annesinin ağıtları içimizi dağlamıştı bir zamanlar. ölümü hakketmemişti. görevini yapan bir gazetesiydi.. 1996 yılında polis dayağıyla şiddet görerek yumdu hayata gözlerini.. sende diğer aydın insanlar gibi yüreğimizdesin göktepe..
semtimizce sevilen bir gencmis. babam oyle soyler. istanbula ilk geldiginde semt kahvesinde tanismisligi varmis. annesine cok uzulmus , o zamanlar bizim gibiler hep aglardi. metin icin toplanildiginda annesi agitlar yakarmis. babam koyden yeni gelmis buyuk sehre o zamanlar iste. kendi annemi gordum kadin da oturdum agladim der babam.
annesinin ben oliyim deyislerini duydukca irkilirim.
işkencede katledilen devrimci bir gazeteci. ölümünün ardından bir türkiye klasiği olarak yalanlar ve iftiralarla dolu bir tezgah tertip edilmiştir. katilleri sözüm ona cezalandırılıp 1yıl 8ay hapis yatmıştır. katili devlettir.
"Evde oturmak çözüm değil. Ben eylemlere gitmeseydim, bağırmasaydım, sokağa çıkmasaydım ne olurdu? Ağlardım. Ağla ağla biter mi bela? Mücadele edecek, bağıracaksın. Hem de kararlı olacaksın. Kadınların görevi çok. Bana ne demekle olmaz!"
Metin öldü dediler. Her ölümle biraz daha ölürken ben, ne de kolay, doğal söylediler! Tanıyordum ben Metini; dürüst, çalışkan, temiz bir çocuktu. Saygılı ve naifti. Gazeteciydi Metin. Evrensel gazetesinde çalışıyor, yazıyordu. Fadime Ananın da dediği gibi avukat olacakken gazeteciliği seçmişti meslek olarak kendine. Tek gayesi, derdi halka gerçekleri açıklamak, doğru bilgileri ulaştırmaktı. O gün gözaltında polislerce dövülerek öldürülmeseydi eğer bugün yine aynı dürüstlük ve kararlılıkla haber peşinde oradan oraya koşuyor ve yazıyor olacaktı.
Esenlerdeydi Metinin evi. Bilenler bilir; Esenler, istanbul un özellikle Doğudan göç almış, yoksul ve emekçi halklarının yoğunlukta olduğu bir ilçesidir. Eve vardığımda Metinin arkadaşları dışarıda yaktıkları ateşin etrafında toplanmışlar, yanan ateşin çıkardığı alevlerle bir yandan ısınmaya öte yandan içlerinde bir girdap gibi büyüyen o karanlık ve dipsiz derin acıya rağmen yine de güçlü görünüp hayata tutunmaya çalışıyorlardı.
Ateş yakar değil mi? Ve ateş acıtır eğer biraz fazla uzatırsanız ateşe elinizi. Oysa dışarıda yanan ateş neydi ki Metinin baba ocağına, Fadime Ananın yüreğine düşen ateşin yanında. Ve şimdi Fadime Ana oturduğu yerde sarsıla sarsıla hıçkırıklara, tepeden tırnağa acıya boğulmuşken, o acının ateşi beni de evdeki herkesle birlikte içine almış, alev alev yakar, dağlar olmuştu yüreklerimizi. Kaçmak, kurtulmak olanaksızdı. Öyle bir acıydı ki bu, katlanmak ve susmak dayanılmazdı. Salona girmeden hemen önce içerden gelen ağıt sesleriyle irkilmişken şimdi Fadime Ana Oy, Metinim Metinim diye oturduğu yerde bedeniyle sağ yanından sol yanına doğru yarım daireler çizip, iki elini vurarak dizlerine ağıtlar yakarken karşımda, ağzım dilim lal oldu, çaresizdim, içim titredi. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Ona bir Başın sağ olsun ana bile diyemedim. Hem evladını yitirmiş bir anaya nasıl sen sağ ol ya da geride kalanlar sağ olsun denebilirdi ki? Bunu ne o gün ne ondan önce ne de sonra hiçbir zaman anlayamadım.
Fadime Ana beni fark edince yer açtı oturmam için yanına. O acısının içinde bile beni düşünmüştü. Tüm analar gibi şefkatli, düşünceli ve özveriliydi. Oturduğu yerde sarıldım Fadime Anaya. Yüreğine düşen o acıyı paylaşarak azaltmak ister gibi, ruhundaki acının o dayanılmaz ağırlığını alıp fırlatmak ister gibi sarıldım. içini yakıp kavuran o ateşi sevgimle söndürmek ister gibi kucakladım onu. Ama nafile. O ateş beni de çekip almıştı çoktan içine. Konuşamadım.
Fadime Ana neden sonra duvarda asılı duran bağlamayı göstererek işte Ferhatım, bak Metinimin bağlaması orada, Metinim de çalardı ve türküler söylerdi bana dedi. Metinimin bağlaması öksüz kalmasın al onu ve hem de şimdi söyle bana diye ekledi. O an içim öyle bir fena oldu ki, bir an ona ne diyeceğimi bilemedim ama sonra şaşkınlıkla karışık olur dedim. Olur dememle birlikte sazı da kucağımda buldum. Kim ne vakit nasıl koymuştu o sazı kucağıma, hatırlayamadım. Çünkü ben o sırada Fadime Ananın gözlerine bakıyordum! Gözlerinin etrafında siyaha çalan, mor, yeşil halkalar oluşmuş, ağlamaktan gözleri şişmiş ve kıpkırmızı olmuştu. Acıdan kararmış gözlerinde ne bir ışık ne de bir parıltı görebiliyordum. O gözlerde sadece acı vardı ve insanı bulunduğu zaman ve mekândan kopartıp, aklını başından alıyordu.
Yıkılmış evim
Gözlerim Fadime Ananın gözlerinden odadaki kalabalığa kaydı. Az öncesine kadar acı içinde feryat figan ağlayıp, ağıtlar yakan insanlar susmuş, gözyaşları ıslak yüzlerinde parıldarken sanki Fadime Ananın beklenmedik bu isteğiyle öylece kalakalmış, zaman durmuş, onlar da o acıyla donmuş bana bakıyorlardı. Hepsi Fadime Ana gibi Metinin sazına ses vermemi istiyor, bekliyorlardı. Gözlerim çaresizce onlardan Metinin sazına kaydı.
Metinin sazını elime almaksa başlı başına bir acı, bir başka dipsiz duygu sarmalına düşmekti. Onun bir zamanlar üstüne titrediği, sevinç, öfke, acı, umut ve sevdayla türküler söylediği bu saza dokunmak yüreğimi dağlamıştı. O şimdi hayatta değildi, birileri birdenbire onu yaşamdan, anasından, sevdiklerinden, bizden hunharca hem de hiç acımadan çekip almış, geriye yazdığı yazılar, resimler, anılar, yaşanmamışlıkları ve bir de boynu bükük duran bu sazı kalmıştı ve o saz şimdi benim ellerimdeydi. Onun dokunduğu tellere şimdi ben dokunacak, onun bastığı akorlara şimdi ben basacaktım. Allahım bu nasıl dayanılmaz bir şeydi. Ben şimdi bu duyguyla ne çalacak ne söyleyecektim! Düşünmedim. Birdenbire Daye, Daye, Bekesa mı Daye türküsünün notaları ve sözleri döküldü içimden. Anam, anam, anam. Kimsesiz anam. Felek kıymıştır. Kara toprağa gömmüştür. Yıkılmış evim!
Gerisini söyleyemedim. Söylediğim her bir söz, bastığım her bir nota kocaman bir alev topu olup patladı ruhumda ve odada. Öyle ki az önce donup kalmış gibi bana bakan bu insanlar şimdi karşımda çığlık çığlığa, dizlerine vura vura ağlıyorlardı. Ve ben bu ağıtlara, bu acıya daha fazla ses olamadım. Sesim de sazım da sustu. Onlarla birlikte ağladım. Fadime Anaya sarıldım, ayağa kalktım. Dışarı çıkarken seslendi bana Ciğerim, Metinim için de söyle, onun için bir ağıt söyle dedi Fadime Ana. Evladını polis şiddetine kurban vermiş bir ananın bu isteğine ancak elbette denilebilirdi, ben de öyle yaptım ve başımı salladıktan sonra acıyla dolu salondan ayrıldım.
Kıştı. Geceydi. Fadime Ana içerde insanlar dışarıda ağlıyorlardı. istanbula kar yağıyordu. Gecenin ayazına ve kara tezat, benimse içim yanıyordu.
Ertesi gün uğurlamak üzere on binlerce insan katıldı Metinin cenaze törenine. Metinler ölmez sloganıyla inledi istanbul sokakları. Mezarlıkta Metin defnedilirken Fadime Ana Weey ben ölim lo! Weey beni de öldürün diye oğluna veda edip, ağıtlar yaktı. Yürek de can da bu feryatlara dayanamadı. Nasıl dayansın ki? Metinle birlikte içimizden bir parça orada, Fadime Ananın çığlıklarıysa kulaklarımızda kaldı.
Eve nasıl geldim bilemiyorum. Kış geceleri uzun olur, bitmek bilmedi bir türlü. Fadime Ananın Weey ben ölim lo diyen sesi yankılandı durdu gece boyunca kulaklarımda. Eve sığamaz oldum, bahçeye attım kendimi. Karla kaplıydı bahçe, sessizdi, çıt çıkmıyordu geceden ama Fadime Ananın sesi de benimle birlikte gelmişti ve geceyi değil belki ama benim benliğimi parça parça ediyordu. Soğuk hava bile beni kendime getirmeye yetmedi. Yeniden girdim içeri, o vakit duvarda asılı olan bağlama takıldı gözüme, gidip aldım onu asılı olduğu yerden, cam önünde duran koltuğa oturdum. Bağlamamın tellerine dokunduğum anda Fadime Ananın Metinle ilgili kulağıma fısıldadığı tüm o sözcükler ardı ardına dökülmeye başladı dudağımdan. Her bir nota, her bir söz birer ok oldu, vurdu beni yüreğimden: Ben anayım dayanamam. Yokluğuna alışamam. Gözpınarlarım kurudu. Ey insanlar ağlayamam. Weey ben ölim lo! Metinim sen ölme, dur ben ölim lo!
Metinin yerine ölemedi Fadime Ana. Hiç şüphem yok, elinde olsa her ana gibi, evladı için, seve seve, gözünü bile kırpmadan verirdi canını Azraile. Ama Azrail sormuyordu ki analara sen mi yoksa evladın mı? diye. Ve heyhat! Ne acıdır ki, ölen evlatlarla birlikte analar da giriyordu her seferinde diri diri o kabirlere.
Evet, resmi kayıtlara göre Metin öldü. Ama kendinden önce ölen binlercesi gibi o hâlâ bizim içimizde yaşıyor! Fadime Ana ise ölümü hiç konduramadı o gencecik ve babayiğit oğluna. Bugün bile hâlâ, oğlunu gazetede çalışıyor sayıyor.
Bense ağıt yakmak istemiyorum artık Metinlerin ardından, acılı analarının gözlerine bakamıyorum uzun uzadıya. Ben ki kendimi güçlü bilirim, dünyayı alırım gerekirse karşıma ama yine de susmam. Susamam, yıkar geçerim tüm barikatları tek tek ama ne zaman evladını yitirmiş acılı bir ana görsem karşımda tepeden tırnağa çaresizliğe düşmüş buluyorum kendimi, ağzım dilim lal oluyor, konuşamıyor, susup ağlıyorum. Yedi telli sazımı da alıp düşüyorum yeniden yollara ve yolculuklara ve haykırıyorum meydanlarda milyonlara: Ah! Analar, analar ağlamasın! Yürekler dağlanmasın! Savaşa Hayır! Ölüme Hayır! Barış olsun yarına dair!
Metine Ağıtın hikâyesidir. Metinin nezdinde, tüm Metinlere ve Fadime Analara, saygı ve selamlarımla
sonuç olarak bir gazeteciydi metin göktepe.
hangi tarafa eğilimli olduğu tartışılır.
bu ülkede bir gazeteci ne olursa olsun ödürülmemeli.
ona ağlayan bir ana var ki... yürekleri dağlıyor.
pkk nın liderini imralıda paşalar gibi ağırlayan hükümetler( yakalanmasından şu ana kadar olan süreç) savunmasız bir gazetecinin gazetecilerin; uğur mumcusu çetin emeçi ve daha nicesinin faillerini bulamıyor yıllardır.
güzel ve yürekli insan, katlettiler ama unutturamadılar unutturamayacaklar. katleden faşist polislerin ardılları ismini kirletmeye çalışa dursunlar o isim kirlenmez.
faşist polislerce katledilmiş onlarca yiğitten biri. idolüm, küçüklüğümden beri "ben böyle bir gazeteci olacağım" dediğim insan. adına şarkılar, şiirler, yazılar yazılmış. o kadar üzmüş, o kadar yaralamış... can baba da okurken yüreğe işleyen bu şiiri onun için yazmış
metin'in kafasında bir darp var
polis karakolundan morga kadar
mosmor
bir darbe var
yüreğimizde beynimizde
soruyor bir işaret fişeği
biz ölerek mi yaşamayı
öğreneceğiz hâlâ...
Orospu çocuğu polislerin döve döve katlettiği Gazetecidir. kuşkusuzdur doğruyu yazmıştır. asker, polis vs geberdiğinde eğer iş başında ise işini yapıyordur doğasıyla onu şehit kabul edersiniz, bu adamda işini yapıyordu, o da bir annenin evladıydı, emekleriyle büyütmüştü. doğruyu söylemek suçtu ama ülkenizde, katlettiniz ve hala (#14219624) gibi entryler ve düşünceler var çünkü yavşaksınız evladım adam değilsiniz piçsiniz. inatla ölüm istiyorsunuz, inatla haksızı savunuyorsunuz. şerefsizsiniz.
ve and olsun ki sana metinim bıraktıklarınla yeşerecek umutların bu topraklarda...
fotoğraf makinenle gerçekler çıkacak gün yüzüne ve objektifinle aytınlanacak kör-köhne zihinler..
1996 ile 2012 yılları arasında türkiye de basın özgürlüğü adına hiçbir şeyin değişmediğini acı bir şekilde gözler önüne seren çok değerli isimdir.1996 da sadece görevini çok iyi bir şekilde yapmak istediği için kendisi işkence edilerek öldürülmüştür. günümüzde ise henüz basılmamış kitaplar toplatılıyor, tek baskında birsürü gazeteci gözaltına alınıyor.maalesef 1996 dan günümüze değişen tek şey zulmedilenlerin isimleri oldu.
polis tarafından katledilen evrensel gazetesi yazarı. hukuk devleti, düşünce özgürlüğü, insan hakları dediğimiz bir ülkede asla unutulmaması gereken basın emekçisi.
yarınki anma öncesinde şöyle bir çağrı yayınlanmıştır:
"evrensel gazetesinin muhabiri metin göktepe, 8 ocak 1996 yılında polislerce katledildi. suçu sadece haber peşinde koşmak ve gerçekleri halka ulaştırmaktı.
bu katliamın hesabını sormak için bütün gazeteciler ve demokrasi güçleri birleşti. ve göktepe davası, düşünceye ve basına özgürlük mücadelesinin sembolü oldu.
aradan yıllar geçmesine rağmen ne yazık ki ülkemiz daha da geriye gitti.
- bugün yüzlerce muhalif gazeteci cezaevlerinde!
- naziler sokaklarda kitapları yakardı, akp iktidarı onları da geçerek daha basılmamış kitabı topladı.
- sadece düşüncelerinden dolayı 600 öğrenci hapishanelerde gün sayıyor.
- kürtlere haber yapmak bile yasaklandı ve sadece bir baskında 36 kürt gazeteci içeri alındı. yazıişleri müdürleri için yüzlerce yıl hapis isteniyor.
- göktepe davasının kararlı savunucularından ahmet şık, gazeteci nedim şener hiç yere cezaevindeler.
işte bu nedenle ölümünün 16. yılında metin olmak, bu kez düşünceye ve basına özgürlüğü en kararlı biçimde savunmaktan geçmektedir.
bu vesileyle metin göktepeyi bir kez daha anmak ve basın üzerindeki yasakları ve tutuklamaları protesto etmek için tüm halkımız yürüyüşe çağırıyoruz.
8 ocak 2012, pazar
atışalanı köprüsü (esenler)
saat 10.30