Attila ilhan'ın ufuk açıcı notlarından oluşur. Bir şiirin niçin yazıldığını, arka planında ne olduğunu söylerler. Değerlidirler. Hayalinizdeki şiiri bazen değiştirirler o da ayrı konu.
attila ilhan'ın nasıl attila ilhan olduğunun şiirler ekseninde otobiyografik yer yer eleştirel lirik ve gerçekçi anlatımıdır. meraklısına çok ama çok şey anlatır... roman gibi yaşanır...
yasak sevişmek kitabı'ndaki aynı adlı bölümde attila ilhan şunları anlatmakta:
'' yasak sevişmek'teki şiirler, son paris yolculuğumla ondan öncesini ve sonrasını kapsayan bir dönemin şiirleridir; paris'te 1962/65 arasında kaldım, öncesinde istanbul'daydım, yeşilçam'da senaristtik, rejisör asistanlığı filan ediyordum; sonrasında ise, izmir'de, demokrat izmir gazetesinde gazeteci olarak! bu dönem, bir yanımla batı üzerindeki düşüncelerimi aydınlığa kavuşturduğum, bir yanımla geçmiş şiirimizden yararlanma fikrini geliştirdiğim dönemdir, haliyle şiirlere de yansımıştır bu ikili uğraş!
ilginç saydığım bir noktayı acaba şöyle mi işaretlesem: yeşilçam'da sinemayla uğraşırken de, paris'te yaşarken de, şiir yazmadım pek. buna belki yazamadım demek daha doğru olur, paris'e doğru yeniden yola düşmeden, sinemaya ara verdiğim bir zaman oldu, bu kitaba giren şiirlerin bir bölümü bu zamanın ürünüdür, paris'teyse, bilmem fransızca ortamında yaşamak zorundan mıdır, yoksa daha çok kendimi romana, roman düşüncesine vermemden mi, şiiri daha çok algıladım da, yazamadım, o dönemin-birikimi, izmir'e döndükten, gazeteciliğe başladıktan bir süre sonra şiire dönüştü, o kadar ki, yasak sevişmek'in birinci basımına yetiştiremedim onları, ancak ikinci basımına girebildiler, bu arada, daha belâ çiçeği sıralarında uygulamaya başladığım eski şiirin sesini ve biçimlerini çağdaş özle geliştirmek ve yenilemek, çabalarını da bir hayli ilerlettim, bunun örnekleri kitabın sevilen şiirlerini oluşturdular.
yasak sevişmek, arkasından tutuklunun günlüğü'nün geldiği gözönünde tutulursa, paris havasının getirdiği batı ile geçmiş şiirden gelen doğu çelişkisinin belirli bir aşamadaki bileşimidir, bu bileşimi daha ileri bir düzeyde tutuklunun günlüğü yenilemeye çalışacaktır.
*biraz paris
biraz paris'in, bütünüyle, yukarda sözünü ettiğim paris ve batı havasını kitapta estiren şiirleri içerdiği besbelli, şimdi, hangi batı'yı ve hangi seks'i yayımladıktan sonra, öyle sanıyorum ki, bu şiirleri attilâ ilhan'ın düşüncesinde ve sanatında yerli yerine koymak daha kolay olacaktır, biraz paris, batının kültür değerleri üzerinde olduğu kadar, kökeni olan doğunun kültür değerleri üzerinde de düşünmeye başlamış, kendini batılı sayan bir doğulunun duygu ve izlenimlerini yansıtmaya çalışıyor.
şimdi bakıyorum da, ilk iki bölümde aşağı yukarı hangi seks'i yayımladıktan sonra, öyle sanıyorum ki, bu şiirleri attilâ ilhan'ın düşüncesinde ve sanatında yerli yerine koymak daha kolay olacaktır, biraz paris, batının kültür değerleri üzerinde olduğu kadar, kökeni olan doğunun kültür değerleri üzerinde de düşünmeye başlamış, kendini batılı sayan bir doğulunun duygu ve izlenimlerini yansıtmaya çalışıyor. şimdi bakıyorum da, ilk iki bölümde aşağı yukarı hangi seksi meydana getirecek çerçeve ve kişilerin şiirini söylemiştim, son bölümdeyse giderek tutuklunun günlüğü'ndeki teleks gibi bir şiiri verecek kapsamı geniş gözlemci bir duygusallığın.
/ biraz paris/
bu şiiri oluşturan üç parçanın her biri paris'te clichy'den barbes'e uzanan ünlü caddenin üstündeki üç daha az ünlü olmayan meydanın adını taşıyor. hangi seks'te de anlattığım bu cadde, bu meydanlar, paris'in hovardalık yaşantısında önemli yeri olan cadde ve alanlardır, günün her saatında yosmanın her çeşidini oralarda bulabileceğiniz gibi, geceleyin akla gelebilecek her türlü çapkınlık biçiminin düpedüz sergilendiğini de görebilirsiniz. ilk yolculuğumdan başlayarak, bu çevrede epeyce gezmiş tozmuşumdur ya, şiirini yazmak son yolculuğumdan dönüşümde oldu, anı olarak şunu da kaydedeyim: ya 63 ya 64 sonbaharında bir akşam oralarda dolanırken ağzımın içinde bazı mısralar çiğnediğimi farkettim, müthiş şaşırdım, şaşkınlığımın nedeni bu mısraların alışageldiğim gibi türkçe değil fransızca olmasıydı, bir kahveye girip kâğıda geçirdim bunları, sonra şiirle uğraşı hayli uzun olan bir fransız dostuma gösterdim, hem başarılı buldu, hem de ilginç, ne var ki ben onun bu iyimserliğini bir türlü paylaşamıyordum. o şiiri kaybettim, sonradan izmir'de kaleme aldığım biraz paris'te galiba o yanlış bir dile doğmuş öksüz şiirin imgelerinden ve
havasından bir şeyler de vardı,
('biraz paris'i oluşturan şiirlerin üçü de yüksel pazarkaya tarafından almancaya çevrilmiştir)
/yanlışlık balladı /
bu bölüm dört şiir içeriyor, bazıları birer insana yazılmış gibidir (josiane, margot, magda), bir tanesiyse avrupa tarihinden süzülüp gelen kadınlara (saksonya düşesleri), ilk üç ad, anılar ve acılar dizisini okumuş olanların hemen hatırlayacakları adlardır elbet, josiane hangi seks'teki josy'yi, margot adı üstünde aynı kitaptaki margot'yu, magda ise hangi sol'daki magda'yı çağrıştırır. demek yanlışlık balladı'nı yazarken ikili bir yanlışlığın altını çizmeye heveslenmişim, bunlardan birincisi cinsel çelişkiden doğan yanlışlıktır ki josiane ile margot bunun somut örnekleri oluyorlar, ikincisiyse doğu batı çelişkisinden doğan yanlışlıktır ki saksonya düşesleri'nde elle tutulur hale geliyor. bu dediklerim elbette şiirlerin iç nedenlerini anlatmak içindir, bunun dışında her birini teker teker bir paris ya da sevda şiiri diye okuyabilirsiniz, farketmez.
/ iki sonbahar kaçakçısı izmirde yakalandı / sisler bulvarı dönemi şiirlerinden başlayarak, bende, toplumcu siyasal serüveni ve bu serüvene bulaşmış kişileri bir gerilim filmi atmosferi içinde vermek, yaşantılarını çağdaş bir bunalım yaşantısının örnekleri olarak sergilemek eğilimi görülmüştür. beş şiirlik bu çalışmada da aynı şeyi yapıyorum, bir bakıma şiir batıdan doğuya bir yolculuğun şiiridir, bir bakıma, birtakım simgelerle o yıllar türkiye'sinde sanatçının ne türlü suçlamalarla karşı karşıya kalabileceğini anlatmaya çalışır, bir bakımaysa dokunaklı bir aşk şiiridir. teknik olarak, çağdaş insanın yaşantısında onca yeri olan gazete haberi ve haberciliği yöntemlerinden gizli gizli yararlanmıştır, bu yararlanmanın şiirin sevilmesinde etkili olduğunu sanıyorum.
*yasak sevişmek
/yaş kırktan yukarı /
paris dönüşü, izmir'de yazılmış bir şiir, adını ilkin auto-critique koymuştum, sonra galiba türkçe olmadığından tutmadım, değiştirdim, kırk yaşımı geçmiş olmanın verdiği hüzünle 'yaş kırktan yukarı' dedim, yanlış hatırlamıyorsam, yeditepe'de çıkmıştı, hatta şiiri gönderdiğim hüsamettin bozok iyice etkilenmiş, benim hayli bozuk bir moral içinde olduğumu sanmış, bir de teselli mektubu yazmıştı: üzülme canım, kalp sektesi geçiren arkadaşlarımız bile maşallah iyiler diye! ince düşüncelidir bozok! şiiri yazarken çok mu kötümserdim, bilmiyorum, genel olarak ölümün gerçekliğini etinde duyanların hayattaki her şeye karşı onarılmaz bir kırıklıkları vardır ya, şiirden sızan asıl odur sanıyorum, bildiğiniz gibi onun da çaresi yoktur.
/ ölmek yasak /
bu da tersine, koşullar ne denli kötü olursa olsun, ölüm düşüncesine direnmek gerektiğini işleyen bir şiir, gerçekte bunu paris'e gitmeden, istanbul'da yazmıştım sanıyorum, kitaba yerleştirirken ikinci basımda ikisini ardı ardına bilerek koydum, ölüm gerçeğinin sanatçıdaki diyalektik çekişmesine parmak basabilmek için.
/ demirboğan /
meraklısı bilir, romanlarımda boy gösteren kişilerin bazıları önce benim şiirlerimde soluk alıp vermişlerdir, aynanın içindekiler'deki miralay ferid öyle, kurtlar sofrası 'ndaki ibrahim cura öyle, işte demirboğan da günün birinde bir romanıma yerleştireceğimi umduğum ve sandığım tiplerden biri, şimdilik karanlık yaşantısını bu şiirde sürdürüyor.
/ artı sonsuz /
bu, bundan sonraki şiirler, yeşilçam yaşantısının benim için bir boğuntu olmaya başladığı günlerde,(yanılmıyorsam 1961 sonları) yazılmıştır, sinemada umduğu estetik uğraşı ve boşalmayı bulamayan sanatçının, bunu, şiirde sarfetmek istemesi de denebilir, yavaş yavaş başımda esmeye başlayan yolculuk yellerinin getirdiği avrupa çağrışımlarının itişi de! şiirle ilgili özel bir anı, şu: daha 1950'lerde izmir'de sanat yetenekleri olan ama çoğumuz gibi onları yeterince kullanmayan bir kızla tanışmıştım, şiirin ilk mısraı onunla sanat söyleşilerimiz sırasında mı doğmuştur, yoksa o mu ilk defa söylemiştir şimdi tam çıkaramıyorum, yalnız on yıl kadar içimde yaşadığı, sonra da bu ilginç şiirin doğmasına neden olduğu muhakkak, bu şiir yabancı dillere de çevrilen şiirlerimdendir.
/exodus/
avrupa esintisi pek açık değil mi? o günlerde claude istanbul'a gelmişti, savaş yıllarında nazilerin yahudilere ettiklerini bol bol konuşuyorduk, zaten bizim kuşağın bu konuya kulak dolgunluğu vardır, az mı film gördük, az mı kitap okuduk bu sorun çevresinde, üstelik benim ilk paris yolculuklarımdan bazı anılarım da var, bunlar birleşiyorlar, şiiri oluşturuyorlar.
/ ağustos mızıkacıları /
hakçası, bu şiiri çok uzak yılların gerisinde kalmış bir ingenin hayaliyle yazdım, sinema çevresinde rastladığım kadınların içlerinden bir yerinden daima bozuk oluşu, kendilerine ve güzelliklerine aşırı hayranlıkları, bencillikleri beni usandırmış olmalı, inge'nin bana yaşattığı eski uysal ve yumuşak günleri hatırlamışım, o günlerde onun bana anlattığı bir almanya çocukluğunu, izlenimlerini. son bölümde her şeyin bir hayal olduğu besbelli belirtilmiyor mu?
/ karanlığın tadı /
bundan önceki kitaplarımda hayli geliştirdiğim bir şiir damarım vardır benim, 'bursa'dan yaylımateş', 'başka adam', 'istanbul ağrısı' gibi şiirler bu damardan üretilmiştir, karanlığın tadı, epeyce bir zaman geçtikten sonra ozanın tekrar o damara el atması, yeni koşullar altında, nasıl bir şey çıkarabileceğini merak etmesinin sonucu, buna elbette şehir şiiri denecek ya, şehir şiirinin de delidolusu mu, başına buyruk, çağrışımların akıntısına kendisini kapıp koyvereni mi?
/ ben artık küsüm /
canımın çok sıkıldığı bir gün, bugünkü gibi aklımda, bir film şirketinden birkaç bin lira alacağımı hesaplıyorum, şirketin patronu inanılmaz bir yüzsüzlük ve soğukkanlılıkla önceden konuşulmuş olanları, verilmiş sözleri es geçip, bana birkaç yüz liralık bir çek yazıyor, üstelik bunu işini bilir usta işadamı, kurnaz tüccar halleriyle yapıyor. sessiz bir öfke içinde eve dönüyorum, şiir handiyse kendi kendini yazdırıyor,
('ben artık küsüm', 'yasak sevişmek', 'elimden gelen bu', televizyonda gösterilen 3. bölümlük şiir dizisinde 'klip'leştirilmişlerdi: 'geç kalmış ölü', yönetmen biket ilhan, oyuncular: selçuk özer, senem kayra, merih akalın)
/ yasak sevişmek /
kitaba adını veren bu şiir de benim birçok şiirlerim gibi dışardan bakınca rastgele bir sevda şiiri görünüşündedir, ama yine birçok şiirlerim gibi kabuğunun altında ilginç bir toplumsallık saklar, kitabın ilk basımının çıktığı günlerdi, türkiye sosyalist partisi'nden arkadaşım asım bezirci bir dergide yayımlanmak üzere bana sorular gönderdi birkaç tane, bunları cevaplandıracaktım, böylece kitabı tanıtmış olacaktı, o yazışma forum 'da çıktı, bu şiirle ilgili bölümünü aynen aktarıyorum:
"... kitabın adı yasak sevişmek, şiirin de adı öyle, söz konusu olan da gizli saklı bir sevişmek öyle mi?
bu şiirin kökleri taa 1940'lara uzanıyor; gençlik bilmem ne örgütü vardı, önüne geleni sansaryan hanı'na topladılar, bu arada beni de! haşan basri diye bir öğretmen varmış, bu işlerle ilgiliymiş, tanımam görmem, ele geçirememişler, sonunda karısının ardına takılmışlar; adamcağız karısını seviyor, görmeden de edememiş, bu da yakalanmasına sebep olmuş! sonra hasan basri kendini sansaryan hanı'nın üst katından atıp öldürdü, dehşetli etkilemişti beni bu olay, yıllarca içimde ağrıdı durdu, günün birinde, yasak sevişmek oldu çıktı ortaya, eğer bu duyumculuksa, ben duygucuyum arkadaş..."
/ elimden gelen bu /
sonraları üzerine daha bilinçli olarak eğileceğim bireysel diyalektik konusunun 60 yılları başlarında şiirime yansıyışı böyleydi. burada yine bir sevda şiiri havası ve düzeyinde, bireysel çelişiklik, karşıt duyguların çatışması anlatılmak isteniyor. o günler, istanbul'da kalmakla yeniden paris'e gitmek arasında bocalıyordum, şiirde duyumsanan biraz da budur. yalnız bunda değil hem, bundan sonraki ikisinde de.
/ yüksek gerilim /
elbette burada söz konusu olan elektrik gerilimi değil, insanların yaşantısına hükmeden koşulların yarattığı gerilim, bu beni ötedenberi ilgilendirmiştir, düşüncem odur ki çağdaş insan belki teknolojinin getirdiği yeni olanakların etkisinden, belki toplumsal ve ekonomik koşulların hızlı değişme ve gelişmesinden sürekli bir gerilim yaşamakta, bundan dolayı sürekli bir bunalım içinde bulunmaktadır, savaşların sıcak ya da soğuk sürüp gitmesi, hükümet darbelerinin, iç savaşların, genel grevlerin, ekonomik durgunlukların birbirini izlemesi, kişiyi, birey olarak da, belirli bir toplumsal sınıfın bir ünitesi olarak da boğmakta, bunaltmaktadır. ozana elbet bu gerilimi yaşamak ve yazmak düşer, bu şiir, böyle bir deney işte.
/ yorgunlar sendikası /
kendime göre sosyalizmle, sosyalistlerle ilgili bir şiirdir bu, özellikle bizim kuşağın sosyalistleriyle! paris dönüşü memleketi şiddetli bir sosyalizm kaynaşması içinde bulmuştum, buna hem sevindim, hem şaşırdım: sevinci açıklamak kolay, şaşkınlık daha çok sosyalizmle ilgili konulan yıllarca büyük yasaklar halinde yaşamış bir sanatçının her şeyin birden ortaya dökülmesinden duyduğu şaşkınlıktı, bu arada besbelli bizim kuşağın 'yorgunluğu'da dikkatimi çekmiş, baksanıza onu vurgulamak istemiş gibiyim. ayrıca, dipten dibe işliyen bir umutsuzluk, daha doğrusu güvensizlik de sezilmiyor mu? 'yeniden başlamaklarla geçiyor ömrümüz' mısraı neyi deyimler? 12 mart bu mısraa acı bir kehanet anlamı vermeyecek midir?
('yorgunlar sendikası', yüksel pazarkaya tarafından almancaya çevrildi)
*ç koçaklaması
ç koçaklaması'ndaki üç şiirin üçü de, beş aşağı beş yukarı,türk geçmişine ilişkin şiirler, ç koçaklaması'nı paris'te yazmıştım, mehmed sıradağları'na orada başladım izmir'de bitti, osmanlı kasidesi'ni ise, izmir'de tasarladım ve yazdım, bunlar, ulusal bileşim tezini geliştirdiğim sıralar, imge düzeyinde, bu teze destek olacak estetik araştırmalardır da denebilir, ufak bir dikkat, ilkinin türk halkının asya'dan küçük asya'ya gelişini, ikincisinin osmanlı dönemini, üçüncüsünün ise son on yüzyıllık tarih sürecinde halk olarak edinti ve özlemlerimizi özetlemek istediğini meydana çıkarır.
/ ç koçaklaması /
fransız ortamında dikkatimi bir şey çekiyor, savaşlarına, seferlerine aşırı önem vermeleri: halk olarak bir marifet mi yapmışlar, edebiyatları onu anlata anlata bitiremiyor artık, sonra sonra, aynı şeyin öteki halklar için de öyle olduğunu görüyorum. sözgelişi, beni israil'in göçü nice sanat eserine konu oluşturmuş, birden, öğrenciliğimizden başlayarak 'dalga geçtiğimiz' türk göçünün heybet ve dehşetini farketmeyeyim mi? öyle ya, bir halk, vatanını bırakıp, neresi olacağını bilmediği bir yere vatan aramaya gidiyor, hangi düşmanlarla karşılaşacağı, başına neler geleceği belirsiz, çapı büyük, boyutları son derece geniş bir toplumsal serüven bu, yazılsa yazılsa her şeyiyle türk olan bir destanla yazılır. yapmaya çalıştığım da bu. önce çok türk bir ses arıyorum, buluyorum: ç sesi, sonra içeriği halk ağzına yerleştirmeye çalışıyorum, bir iki aylık bir çalışmadan sonra oluyor, şiir varlık'ta çıktı sanırım, o tarihte başka bir dergide kim olduğunu hatırlamadığım bir yazar üzerine basmış, bu şiirle hanidir şiir yayımlamamış olan attilâ ilhan'ın hâlâ yaşadığına dikkati çekmişti, o günlerde türk şiir ortamı öyle rezil bir ikinci yeni curcunası yaşıyordu ki, dışlarında kalan herkesi silmişlerdi, sonra da biz onları sildik ya, neyse.
/ osmanlı kasidesi /
bazı şiirler vardır, şöyle bir uç verir, birkaç mısraını yazarsınız, kaybolur gider sonra, arkası bir türlü gelmez, birikim mi bekler, oluşum süreci mi uzar nedir, günün birinde bir de bakarsınız paldır küldür geliyor, osmanlı kasidesi işte bu şiirlerden, bugünmüş gibi hatırlıyorum, ilk üç dörtlüğünü çok sıcak bir yaz günü, karşıyaka'dan izmir'e gazeteye çalışmaya giderken yazmıştım, sonra kayboldu şiir, ortalarda yok, üstüne başka şiirler yazıyorum, o gelmiyor, aradan epeyce bir zaman geçtikten sonra birden sökün ediyor ama, aşağı yukarı bir haftada hepsini derleyip toparlıyorum, severim ben bu şiiri, osmanlı geçmişinin palavrasını ayıklamış, özüne inmeye çalışmış gibime gelir, ilericiliğin osmanlı dönemini ve uygarlığını yadsımak demek olmadığını kavradıktan sonra, böyle bir şiirin yazılması
zorunluydu, buna karşılık, okurların şiire gereken önemi verdiklerine de emin değilim, tadına gereğince vardıklarına da!
/mehmed sıradağları /
bu da öyle bir şiir, ne var ki bunda esinlenme halk şiirinden geliyordu, ilk bendi daha paris'e gitmeden 1961 'de filan yazmıştım, ikincisi gidip döndükten sonra izmir'de yazıldı, demek ki, bilinçaltındaki serüveni bir hayli sürmüş, şiir yayımlandıktan sonra, ötekinin aksine ilgi gördü, hatta (ismi lazım değil) okullar için türkçe kitabı hazırlayan üstelik şair bir öğretmen bir gün bana dedi ki, bu şiiri okul kitaplarına alabildiğimiz gün türkiye'de gerçekten özgürlük yerleşmiş olacaktır.
*şehnaz faslı
şehnaz faslı şiirleri, hemen anlaşılacağı gibi belâ çiçeği'ndeki mahur sevişmek bölümü şiirlerinin damarından üretilmiştir, belki biraz daha incelmiş, biraz daha usturuplanmış olarak, çünkü izmir'e döndükten sonra divan ozanlarına bambaşka bir düşünce ve ruhla yeniden eğilmiştim, geceleri, şimdi yıkılan ve yerinde sevimsiz bir apartman yükselen eski 'sakız biçimi' evimizde, odama çekilir, nedim'in, bakî'nin, şeyh galib'in, naili'nin şiirlerini teype okur, sonra saatlerce dinlerdim, aruzun içine, aruza rağmen yerleştirdikleri o görkemli sesi yakalamaya çalışıyordum böylece, bu çalışma döneminin ardından elbette şehnaz faslı'ndaki şiirler gelecekti, geldi de. dikkat edilirse bölümün başlangıçtan sona doğru, alttan alta birbirleriyle ilgili, bir tarihsel dönemi yansıtmak amacı vardır: birinci cihan savaşı yıllarından başlanır, eski rumeli'nin dramı dile getirilir, oradan kurtuluş savaşına atlanarak, muammer bey'in dramıyla birlikte kurtuluşa, hatta çalar saat'le kurtuluş sonrasına varılır.
/ dersaadet /
imparatorluğun batış yıllarındaki görkemli kötümserlik bu şekilde özetlenmiştir desem fazla iddialı mı olur bilmiyorum ama, 60 yıllarıyla başlayan yakın tarihimizi tanıma akımının bu özetten hoşlandığını, hatta bu şiire özenerek bazı çağrışım şiirleri deneyenler çıktığını söyleyebilirim, fikrimce şiir çağrışım şiiri havasını taşımasına rağmen, gerçekte bir çağrışım şiiri değildi, iç ilişkileri adamakıllı hesaplanmıştı, bu yüzden eski istanbul çağrışımlarını birbirinin ardına ekleyenler, şiirlerinde dersaadet'tekine benzer bir yoğunluğu elde edemediler.
(nermin menemencioğlu, dersaadet'i ingilizce'ye çevirdi)
/ eski rumeli /
üç bölümlük bir şiir, gerçekte, balkan savaşı izlenimlerini o dönemin atmosferi içerisinde yaşanmış bir sevda dramıyla anlatmaya çalışıyor, şiirin bence ilginç yanı türk sanat musikisiyle, o musikinin makamlarıyla içiçe gelişmesidir bir, müjgân tipinin ortaya çıkmasıdır iki! türk musikisiyle ilgim çok daha önce başlamıştı, ama öyle sanıyorum ki derinliğine ve genişliğine anlamını kavrayışım da bu yıllara isabet eder, divan şiirlerini okuduğum teype klasik türk müziği korolarını da kaydediyor, dinliyordum. uzun uzun, müjgân'ın hanende olması, anılarını türk musiki makamlarının niteliklerine göre hatırlaması bundan doğsa gerek.
müjgân'a gelince, şiirlerim boyunca zaman zaman ortaya çıkan kadın tiplerinden birisidir o da, başka şiirlerimde de boy göstermiştir ya, asıl hiç beklenmedik ve umulmadık bir yerde de etkisini duyurmuştur: izmir gezmelerinde mi, yoksa benim istanbul'a gittiğim bir sırada mı pek iyi hatırlamıyorum, bu şiirleri sadri (alışık) ile çolpan (ilhan)'a da okumuştum, sadri son derece sevdi, uzun uzun üstünde konuştu, birkaç yıl sonra caddebostanı'nda seyrettiğim bir show'unda müjgân theme'ini işlediğini görmeyeyim mi? o elbette kendi sanatına ve esprisine uygun bir kişilik katmıştı müjgân'a ama, esinin bu müjgân'dan geldiğini sanıyorum.
(her üç şiiri de, nermin menemencioğlu ingilizce'ye çevirmiştir.)
/ müjgâna aşk şarkıları /
daha sonra tutuklunun günlüğü'nde geliştireceğim şarkı tarzı'nı denemiştim bu şiirlerde, yine müjgân tipinin ve yaşadığı dönemin çevresinde dolaşarak, epeyce başarılı olmalıyım ki, türk musikisine aşinalığı besteleriyle de bilinen rüştü şardağ şiirleri okuduktan sonra, çok etkilendiğini, içlerinden birisini bestelemek istediğini söyledi, sevinerek ne yapacağını bekledim, günün birinde 'dinlerdim telaşlı kanunlardan sarışın türkçe'yi diye başlayan birinci şarkıyı bestelemiş geldi ve bana okudu, bu kadarı bana yetmişti ya, ona yetmiyordu, ille ünlü şarkıcılarımızdan birisine okutmak istiyordu bu şarkıyı, daha çok yaymak ve tanıtmak, fakat bütün çabalarına rağmen olmadı, neden biliyor musunuz, bu ünlü şarkıcılarımız şiirin daha ilk mısraında duraklıyor, 'sarışın' türkçe olup olamayacağında tereddüde düşüyorlarmış, tabii asıl böyle bir güfteyi içkili gazino müşterilerinin anlayıp anlamayacağında!
/ hasköy bahriye kahvesi /
bu başlık altındaki yedi şiiri neden babama adadım? yıllarca önce bir şiir yazmıştım, adı tarz-ı kadim'di, onu da babama adamıştım, toplumculuğu dikine bir yadsımacılık, eskiden kalma her şeye karşı çıkma sandığım o yıllarda oldum olası divan şiirini sevmiş, ona gönülden bağlanmış olan babama serzenişte bulunuyor, öyle bir şiirin artık hiçbir geçerliği kalmadığını söylemek istiyordum; son paris yaşantımda, kafam hep geçmiş şiirimizle, geçmiş yaşantımızla doluydu, bu biraz düşüncelerimin ulaştığı aşamadan, epeyce de, 'aynanın içindekiler' dizisini besleyebilecek bir sürü geçmişe ilişkin kitap okumamdan ileri gelmekteydi; dönünce yeniden babamla konuşmayı, hem onun mütareke anılarından, divan şiiri bilgisinden yararlanmayı düşünüyordum, olmadı, babam ben oradayken ölüverdi. izmir'e döndükten sonra, divan şiiri üzerindeki çalışmalarımda hep onu hatırladım durdum, hasköy bahriye kahvesi'nin atmosferi babamın cihan harbi ve mütareke yıllarından bana anlatabileceği nitelikler taşır, ifakat hanım, kerküklü hüseyin avni bey, spartakist niyazi bey yaşama çevresinden geçmiş insanlar olabilirlerdi, bu bakımdan şiirlerin bütününü babamın anısına adadım, ayrıca şiirde divan biçimlerini ve sesini elimden geldiğince kullanmaya çalışarak, o koca sanat kaynağının da gençliğimde sandığım gibi 'ceffelkalem' harcanamayacağını göstermiş oldu.
/ bir özge muammer bey/
nasıl hasköy bahriye kahvesi benim içimde bir tarafıyla babamın anısına bağlanıyorsa, bir özge muammer bey de öyle çocukluk yıllarımdan başlayarak, annemden dinlediklerime bağlanır.
annem, yunan işgalini izmir'de yaşamıştır, çocukluğumuz boyunca ondan şehrin işgal altındaki yaşantısıyla ilgili bir sürü şey dinlemiştik, ben hem bunları işgal gerçeğinin acılığıyla ortaya koymak istedim, hem de muammer bey'in iç serüveniyle 'dünyanın bir kavga, kavganınsa bir büyük yaşamak' olduğunu! bu şiirle ilgili, ummadığım bir şey, timur selçuk'un karantinalı despina'yı bestelemesi oldu, bir gün bir telefon, hattın öbür ucunda o, kibarca bazı şiirlerimi, bu arada karantinalı despinayı bestelediğini bildiriyor, plak yapmak için izin istiyor, istediği izin olsun, verdim gitti, işin garibi o ki, aslında gayet başarılı bir beste olan parça, bilinmez neden TRT'de sansüre takıldı, besbelli bu yüzden kalabalıklarca dinlenemedi.
/çalar saat /
kurtuluş savaşı gazilerinin benim kuşağımı çok etkilemesi olağan sayılmamalı mıdır? biz, savaşın hemen ertesinde cumhuriyetin ilk yıllarında doğanlar, o efsane içinde büyüdüğümüzden nerede göğsü istiklâl madalyalı bir yaşlı gazi görsek, ilgileniriz. bir bakıma, çalar saat'in miralay 'topal' rıza'sı, sırtlan payı'nın miralay 'ayı' ferid'iyle devre arkadaşıdır, aynı 'serencam'ı yaşamış, aynı tehlikelerden geçmiş, günün birinde ölüm gelip de kapılarını çalınca, aynı şeyleri hatırlamışlardır, çalar saat, bir kuvayı milliye gazisinin kişiliğinde kurtuluş savaşının, istiklâl-i tam esprisinin estetik özetidir, o adamların büyük bir iş yaptıklarına çocukluğumda da inanırdım, yine inanırım, ne yazsak, ne çizsek haklarını ödeyemeyiz.