mihail Mihailoviç Bahtin, 1895 yılında Moskova nın güneyindeki Orel şehrinde doğdu ve seyrek rastlanan tamamen birbirinden farklı heterojen bir dil ve kültür karışımı sunan kozmopolit sınır şehirleri Vilnius ve Odesa da büyüdü. St. Petersburg Üniversitesinde (daha sonra Petrograd olan) Eski Yunan ve Latin Edebiyatı ve filoloji eğitimi aldı, sonra 1917 devrimlerinin sonucunda kasabaya ilk önce Nevel e sonra da Vitebsk e taşındı. Aralarında Valentin Voloshinov ve Pavel Medvedev in bulunduğu diğer bilginlerle sözde Bahtin grubu olan birliği orada devam ettirdi. Bahtin bu grubun üyeleriyle çeşitli ilgi alanlarını, özellikle Kant ve Çağdaş Alman felsefesini ve Planck, Einstein ve Bohr un yeni fiziğini paylaştı. Bu süreçte aralarında ölümünden çok sonra yayınlanan Toward a Philosophy of the Act in de bulunduğu birçok çalışmayı tamamlamıştır. Dinsel etkinlikleri nedeniyle ortaya çıkan şüpheden ve 1938de sağ bacağının kesilmesini zorunlu kılan bir kemik hastalığından ötürü çalışamadığı sırada Bahtin, karısı Elena Alexandrovna tarafından geçimi sağlanarak 1924ten 1929a kadar Leningrad da (eskiden Petrograd) yaşadı. 1920 lerin sonlarında, 1929 yılında yayınlanan (ve 1929 Basımdan Üç Bölüm halinde kısım kısım çevrilen) Problems of Dostoevskys Art ı yazdı. Başkalarının adına bazı kitaplar yazmış olsun olmasın, bazen kitaplar ona atfedildi: Volshinov un Freudianism: A Critical Sketch and Marxism and the Philosophy of Language i ve Medvedev ve Bahtin in the Formal Method in Literary Scholarship i bunlardandır. Muhtemelen dinsel etkinliklerinin sonucu olarak 1929 yılında tutuklandı ve Kazakistan a sürgüne gönderildi. Burada, Saransk ta Mordovian Pedogolojik Enstitüsünde profesörlük kabul ettiği 1936 yılına kadar kaldı .1930larda ve 1940 yılının başlarında, Discourse in the Novel , Forms of Time and of the Chronotope in the Novel ve Epic and Novel dahil olduğu roman çalışmalarını tamamladı. Aynı zamanda 1941 yılında Moskovada Gorky Institute of World Literature a doktora tezi olarak sunduğu Rabeilas üzerine ana çalışmalarını bitirdi. 1937 deki büyük tasfiyeden kaçmak için Saransk tan Savelovo ya taşınmak zorunda kalan Bahtin, ikinci Dünya Savaşından sonra geri döndü, Stalin dönemi boyunca belki hayatını korumak için inzivaya çekildi. 1950lerde Saransk ta başarılı bir öğretmen olan Bahtin 1960ların başlarında onun Dostoyevski kitabını okumuş bir grup yükseklisans öğrencisi tarafından keşfedildi. 1961 yılında Toward a Reworking of the Dostoevsky Book başlıklı açıklamalar yazdı 1963te Problems of the Dostoevsky s Poetics kitabının ikinci basımını yayınladı 1965te Rabelias kitabını, Rabelias and His World u yayınladı Roman üzerine en önemli denemeleri topladığı TheDialog Imagination ı öldüğü yıl 1975te yayınladı
rus düşünür.
mihail bahtin işlerini, insanların nasıl davrandığını,
düşündüğünü, biribiriyle iletişim kurduğunu ve
bu eylem ve düşüncelerin onların kimliğini
nasıl şekillendirdiğini incelemek üzerine kurar.
Araştırmalarında, Marksist kuramcıların
tarihsel ve sosyal dünyayla ilgili işlerinden yararlanır.
bahtin'e göre Dil, öznenin oluşumunda önemli bir rol oynar.
insanlar sosyal etkileşimlerinde dili öğrenir ve
aynı zamanda onu üretir. Dil, sosyal ve kişisel olarak kurulmuştur.**
gibi kavramları ile bir edebiyat kuramından dil felsefesine geçişi pek sağlam gerçekleştirmiş filozoftur. postmodern dil düşüncesinin erken temsilcisidir.
not: bakınızlar iki hafta sonra tarafımdan doldurulacak.
trajik bir yaşamı olan, sovyet rusya'nın ömrünü yiyip yuttuğu filozoftur. öyle ki bacağı kesik ve sürgünde olduğu dönem, sigara saracak kağıdı kalmadığı için en önemli yapıtının sayfalarını sigara sarmak için kullanmıştır.
corduk'a düştüğüm notlardan az da olsa anlaşılabileceğini umduğum düşünürdür...
--spoiler--
teşekkür ederim hocam, zorlu bir süreç beni bekliyor ama hayatımın konusunu bulduğum ve kendi dert ettiğim şeyi çalışacağım için heyecanlı ve mutluyum. bakalım sonrası nasıl olacak.
senin durumun için yapabileceğim şey çok ama sanırım vakit kısıtlı. elimden geldiğince anlatayım. bakhtin'in dil anlayışı hakkında şöyle kısa notlar düşebilirim belki...
adam saussure'ün dil incelemesini içeriksiz buluyor, dil yetisinin incelenmesinin dildeki değişimleri ve gerilimleri açıklamada yetersiz kaldığını söylüyor. dil yetisinin altına somut dillerin koyulduğunu ve her somut dilin içerisinde canlı söylemlerin birbirleri üzerine katlanarak bir heteroglossia oluşturduğunu söylüyor. bu söylemlerin içerisindeki canlı sözceler üzerinden söylemlerin canlılık kazandığını belirtiyor. her söylemin nesnesine yaklaşım tarzı farklı olabilir, başka söylemlerin bakış açısı ile kesişebilir veya örtüşebilir. bunun nedeni nesneye her yeni bir yönelimin nesneyi yeniden tasarlaması, bunu yaparken de nesneye daha önceden yönelmiş bakışların gerilimleri ile hesaplaşmak zorunda kalması olarak açıklıyor. buna "nesnenin diyalojisi" diyor. ben ankara dilbilim mülakatında buna örnek olarak türban dediğimiz bir bezin ne hallere geldiğini anlatmıştım ve mülakatı geçmiştim.
şimdi... diyaloji terimi, söylemlerin karşı karşıya gelmesini anlatır. farklı söylemlerin birbiri ile karşılaştıkları temel mekan dil dünyası, yaşayan dünya. fakat bir de kendi söylemine sahip olan edebiyat, sanat, siyaset, hukuk gibi kurmaca söylemler var. bakhtin özellikle edebiyatın söylemlerini incelemek istiyor. ona göre roman, farklı söylemlerin karşılaştığı bir yapıyı sağlayan temel edebi tür. romanın ayrıca kendi söylemi olması da onu ayrıcalıklı kılıyor. şiir ise yalnızca şairin egemen söylemini içerdiği için monolojik ve söylemlerin karşılaşması ile oluşacak diyalojik yapıdan yoksun. bu açıdan bakthin şiiri dışlama heveslisi.
--spoiler--
yani, bilmesem şaka yapıyorsun sanacağım. * benim tez konum bu, ömrümü vereceğim konu da tam olarak bu. yani bakhtin'in türlerin melezleşmesi meselesini neden önemsemediği üzerinden konuya girip, şiirin de aslında diyalojik bir yapıya kavuşabileceğini, çünkü bir kültür nesnesinin dönüşmesinin önünde hiçbir engel bulunmadığını savunacağım. ve şaka gibi ama benim de çıkış noktam ikinci yeni, fakat edip cansever. *
alıntıyla da ilgili olarak, şöyle bir teorik açıklamaya gidelim...
bakhtin'in karşı çıkışı şiirin bir söyleme sahip olmaması yönünde değil. şiir bir söyleme sahiptir, en azından şairin temsil ettiği söylemi taşır. bu söylem mecburen politiktir, çünkü bakhtin'e göre her söz öncekiler karşısında yeni bir yanıttır, çünkü nesneye daha önce yöneltilmiş bakışlar ile karşılaşmak ve hesaplaşmak zorundadır. fakat bakhtin'in şiirde gördüğü asıl sorun şu: dostoyevski'nin karamazov kardeşleri'nde farklı söylemleri temsil eden karakterler var, bunun dışında bir de yazarın kendi söylemi var. ayrıca, bir de romanın söylemi var. fakat şiirde yalnızca şairin doğrudan konuşmasını içeren tek bir söylem var diyor bakhtin. bu yüzden, şiir bize asla heteroglot bir bakış sunamaz. bunu yapmaya çalışsa bile nihayet bunu dillendiren şairin kendisidir der. yani, şair bir başkasının ağzından konuşma fırsatını şiir türü içerisinde bulamaz der. dolayısıyla, şiir teknik olarak bu olanağı kendisinde taşımaz der. yani, söz konusu olan hasan hüseyin'in haziranda ölmek zor gibi politik bir şiiri dahi olsa, orada konuşan ve "bir basın işçisiyim/elim yüzüm üstümbaşım gazete" diyen hasan hüseyin'dir.
şimdi... ben bakhtin'e şu noktada karşı çıkarım... öncelikle, şair dediğimiz, bir poetikaya sahip olan bir sanatçı olmalıdır. dolayısıyla, türün her örneğine şiir desek de ele alacağımız şair belli türden bir şair olmalı. edip cansever bunun iyi bir örneği. şiire düşünceyi, imgeyi, tragedyayı ve miti dahil edebilen bir şair. bakhtin'i yanlış çıkarabilecek bir dizi şiiri var üstelik. bunların biri çağrılmayan yakup, diğeri tragedyalar, diğeri ben ruhi bey nasılım, diğeri umutsuzlar parkı. bunların hepsinde heteroglot yapı mevcut.
rus coğrafyasının yetiştirdiği en büyük düşünürlerden birisidir. diyalojizm kavramıyla metinlerarasılık çizgisinin temellerini atmıştır. sanat ve edebiyat tarihiyle ilgilenenlerin ve roman teorisyenlerine kafa yoranların mutlaka hayatını ezbere bilmesi gereken birisi. severim seni bahtin.