yunan yönetmen theo angelopulos'un 1998 cannes film festivalinde altın palmiye alan filmi. yalnız, terk edilmiş, geçmişe dair yaşananları kafasından atamayan yaşlı bir sanatçı vardı, bir sokak çocuğunu çocuk tüccarlarından koruyup ona sahip çıktıktan sonra, bu çocuktan ayrılamıyordu, hatırladığım kadarıyla. filmde sürekli karanlık ve ağır bir hava vardı.**
eleni karaindrou'ya ait olan müzikleri, hem dünya genelinde, hem de ülkemizde reklamlarda, orda burda çok kullanılmıştır.
Klasik sinema anlatımını Brechtci bir tavırla altüst eden Büyük usta (bkz: Theo Angelopoulos), yaşamak için bir gün tek günü kaldığını öğrenen hastalığına direnmeyen ama bir günlük yaşamdan da kopamayan sözcük avcısı
bir yazarın geçmişe yaptığı anlarla dolu yolculuğunu, Arnavutluk sınırındaki beyazdan en loş tonlara ulaşan nefes kesici sahneden, yağmurluklu bisikletlere, belediye otobüsündeki orkestradan, elinde kızıl bayrağıyla uyuyan devrimciye kadar unutulmaz imgelerle süslüyor. Bitmek tükenmek bilmeyen uzun sekansları, klasik kurgu anlayışını parçalayan tek plan çekimleri, zaman anlayışını altüst eden flash-back'leri ve imgelerle yüklü senfonik anlatımıyla Sonsuzluk ve Bir Gün tam bir sinema şöleni
mutlaka izlenilmesi gereken bir film. izleyenlerin çoğunluğu sıkıldım,uykum geldi gibi sözler söylemelerine rağmen insanı bağlayan,sürükleyen bir tarafı var bu filmin. *
soundtrack parçası inanılmaz hoş olan film. bilmeyenler için şöyle tarif edeyim; genelde eski belgeseller yayınlanırken alta bu filmin müziği koyulur. atatürk'le ilgili belgesellerde de bu müziği duymanız mümkün.
yunan yönetmen theo angelopoulos'un yönetmenliğini yaptığı ve kendisine altın palmiye kazandıran muhteşem film. daha önce müziğiyle bu derece uyumlu olan bir film izlememiştim.
sozsuzluk ve bir gün diye, türkçede karşılığı olduğu kelimelerin içini doldurmakta üstüne olmayan bir theo angelopoulos filmi. beklentileriniz hat safhada izlemeye başladığınız filmden öyle yalın ayak, öyle kırgın ve şaşkınlık içerisinde sonda bulursunuz ki kendinizi hangi ara ağlamışsınız hangi ara silmişsiniz gözünüzden akan yaşları zamana dökemezsiniz. '98 yılı yunan yapımı bu film aynı sene cannes film festivalinde altın palmiye kazanmıştır ki açıkcası beni etkileyen yanı angelopoulos un bu festival sırasında yapmış olduğu bir röpörtajda söyledikleridir;
- doğaya akmaya başladım, domates yetiştiriyorum artık. demiştir pöpörtajının sonunda.
filmde ölümcül bir hastalığın eşiğinde olan ve hastaneye yatması gereken bir adamın bir günü anlatılır * ama nasıl bir gün ki bu, cidden sonsuzluğa uzandığının tadını hissedersiniz. küçücük bir bedende yıllanmış bir ruha tanık olursunuz ayrıca, size para karşılığı yepyeni kelimeler vermeye hazır... ve yine angelopoulos a dair bir entrynin sonunu onun karakterinin satın aldığı kelimeyi ona adayarak bitirmeli; yabancı...
Bu dünyaya veda etmek üzere olan yaşlı insanlarımıza ve ülkelerine veda etmek zorunda kalan mülteci kardeşlerimize selam olsun.bugüne kadar izlemediğim için üzüldüğüm başyapıt.
uzun süre izlemedim bu filmi, bir türlü olmadı. hep merak ettim, belki de yorumlara çok kaptırıp çok büyüttüm gözümde. daha farklı bir şey bekliyordum sanırım. nedendir bilmem sarmadı film beni. evet çok samimi şeyler vardı, gözlerim doldu yer yer ama o aradığım şeyi bulamadım. takıldığım şey durağanlık falan değil. kaldı ki tarkovsky, bela tarr, bergmanhastasıyım. müziklere diyecek lafım yok. ayrıntılar zaten çok iyi. ama genele baktığımda ben beğenmedim.