sınırlarını kendin çizdiğin, vatandaşlarını kendin belirlediğin fakat başkalarına beğendiremediğin ziyaretçi kabul etmeyen muhteşem bir ülke ve ülkesinin kralı olan genç bir adam...
kilitlenme
sana rağmen, seni sevmek elimde değildi. ishalken osturuğunu tutmak kadar paradoksal bir kilitlenmeydi bu. evet, kilitlenmeydi bunun adı. bile bile lades..
yaptıklarını düşündükçe midesine kramplar giriyordu. artık ömrünün sonuna kadar sırtında bu yükle yaşayacaktı. kimseler bilmemiş olsa bile,kendi vicdanına karşı utancı yeter de artardı .. kaldı ki bir bilen de vardı. vicdanıyla muhasebesinin yanında onun yüzüne de bakacak olmanın zulmu bekliyordu onu yarınlarda. aklının bir ucunda hep bu hatıra oldukça, en güzel haber bile onu sevindirmeye yetebilir miydi? mutsuzluk artık can yoldaşı olmuştu. ahh 15 dakika geriye dönebilmek için gelecek kaç senesini vermezdi!
super 8
karşıt olarak düşünüldüğünde utanmakla gurur duymak arasındaki noktada; paralel olarak düşündüldüğünde düzlemdeki herhangi bir noktadaki, yüzeyi 1 santimetreden küçük tuvalet kağıdına çizilen portrenin sahibinin hangi götü temizlediği hakkında bile bir fikri yok, aynaya bakarken gurur duyuyor.
yavaşca karşıdan bana dogru geliyor. cok güzel, o kadar güzel ki bakarken birden gözlerini yere doğru kaçırıyorsun.bir insanın yürüyüşü bu kadar asil, elleri bu kadar narin olan biri daha gelmedi bana dogru.
sinsice sokularak yanıma,kulağıma doğru :
''özledin mi beni'' dedi.
sanki kulağımın etrafında kelebak uçuşuyor gibi hissettim. o an hiçbirşey düşünmüyordum.gözlerimi hafif kısarak gözlerinin içine baktım. kaşlarım hafif havaya kalktı, yavaşca ensesinden tutarak,
çok insan gelip gidiyordu bu aralar, kimi süreli açtırıyordu hesabını kimi süresiz, bazıları da üye girişi yapıyordu.
küçük bir türkiye gibiydi sanki. fakirler, orta halliler, cafe sahibinden torpilliler.
Günler hızla birbirini kovalıyor, sonbahar yerini usulca kışa teslim ediyordu. Şehir garip bir değişim geçiriyordu. Yaprakların rengi değişiyor, yazlık kahveler teker teker kapanıyor, insanlar yaklaşan kış için hazırlık yapıyordu. Alışmaya ve uyum sağlamaya başlamıştım. Hatta birkaç yeni dost bile edinmiştim o barda. Tüm karmaşa dindikten sonra biralarımızı alır, şöminenin başına uzanır, alevleri seyreder, birbirimize hikayelerimizi anlatırdık. Çoğu abartılı ve gülünç hikayeler. Ben pek konuşmazdım, anlatacak pek bir şey yoktu hayatımda. Dinliyor ve içiyordum yalnızca, hiç durmadan içiyordum. Güzel günlerdi, amaçsız ve korkak bir avuç serseriydik ve hayat sonbahar yapraklarıyla kaplanmış uzun bir yoldu bizim için. Hiçbir şey için acele etmeye niyetimiz yoktu, o köhne barda deliler gibi çalışır, içer ve oturup beklerdik. Ara sıra çıkan kavgaları saymazsak her şey olması gerektiği gibiydi. Telaşsız, sakin, birbiri ardına duyulan harikulade notalar gibi.
+arkami dondum ve yavas yavas yurumeye basladim. bir an duracak oldum. agliyordum. arkami tekrar dondugumde ada da agliyordu. sebepsiz yere anlamazdin sarkisi calmaya basladi.
Otobüsteydim.
Bir el hissettim arkamda. Taa şuramda.
indim otobüsten.
Bankamatiğe doğru yürüdüm.
Bir yabancı nefes hissettim arkamda. Taa şuramda.
Uzaklaştım.
Bir çıkmaz sokak.
Hay Allah dedim. Yanlış gelmişim.
Çıkamadım. Bir grup serserinin tacizine uğradım.
Eve gitmeliyim dedim.
Gittim.
Babam. Dokundu bana.
Ama bir baba gibi değildi.
istemedim. Dayak yedim.
Komşum.
Bir dğer komşumun evladını 24 yerinden bıçaklayarak öldürdü.
Sevgilim.
Kafamı bedenimden testereyle ayırarak katilim oldu.
Operatörüm.
10.000 dakikası 70 milyon diyerek beni kendine çekti.
Elde edince 3.000 dakikaya düşürdü.
Faturayı gördüm.
Ah dedim.
Ah istanbul.
Senin taşın toprağın altın.