izlemesi çok çok keyifli bir film.film bitince ben olsaydım kimlerle karşılaşmak isterdim diye düşününce top 4 listesi
-dostoyevski
-tolstoy
-edith piaf
-napolyon
şeklinde oluşmuştur.
marion cotillardın bu kadın gittikçe güzelleşiyor dememize yol açan filmi.onun dışında klişe sayılabilecek bazı ayrıntılar vardı ama izlenebilinitesi olan bir film. woody allen ve onun kadın erkek ilişkilerini sorgulamaktan vazgeçmeyen tavrı bana bu adam yetmiş yaşında değil mi ya demekten alıkoyamadı. ayrıca hiç bir zaman geçmişte yaşamak istemediğimdenmidir nedir geçmişte yaşamak isteyen insanlar var mı gerçekten merak ediyorum. filmin sonunda vermek istediği mesaja giderken o kadar uğraşmasına gerek yoktu yani geçmiş ya da geleceğin günümüzden pek bir farkı yoktur heralde.
--spoiler--
onun haricinde adamın pariste kalıp plakçı kızla olması bence filmin sürreal tek kısmıydı diyebilirim.
--spoiler--
Filmin açılış sahnesi çok şey anlatır. Gündüzleri insanlar gayet sıradan ve normaldir. Yağmur yağdığı an da Paris'in güzelliği ortaya çıkmaktadır. Geceleri ise Paris kendine aşık eder. Yani aslında insanları ışıltılı kılan Paris'in pırıltısıdır.. Gil karakteri de tam anlamıyla Paris aşığı. Aslında öyle birşey ki Paris'e aşık olan insanlara Paris'te aşık olur. Aşkın şehri unvanı buradan geliyor. Her zaman söylemişimdir, Fransa'yı sevmem ancak Paris'e aşığım.. Ana karakterimiz de durgun, sakin, huzurlu ve fazlasıyla alçakgönüllü biri. Çoğu yazarın ve tiyatro sanatçısının yeri Paris'tir nedeni ise bu huzuru aramaları.
Woody Allen harika bir filmle karşımızda. En iyi özgün senaryo ödülünü hak etmesinin yanında hakkını da veriyor. Senaryo ve kurgusu çok iyi. Zaten öyle masalsı, şiirsel anlatımı var ki bitirdikten sonra tekrar izleyesiniz geliyor. Anlatılmak istenen şeyler çok iyi anlatılmış. Özellikle Paris şehrinin o parıltılı ve büyüleyici atmosferini sormayın gitsin. Mümkünse BluRay izlemenizi tavsiye ederim. Oyuncu kadrosu ise güzel ve çok eğlenceli tipler mevcut. Hele ki Dali neydi öyle. Bu arada Owen Wilson yerine kimi düşünürdüm derseniz kesinlikle Kaya Çilingiroğlu derim. Allen abimize selam olsun.
Film başladığında filmin bilgiç ve gıcık karakteri, filmin ana karakterinin nostaljik takıntısını yerle bir eden çok güzel laflar ediyor. O an filmi durdurdum ve ilk defa acaba Woody'yle bi konuda ters mi düşeceğiz diye endişelendim. Çünkü doğru lafları filmin kötü karakterine söyletmişti. Owen'ın oynadığı ana karakter Gil ise tersini düşünüyordu.
Fakat endişelerim boşa çıktı. Çünkü Gil de bu fikre gelecekmiş. Zaten filmin anafikri buymuş. Adriana ile ikinci defa daha geçmişe gittiklerinde Adriana'nın tıpkı kendisi gibi yaşadığı zamanı sıkıcı bulup daha bi geçmişi tercih etmesi Gil'de ampulü yakmasını sağlamıştı. Zaten o gittikleri ikinci geçmişteki dehalar da kendi zamanlarından şikayet edip rönesans zamanına öykünüyorlardı. Ve Gil'in (aracılığıyla Woody'nin) dediği gibi rönesans zamanına gitsen onlar da eski çağlara öykünüyor olacaklardı.
Woody bize bu budalalığın ne kadar saçma ve rezil bi takıntı olduğunu gösteriyordu. Bunun için de Gil'in bugüne yabancılaşıp geçmişte huzuru aramasının bi inkar süreci olduğunu anlatıyor, bunu daha bi gözümüze sokmak için de bugün evleneceği kadının kendisini aldatıyor olmasına kör kalmasını gösteriyordu. Nostalji budalalığı bugünden korkan, bugün etrafında olan bitene kör kalmayı tercih eden bir gerizekalının takıntısıdır diyordu. Üstelik sen bugünü ne kadar kötülersen kötüle, mutlaka elli sene sonra bugünü de öven yeni bir nesil çıkacaktı.
woddy allen'ın son filmidir. baş kahramanımız asosyal ama entelektüel bir yazar. nişanlısının ailesinin paris'e taşınması üzerine paris'e gelirler ve paris'te ayrı bir dünya ile karşılaşır. her gece paris sokaklarında dolaşırken birden kendini salvador dali, pablo picasso gibi bir döneme damgasını vurmuş sanatçıların içerisinde bulur. hafif şizofrenik bir o kadar yaratıcı bir film.
woody allen ' ın yıllar içindeki ilerlemesinin göstergesi olan oscarlı filmi. yine mevzu sanatçı bunalımları etrafında dönüyor, allen'ın çoğu filmindeki genel format geçerli; ama harika bir paris fonu ve ünlü sanatçılar resmi geçidi eşliğinde...dolayısıyla izlemesi keyifli...adrien brody'i salvador dali rolünde izlemek de ilginç gelebilir.
--spoiler--
Gil: Romanımı okumanı ve senden fikrini duymayı isterim.
E.Hemingway: Hiç beğenmedim.
Gil: Daha okumadın bile.
E.Hemingway: Kötüyse beğenmeyeceğim. iyiyse kıskanacağım ve daha çok nefret edeceğim. Başka bir yazarın fikrini duymak istemezsin.
--spoiler--
hoştur. felsefe kırıntılarıyla tatlandırılımış yağmurlu bir öğleden sonrasını hatırlattı bana nedense.ufak bi kesit hayattan. uzaklaşma isteğinizi tetikleyebilir yalnız.
üstad woody allen'den bir paris güzellemesi kahramanımızın woody allen'ın paris hakkındaki düşüncelerini dile getiren replikler ve henüz filmin başında paris sokaklarını göstermesi bunu destekler, ancak her şehrin bir varoşu olduğu gerçeği ve paris'teki o varoşu yakinen bilen biri olarak paris'e yapılan güzelleme değil, annie hall ile kendisini kahramanım ilan ettiğim woody allen'ın geçmiş, şu an ve gelecek hakkında uzun aralıklarla kısa kısa düşündüğüm ve netleştiremediğim düşüncelerimde biraz olsun yol katetmemi sağlamıştır. woody allen'ın sıradan bir yönetmen ya da senarist olmadığını gösteren en etkileyici filmlerden biri olarak nitelendirmemin nedeni budur. tabii annie hall'dan sonra.
sevilesi, izlenesi, özellikle mütemadiyen geçmişi özleyenlerin, geçmişte yaşama arzusu duyanların mutlaka izlemesi gereken bir filmdir. müzikleri de en az film kadar şahane olmuştur. mükemmel.
yapılan yolculuklarda tanışılan her yeni kişiyle heyecan ve tatlı bir tebessüm hasıl olmuştur bünyeme.
oyuncu kadrosu ve performanslar, woody allen ın hayal dünyası ve bakış açısı, eşsiz kareler derken tadın damakta kaldığı bir film olmuştur bu film.
sonu, filmin tümünün yanında buruk kalsa da woody allen'in sözüm ona yahudi lobi'siyle falan yükselmediğini kanıtladığı film. fantastikse fantastik, komediyse komedi, sanatsa sanat. kısacası, entel adammışsın woody. yani entelektüel birikimini filme fazlasıyla yansıtmış woody allen.
owen wilson filmde aynı eternal sunshine of a spotless mind'daki jim carrey gibi çük gibi dursa da bir süre kendisini sonra filme tamamen yerleştiriyorsunuz. çok geçmeden de tüm rollerin woody allen'ın kendisinin bir parçası olduğunu anlıyorsunuz.