tee vakti zamanında sinemada izlediğim , o herkesin ağladığı bölümde hüngür hüngür ağladığım ve sinemadan çıkışta "hayır böyle olmamalıydı yaa" diye senaryoyu değiştirmeye çalıştığım , bence aldığı ödülleri hakeden süper film.
2004 yapımı 132 dakikalık dram/spor kategorili, 4 oscar'lı harika film. Yönetmenliğini clint eastwood, senaristliğini paul haggis yapmıştır. 63 ödüllü filmin baş rollerini hilary swank, clint eastwood ve morgan freeman paylaşıyor. Bütçesi 30 milyon, gişesi 100 milyondan fazladır. 8.1 imdb puanına sahip.
Ne zaman denk gelsem izlediğim filmlerden biridir. Sondaki hastane sahnesini izleyenler genelde duygulandıklarını söylerler ama ben ağlamaktan kendimi alıkoyamıyorum. Kısaca oldukça güzel filmdir, hala izlemeyen varsa hiç beklemesin.
Konusu boks değil hayatla didişmek olan ince düşünülmüş ve yumrukların arkasına saklanmış senaryosuyla sorgulatan eser. herşey uğruna yaşamak, senle dalga geçen kim olursa olsun kendi bildiğini okumak. Nedenini öğrenmek ama hep kendi bildiğini yapmak. Sizle dalga geçen hayat olsa bile solunu hep yukarda tutmak. yaşamak için tersine hamle yapmak sırf ona inat. Hayallerine ulaşmak ve sonra ölmeyi dilemek. bazen sürekli aşağılanmaktır hayatı yaşamak. ama unutmayın her şampiyon* yenilebilir. inandığımız doğrular vardır hayatın bizden sakladığı ve bazen bize yalan söyleyecek yeni insanlar ararız, sırf istediklerimizi söylesin diye. "yeni bir menajer bulana kadar maggie". hepimiz mağlup çıkacağımız bir dövüşe oynuyoruz. Kimisi ilk round'da yere seriyor ve kazanıyor kimisi ise son round'a kadar dayanıyor kazanmak pahasına. Bir de kaybedenler var, maggie onlardan değildi. Frankie ona hep istediğini verdi. maggie rakibini yine ilk round'da yere serdi. Sonuçta her boksör maçtan sonra ringi terkeder hatırlananlarsa sadece onun yumrukları olur bu hayatta. peki ya sevdiklerimiz? onlar gerçekten bizim yumruklarımız mıdır? (bkz: mo chuisle)
final sürecinde yikim yasatan, dokunakli öyküsüyle hafizamda bir esaretin bedeliya da yesil yoltadi birakan izlenesi film. oyunculuk ve basit olarak gerçeklestirilmis çekimler gerçekten dikkat deger. ayrica oscar jürisi "aglatan" filmlere degil, "güçlü" senaryolara ödül verir.
ağlamama sebep olan 2. film. harika bir eser. konu zaten muhteşem; ama muhteşem olmasa bile sevgili freeman'ın sesi filmi muhteşem yapmaya yetiyor. büyüksün Red amca.
klasik boksör-yükselme filmlerinin aksine dram ağırlıklı bir filmdir. beğenilmesi zor, izlenmesi sabır isteyen ama kült olmayı hakketmiş bir sinema yapıtıdır.
Milyonluk Bebek'i izlerken, Frankie'nin Maggie'yi çalıştıracağını, Maggie'nin başarılı olacağını, zirveye tırmanacağını, daha sonra bir şekilde çöküşle sonuçlanacak bir hikayeyle karşılaşacağınızı biliyorsunuz. Maggie yatağa bağlanınca, Frankie'den "yaşama karşı" mücadelesinde yardım isteyeceğini, Frankie'nin ona yardım edeceğini ve hatta biraz kuvvetli bir seziniz varsa Maggie'nin "Mo chuisle"nin anlamını yine Frankie'den öğreneceğini tahmin edebiliyorsunuz. Şaşırtıcı bir yanı olmayan, hatta Rocky'den bozma klişeye teğet bir senaryoyla karşı karşıyayken, nasıl oluyor da filmin son yarım saati göğsünüzü ittire ittire sizi nefessiz bırakıyor?
2005 yılı Oscar ödüllerinde "En iyi Film", "En iyi Yönetmen", "En iyi Kadın Oyuncu" ve "En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu" ödüllerine layık görülen "Milyonluk Bebek", özellikle üç usta oyuncunun büyük katkısından faydalanıyor. Clint Eastwood, o bilinen ahlakçılığına, öngörülen bir senaryoya rağmen mükemmele yaklaşan bir filme imza atıyor. Sebebi çok açık; işine özen gösteren müthiş bir oyuncu kadrosu.
Oyunculardan bahsederken Eastwood ve Freeman gibi iki devden çok, Hilary Swank ile alakalı bir parantez açmak lazım. Swank'in ismini cismini bilmeyen birisine "Milyonluk Bebek"i izletseniz, bahsi geçen vatandaş herhalde "profesyonel bir boksör nasıl bu kadar başarılı oyunculuk yapıyor" diye şaşırırdı. Halbuki vaziyet tam tersi, daha beklenmeyen, daha zor bir vaziyet; profesyonel bir aktris resmen boks yapıyor! Swank'in Maggie rolü için olağanüstü bir ön çalışma yaptığı ve öyküde sözünden çıkmadığı antrenörü rolündeki Eastwood'u yönetmen koltuğundayken de pür dikkat dinlediği ortada. Maggie ve Frankie'nin ilişkisi, filmi bir "spor filmi" olmaktan kurtarıyor, kıyaslamadığım ama benzeştiği noktalardan dem vurduğum Rocky'ye göre ilk raundda avantaj sağlatıyor. Dövüşsüz, hareketsiz ama vurucu geçen son bölümde de bu ilişki izleyiciyi acıtıyor ve sarsıyor. Filmin öyküsündeki yükseliş ve son bölümdeki çöküşle gelen etki öylesine güçlü ki Frankie'nin dediği gibi, insan kendini daima koruma güdüsünde olsa, herhalde işe böyle vurucu filmlerden uzak durarak başlardı.
Frankie Dunn: Kuralı unuttun, kural neydi?
Maggie Fitzgerald: Solumu yüksekte tutmak?
Frankie Dunn: Kural kendini sürekli korumak. Neymiş?
Maggie Fitzgerald: Kendimi sürekli korumak.
Frankie Dunn: iyi, iyi...