Mevlana, 1244’te Şems-i Tebrizi ile tanışmasından sonra büyük bir değişiklik geçirmiştir. Bu karşılaşmadan önce binlerce insanın izlediği örnek bir Hanefi imam olan Mevlana, Şems’le karşılaştıktan sonra sıra dışı ve geleneklere meydan okuyan biri olmuştur.
Bazı kaynaklara göre 40 gün, bazılarına göre üç ay, bazılarına göre altı ay süren bir halvet döneminden sonra Mevlana’nın artık tüm zamanını Şems’le geçirmesi, ders ve vaaz vermeyi kesmesi, Hint alacası renginde bir hırka ve bal rengi külah giymeye, sema ve raksa başlaması hem Sünni ulemayı, hem ailesini, hem öğrencilerini hem de halkı rahatsız etmeye başlar. Bu rahatsızlık giderek Şems’e kine dönüşür. Öyle ki, Şems 1 Mart 1246’da (yani karşılaşmalarından 15 ay 20 gün sonra) Konya’dan ayrılıp Şam’a gitmek zorunda kalır. Ancak Mevlana bu ayrılığa dayanamaz. Şems’e durmadan mektuplar yazar. Sonunda babasının haline dayanamayan oğlu Mehmed Bahaeddin (Sultan Veled) Şam’a gidip Şems’i bulur ve Konya’ya getirir. Yıl 1247’dir. Ancak tepkiler devam eder çünkü Mevlana sema ve raksa devam etmekte, bu sefer de yas tutanlara has siyah giysilerle gezmektedir. Üstüne üstlük testilerle şarap içmektedir. iddialara göre bu işret âlemlerine karısı ve oğlunu da katmaktadır. Sonunda olan olur. Şems 1247 yılının sonunda ortadan kaybolur. (Ahmet Eflaki’ye göre, Mevlana’nın oğlu Alaeddin ve arkadaşları tarafından öldürülmüştür. Bazı kaynaklara göre uzun yıllar iran’da yaşamış, doğal yollardan ölmüştür.) Şems’in kayboluşunun 40. gününde başına duman rengi bir sarık saran ve Yemen ve Hint kumaşından bir ferace giyen Mevlana, bu giysileri ölünceye kadar üzerinden çıkarmaz. Büyük kaybının acısıyla yaptığı semalar öylesine cezbedicidir ki birçok kişi onun semasının arkasından gitmeye başlayınca Sünni ulema iyice kızmaya başlar. Sema bidat sayılmaya başlar.
Son olarak, Mesnevi ve Fihi Ma Fih (‘onun içindeki içindedir’ ya da ‘ne varsa içindedir’ diye çevrilebilir) adlı eserlerinde ise onun islamcı yanına vurgu yapanların yüzünü kızartacak kadar müstehcen hikâyeler bulunur. Sadece Mesnevi’dekiler biraz daha ince bir dille, ikincisinde ise halk diliyle yazılmıştır. Bunların Hint, Yunan ve Roma edebiyatındaki hayvan hikâyelerinden (fabl) alındığı ve kıssalar çıkarmak için yazıldığı ileri sürülür. Bir fikir vermesi için bir tanesinin başlığını vereyim: “Bir eşekle cariyenin ilişkisine imrenen bir sahibenin durumu.”
Bana mantıklı gelmiyor normal sevgili cinsellik barındıran bir ilişki olduğu. Çünkü mevlana dönemin sevilen sayılan önemli bir imamı. Vaaz veriyor namaz kıldırıyor vs. Şems gelince herşeyden vazgeçiyor. Şems dışında kimseyle ilgilenmiyor. Bu yüzden halk şemse düşman oluyor ve aralarındaki ilişkiyi sorgulamaya başlıyor.
Şimdi ben mevlana olsam şimdi bile çoğu kişinin kabullenemediği eşcinselliği, o zamanda yaşasam çaktırmamaya çalışırdım. Normal davranır saman altından su yürütürdüm. Mevlana ve şems salak mı böyle şiirler yazıp yıllardır insanların diline pelesenk etsin.
Bahsedilen aşk ilahi aşk. Kendi içinde allahı ararken bir başkasının yol göstermesi. Yoldaşlık etmesi.
alkibiades sokrates'a direkt şöyle demiştir: "sendeki bilgiyi bana da öğret, bunun için geldim". (yatağına sokularak)
yeri gelmişken anlatayım; sokrates'ın cevabı mükemmeldir. "bu pek adil bir ticarete benzemiyor genç, bilgi senin hayatını kurtarabilir, bedenin ise benim sadece bir anlık zevkim olabilir.."
ondan sonra alkibiades sokrates'ı gördüğü her yerde utanıp arkasından atıp tutmuştur fakat sokrates alkibiades hakkında hep "neden bana bu kadar düşman oldu bir türlü anlamıyorum (tabi ki farkında olmasına rağmen)" falan demiştir. ah, sokrates reyiz...
kaynak: -ya plutark'ın ya da platon'un bir diyaloğundan alıntı, tam hatırlamıyorum şuan.-
uzun süredir tartisilan "ulan acaba?" diye düsündüren iliski. kesin bir yargiyla konusmak dogru olmaz ama ben duygusal boyutta oldugunu düsünüyorum. dönemi ve eserleri incelediginiz zaman cesitli ipuclari yakalaniyor. Okudugum bir kitaptan konuyla alakali bilgiler edinmistim.
ama en cok etkileyen "etme" siiri olmustu ve bu siir üzerine süphe duymaya basladim.
ülkemizde post-modern yazar geçinen herkesin üstüne kitap-hikaye yazarak iyice magazinel hale getirdiği, yüzyıllar öncesinden iki erkeğin ateşli, kanlı, pansumanlı ilişkisidir.
yıllardan beri sorgulanan ve aslı astarı belli olmayan, ispatlanamayan sadece şems ile mevlana arasında geçen suizanda bulunan ilişkidir. hep, "mı acaba?" diye bıyık altından da kıs kıs gülünen bir vaka. şimdi birisine sıkı fıkı arkadaşı olduğu birisi için " lan ne ayak sen bunla?.. he?" gibi sorulduğunda nasıl insan köpürürse bu gibi sorgulama yaparken dikkatli olmakta fayda var.
manastırlardaki papazlar arasında eşcinsellik nasıl almış yürümüşse, shaolin tapınaklarındaki rahipler arasında da eşcinselliğe rastlanmaktadır. doktrinlerin cinselliği yasaklaması sonucu baskı altında olan libido en yakın kişiye, hemcinsinde patlayıveriyor işte. lakin " iki erkeğin yalnız kalması zinadır" diyen sibel üresin gibi de olunmamalı.
mevlana ile şems'in arasındaki ilişki bundan sonra da kıyamete kadar "mı acaba?" larla sürer gider.mevlana'nın şems'e hitaben söylediği sözlere gelince, kişilerin kullandığı kelimeler karşısındaki kişinin ruh haline göre algı değişikliğine bağlıdır. mesela "sevgilim" kelimesi karşı cinse söylendiği gibi sevilen bir hemcins içinde söylenebiliyor zaman zaman." biz bu arkadaşla sevişiriz çok iyi dostuzdur" derken bu kavram sevgi kelimesinden türetilmiş oluyor" ama, "ne? sevişiyormusun? nihohohaha" diye soran birisinin ruh halini sorgulamak lazım. adam "cinsel ilişkiye gireriz" demiyordur. birbirimizi severiz anlamında kullanıyordur. ama sonuçta cahil dolu bir ülkede yaşadığımız için tehlikeli kelimeler bunlar.
mesela bir kız "benim ilk aşkım babamdır" dediği zaman bir adam öküz ise " yavşak yavşak gülmeye başlar. ama manevi hayata ve sevgi bağlamında hayata farklı bakan biri bunu olgunlukla karşılar ve değerli bir erdem olarak bakar.
burada insanları ilgilendiren mevlana'nın ve şems'in insanlara verdiği ilahi mesajlar mıdır yoksa kişiliklerinin sorgulanması mıdır? böyle acayip bir ilişki varsa "benim için mevlana ve şems bitmiştir" diyen de olabilir, olsun adam gay mey ama beni sanatı, söylediği şarkılar, eserler ilgilendirir deyip çoğu sanatçıyı savunan olduğu gibi de mevlana'yı ve şems'i savunan olabilir. aklıma aziz nesin'in "okuyucunun, sevdiği bir kitap yazarı hakkında merak ettiği şeylerin en başında , o yazarın eşcinsel olup olmadığı gelir" cümlesi geldi şimdi. aziz nesin'in bile dikkatini çekmiş bu mevzu. kısacası bu pirinç daha çok su kaldırır.
şimdi burda birkaç önemli husus var, bunlara değinip o şekilde konuyu ele almakta yarar var.
1)bir kere en önemli husus o dönemde homoseksüelliğin çok yaygın olmasıdır. özellikle tarikat/tasavvuf ehlinde uzun dönem aile yaşantısından uzakta, riyazette, çilede ve tekkede geçen zaman erkeklerde buna meyli artırmaktadır. ve o dönemde böyle bir eğilime sahip kişilere 'şeyh hastalığına (homoseksüellik)' yakalandı derlermiş. şems, kalenderi idi. kalenderiler toplumdan uzakta yaşamaktaydı ve o dönemde bir insana 'kalender biri' dendiği zaman aslında küfredilmiş olurdu. (şimdi şiiliğin bir kolu olan dürziliğe dendiği gibi. küfür amaçlı insanlara 'dürzü' denilir) insanlar kalenderlere iyi gözle bakmazlardı çünkü temel özellikleri casusluk, serserilik ve işsiz güçsüz yaşamaktı. bir anlamda günümüzdeki diliyle söyleyecek olursak 'anarşist'tiler. bütün kurulu düzene başkaldırıyorlar ve okuma-yazmaya, kültüre ve medeniyete düşman yaşıyorlardı. bu başkaldırının içinde elbette aile hayatının olmaması düşünülemez. hemen hemen bütün kalenderler ailesiz, yurtsuz yuvasızdı. nerde akşam, orda sabah bir hayat stillleri vardı. elbette tüm bunlar b onların homoseksüel olduğunu göstermez. ama bu eğilimi gösteren kalenderler de mevcuttu.
2)mevlana'nın şems ile böyle bir münasebeti olup olmadığı belli değildir. fakat mevlana oğlu sultan veled'i (henüz 15-16 yaşındaydı) şems'in yanına derse yolladığında çok endişe içinde olduğunu anlıyoruz. çünkü şems'i, sultan veled'e birşey yapmasın diye uyarıyor. onun çok genç olduğunu, masum olduğunu filan söyleyen ifadeleri var. bundan da anlaşılıyor ki şems'in böyle bir eğilimi var. belki de oğlancıydı ve mevlana onu biliyordu. korkusu ondan olsa gerek. yoksa endişe duyup, onu uyarma gereğini hissetmezdi.
3)elif şafak her ne kadar olayları çarpıtıp kimya'nın şems'e aşık olduğunu söylese bile hakikat öyle değildi. kimya genç yaşta mevlana'nın yanına gelmiş bir köleydi. ve mevlana'nın genç oğlu alaaddin'e aşıktı ve elbette alaaddin de ona. karşılıklı birbirlerini çok seviyorlardı. fakat mevlana bu aşka saygı göstermedi ve belki de şems'i homoseksüellikten vazgeçirmek için kimya ile evlendirdi, bu belki de şems'in isteği idi. 60 küsür yaşında olan, saçı başı olmayan, çirkin şems'ten kimya nefret etti. bunu şems'in kitabı makalat'taki sözlerinden anlıyoruz. kimya'nın evi terkettiğinden, kendisini sevmediğinden bahsediyor satır aralarında ve kendisini çok üzdüğünden. Kimya sık sık nefret ettiği şems'i görmemek için evi terkediyordu. her seferinde mevlana araya giriyor, arattırıp zorla tekrar eve getiriyordu. şems, kimya'nın bu gidişlerine çok üzülüyordu. bir gün kavga sırasında -büyük bir ihtimalle- kimya'yı öldürdü. (boynuna veya karnına vurarak) derd-i gerdan nedeniyle öldü kimya. kimya'nın ölümü alaeddin'i çok üzdü ve bu olaydan sonra evi terketti, babasına küstü ve ölümüne kadar da bir daha babasıyla konuşmadı. mevlana ona hitaben bir şiir yazdı. o şiirinde onu 'eşek' olarak nitelendiriyor ve defalarca eve çağırmasına rağmen gelmemesini de akılsızlıkla suçluyordu. çocuğunu bile bile ölüme gönderdi mevlana.
olaylar bu şekilde cereyan etti.. daha neler neler....
Orjinali konyadaki mevlana müzesinde ; mevlananın kendi el yazması iledir :
Mevlâna ve Şems arasında geçtiği söylenen hadisede de görüldüğü gibi, Vahdet-i vücud, kadın kılığına giren Tanrı ile seviştiğini iddia etmektir. Ne gariptir ki; ALLAH'a söverek nara atan sarhoş bir sokak serserisini, öldürmeye-dövmeye kalkan sofî, Şems ile Mevlana arasında geçtiği söylenen şu hadiseyi kutsar veya sessiz kalır: 'Mevlana Şemsin yanına girdi. Şems şahane bir çadırda oturmuş Kimya Hatun ile oynaşıyordu. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı koca oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems (Mevlâna'ya) içeri gel diye seslendi. Mevlana içeri girdiğinde Şems'ten başkasını görmedi. Kimya nereye gitti? dedi. Şems: Yüce Tanrı beni o kadar severki, istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya Hatun şeklinde geldi' buyurdu.
kendini insan sanan kimi iki ayaklıların, iki erkeğin saatlerce bir mekâna kapanıp ne yapabilecekleri hakkındaki fikir(!) ve yorumlarıyla(!) -zirâ insanın fikri neyse zikri de odur- şekillendirmeye ve sınıflandırmaya çalıştıkları ilişki.
her iki ayaklı düşünme, analiz etme, yorumlama yetisine sahiptir diye bir şart yok tabii.