Emperyalist tekellerin , emperyalist olma hevesindeki ülkemizi siyasi ve ekonomik açıdan ele geçirmek için kullandığı liberalizmin(iktisadi kapitalizm) , gericiliğin(dinciliğin) , faşizmin tek vücut olduğu partidir. Parçalı bulutlu olması yağmuru dindirmemiştir.
(bkz: 3'ü 1 arada)
türkiye'nin son 50 yılına damga vurmuş ve süleyman demirel ile tamamlanacak olan dörtlü halkanın tanımıdır. türkiye'de liberalizm ile işbirlikçiliğin ve gericiliğin ortak bir potada eritildiğini türkiye'nin son 50 yıllık tarihi tanıklık etmiştir. türkiye'nin soyal ve ekonomik gelişimiyle beraber gelişip kitleşelleşen ve tarihin belli bir kısmına damgasını vuran işçi sınıfı hareketinin baş düşmanı olan bu dörtlü halkanın icraatları türkiye'nin gelişimini engellemiş, her türlü birikim ve kazanım her dönemde an ve an gerilemiştir. bunların dışındaki dönemlerde birer ara geçiş rejimleri yaşatan diğer liderler de bu politikacıların genel hattından uzak olmayan ve bu politikaların saç ayakları olarak adlarını tarih sahnesine yazmışlardır.
hemen 1950'lere dönelim. dünya savaşı sırasında açıktan nazi iktidarını destekleyen türkiye'nin egemen güçleri, dünya savaşının ardından bu sefer hür dünyanın kendilerine kucak açan kollarına atılıyor ve ülke siyasetine yeni bir yön çiziyorlardı. geçmişin kimi faşist yaklaşımları göz yıkamak adına bu dönemde kontrol altına alınıyor, ancak ileriki dönemlerde gelişen emekçi hareketine karşılık sokak gücü olmak üzere bir kenarda tutulmaya devam ediliyordu. bu dönemde toplumda ağırlığını koruyan ve köklü bir siyasi geleneğine sahip olan gerici düşünceler hızla atağa kalkıyor ve egmen sınıfları arkalarına alarak şahlanıyordu. uzun yıllar tek partinin baskıcı rejimi altında ezilen, ekonomi politikalarına boyun eğen yoksul köylülerin düzene karşı biriken öfkesi liberalizmin de desteği ile bu şahlanan akıma aktarılıyordu. iktidara gelen demokrat parti ve adnan menderes ilk icraat olarak nato'ya girmek adına kore'ye asker yolluyordu. seçimlerden önce grev hakkını tanıyacağını ilan eden adnan menderes greve gitmeye çalışan işçilere ateş açtırıyor, kore'ye asker göndermeye karşı çıkan aydınları hapse attırıyordu. hemen ardından sözde eski-yeni ayrılığı 6-7 eylül olaylarıyla son buluyordu. ne gariptir devletin bürokratik iktidarı ile siyasal iktidarı ele ele veriyor ve bu olayı geçekleştiriyordu. türkiye adeta bir abd üssü haline geliyor, nükleer silahların abd adına türkiye'ye yerleştirilmesine izin veriliyordu.
süleyman demirel 'i burada anmadan bu halka tamamlanamaz. 80 öncesinin morrison süleyman'ı ülkeyi yoksulluğa ve bağımlılığa sürüklenişiyle hatırlamakta fayda var. yalnızca gelişen kitle hareketine karşı değil, halka karşı yapılan baskıların bir yanda kontrol altına alınan faşistlerle birlikte siyasi ayağını da milliyetçi cephe'nin başbakanı süleyman demirel devam ettiriyordu.
12 eylül darbesinin geleceğini belli eden 24 ocak saldırıları 70 ile 80 arasındaki bir ekonomik modelin daha çöpe atıldığı anlamına geliyordu. sınıf sendikalarının militan mücadelesi ile yükselen işçi ücretleri iç pazarı kısırlaştırmakta ve krizin etkisiyle patronlara yük bindirmektedir. dünyada gelişen neo-liberal etkisiyle özal tarzı siyasetçiler bir geleneğin devam ettiricisi bir biçimde ortaya çıkıyordu. tarikatlarla da iyisi son derece iyi olan özal dönemi türkiye'nin dışarıya açıldığı geliştiği yıllar olarak bilinmektedir. iddialı konuşmaların bir biri ardına geldiği yılların ardından artan borç türkiye'yi bir kriz sarmalına daha sokmuş, halkın vergileri ile kurulan kit'ler sermayeye adım adım satılmaya başlanmıştı. nitekim sosyal yıkım politikalarının yarattığı huzursuzluk 89 baharı ile bozulmuş ve bu dönemin ismiyle anılacak eylemlilikler düzenlenmişti. 100binden fazla işçi "çankaya'nın tontonu" sloganları ile ankara'ya kadar yürümüştü. bu gerçekte büyümenin nasıl bir büyüme olduğunu açıklayıcı bir duruma sahiptir.
son durağa geldiğimizde ise tayyip erdoğan'ı görebilmekteyiz. akp'nin burada durduğu nokta ise geride bıraktığımız 50 yıldaki politikacıların olmak isteyip bir türlü cüret edemdikleri bir noktadır. türkiye şimdi eskisinden daha bağımlı, daha piyasaya boyun eğen gericii bir ülke halini almıştır. ancak tüm müdahalelere karşın türkiye'de sınırlı da olsa verili tepkinin kemalist olmaktan çok emekçi tabanlı olması daha zaruri bir meseledir. çünkü en nihayetinde akp'nin yarattığı yıkım direkt olarak bu kesimlerin yaşamına dokunmaktadır. ancak durumun nasıl değişeceği bu yazının konusu değildir.
bugün türkiye'de "bağımsızlık barbarlıktır" demek ve bu kavramı demode bulmak türkiye'nin egemenleti tarafından daha çok dillendirildiği gibi tarikatlar sosyal olanı karşılayan kurumlar gibi gösterilmekte. ancak asıl büyük sıkıntı ise kazanılmış haklar gerilitilmekte ve bir emekçi hareketinin "modası geçmiş" olacağı ilan edilmektedir. işte türkiye'nin son 50 yıllık mecrasının bir köşesi. ancak türkiye'de buna karşı çıkabilecek ilerici, yurtsever ve devrimci bir birikimin varlığı da son 50 yıldır mevcuttur. bu birikim milletin gerçek altın adamlarını yaratmıştır ve yaratmayı da sürdürecektir. kimsenin bundan şüphesi olmasın.