savruluyordu sağa sola.
kapının gıcırtısı mideden gelen gurultuyu sindirir şekilde azılıydı sen vurup çıktığında.
ve o kapı birdaha hiç öyle gıcırdamadı ama midemden gelen o ses hala aynı. *
-oğlum duymadın galiba adam 3 metreden uçan sineği vurdu lan.
-ne var lan ben o mesafede sineği zevkten uçururum.
-hımm... başka neler yapabiliyosun?
(biraz sonra, sürünün arasında bir ses duyulur)
-cezmi'yi siktim lan!
-yaa! hani söylemiycektin!
seni aygır.
mmh...