sanat eserlerinin her biri hayatı taklit eder. hayatın yansıması hatta ta kendisidir tüm sanat eserleri.
tiyatroyu ele alalım en "canlı" örnek olarak. oyuncuların sahne üzerinde sergiledikleri hayattan bir alıntıdır. bu alıntı aslında hiç olmayan bir hayat kesiti olduğu için, mış gibi yaptığı için hayatın taklididir. oyunu oynayanlar gerçek, ama oynanan "oyun" kurgusaldır. benzer şekilde sinemada da durum böyledir. genellikle olası kurgularla hayattan kesitler taklit edilir.
yazınsal bir sanat olan edebiyatı ele aldığımızda da durumun farklı olmadığını görebiliriz. ebebî eserler biraz yazarın, biraz da hayatın kendisidir. ama onlar da kurgusaldır. gerçeği anlatıyoruz deseler bile gerçeğin taklidinden öteye geçemezler. okur da bilir bunu, ama kanmak için yine de okur!
resim ise, hayata ya da hayatın zihinde kalmış kırıntılarına tutulan bir ayna gibidir. çerçevenin içinde görülen "hayat gibi" olandır. ama hayat değildir. sadece onun gibidir.
müzik de hiç şüphesiz hayatın ritmidir. örneğin, vivaldi 'nin dört mevsim konçertosu... her bölümünde bir mevsimi, bir hayatı anlatır bize. o mevsimler o kadar canlı akatarılır ki, mevsim yazsa bile kışın soğuğunu hissedebilirsiniz.
tüm sanat eserlerinde esas amaç katharsistir. yani, izleyici/okur/dinleyici kendini hayatı kopyalayan eserlerden birinde var eder. bu varlık onda duygusal doyuma ulaşmayı ve duygusal boşalmayı sağlar.
aristoteles'in de platon'un da ortak olarak sanatta var olduğunu ve hatta var olması gerektiğini savundukları kavram, taklit.
tek fark, ikisinin de bu taklit işine yaklaşımlarıdır.
arsisto, mimesis'in sanatın * doğduğu nokta olduğunu söyler. ancak her sanat eserinin de bariz taklit üzerine oluşması gerektiğini savunmaz. platon'dan ayrıldıkları nokta ise işte buradadır; platon sanatın saf kopyalama olduğunu söylerken, aristo kopya işinin, sanatın bir tür yaratım işi olduğunu söyler. insanların doğasında taklidin bulunduğunu, sanat eseri ortaya koyarken kendilerini bir nevi tatmin ettiklerini ve mutluluğa ulaştıklarını iddia eder. hatta sanatın saf kopyalama olmadığını, sanatçının gerçekliği bir başka boyuta, medyuma taşıdığını söyleyerek yüceltir.
bilinenin aksine platon mimesis'e tamamen tü kaka demez. ancak daha çok bilinen kendisinin devlet'teki yaklaşımı olduğundan yanılınır. devlet'te sanatçının gerçekten 3 kat uzaklaştığını söyleyerek (ideaları taklit eden dünya - dünyayı taklit eden sanatçı), sanatçıları, "şairleri" devletinden dışlar. ancak kendi içinde çelişir mi denir, nedir; bu sanatçıları ion dialogunda yeniden mazur gördüğünü bildirir. ion'da konuşan sokrates, mıknatıs metaforuyla sanat eseri oluşturma prosesini kutsal bir işmiş gibi aktarır. ona göre, bir mıknatısın demiri etkilediği gibi, muse da sanatçıyı etkiler, ilham verir, o da karşısındaki kişileri etkiler ve bu zincir homeros'dan ion'a, ondan da onu takdir eden halka kadar devam eder.
buradan da anlaşıldığı gibi platon yalnızca tanrısal kaynaklı, tanrıya ve devlete methiyeler düzecek şairleri/sanatçıları devletine -nispeten- kabul eder ve onları kötü bir taklitçi olarak görmez.
platon'un sanat eserinin var oluş seyrini açıklamak üzere kullanmış olduğu kavramdır. ona göre sanatkar görüntüsel alemden çok etkilendiği için çeşitli yollarla gördüklerini taklit etmektedir; bilmemektedir ki o seyredip hayran kaldığı alem başka bir alemin gölgesinden, taklidinden ibarettir. güzellik, gerçeklik, kıymet ve töz eşyanın kendisinde değil idealar katındadır. dolaysıyla sanatkarın yaptığı taklit olanı taklit etmek, yansımayı yansıtmaktan ibarettir. işte bu düşüncesini platon mimesis kavramıyla anlamlandırmıştır. (bkz: eidiola)
müzik adına yapmış olduğu paylaşımlarla gönüllerde kimilerine göre taht kurmuş on birinci özgür ruhlu yazar..
evet itiraf ediyorum. benim gönlümde de taht kurmuştur. müzik kültürü oldukça gelişmiş düzeydedir. müzik adına yapmış olduğu paylaşımları her zaman sabırsızlıkla beklemekteyiz.
kendisiyle ufak çaplı da olsa sohbet etme fırsatım da olmuştur. nedense hiçbir zaman doğru Ânına denk gelememiştir bu sohbetlerim. sorun belki de benim doğru bir ânımda oldugum değildir kimbilir..
sohbeti gerçekten hoştur.
şiir gibi yazıları döktürür beyaz perdenize. kelime oyunlarını sever. tıpkı özdemir asaf'ın sözcüklerle oynadığı gibi.
yazılarını takip etmekten mutluluk duyuyorum , güzel yazılarını sürdürmesi dileğiyle...
sözlükte sayıları parmakla gösterilecek kadar az olan birikimli, aklı ruhu güzel insanlardan. Özellikle kitap, sinema ve müzik içerikli entrylerini okumak ayrı bir haz verir. Hepsinden öte Sigur ros'daş yazar.