''insanlar da hayvanlar gibi bilgilerini organları aracılığı ile edinirler. Şu farkla ki, insanların, organlarını yeni baştan bilgilendirme avantajları vardır. Her işlev, dolayısıyla her başarı için, kişide, doğuşta gerekli yetenek varsa, bu onu, bilinç altından sonuca doğru iteler, ama bu arada, onu gayesinden amacından uzaklaştırması da olasıdır.
Kişi, kendisinde, her hangi bir el işine ya da sanata karşı yaratılışında gizli olup ta düzgün bir bakımla artacak bir yeteneğin varlığını ne kadar erken anlarsa, o kadar mutludur. Dışta aldığı hiçbir etki, dünyaya beraberinde getirdiği kişilik ayrıcalıklarını bozamaz. En büyük deha odur ki, her şeyi kendisinde toplanmasını, kendine mal etmesini bilir ve bu verileri toplarken, öz yaratılışından, karakter dediğimiz özel kişiliğinden fedakarlıktan bulunmak şöyle dursun, tam tersine kişiliğini yüceltir ve onu daha etkin kılar.''
nazım hikmet şiiridir. (üşenecekler için) uzundur ama bence mutlaka okunması gerekenler arasındadır.
- 1 -
Saat dört
Yoksun
Saat beş
Yok
Altı, yedi,
Ertesi gün, daha ertesi
Ve belki
Kim bilir...
Hapisane avlusunda
Bir bahçemiz vardı.
Sıcak bir duvar dibinde on beş adım kadardı.
Gelirdin,
Yan yana otururduk,
Kırmızı ve kocaman
Muşamba torban dizlerinde...
Kelleci Memed’i hatırlıyor musun?
Sübyan koğuşundan.
Başı dört köşe,
Bacakları kısa
Ve kalın
Ve elleri ayaklarından büyük.
Kovanından bal çaldığı adamın
Taşla ezmiş kafasını.
'Hanım abla' derdi sana.
Bizim bahçemizden küçük bir bahçesi vardı,
Tepemizde,
Yukarda,
Güneşe yakın,
Bir konserve kutusunun içinde...
Bir cumartesi gününü,
Hapisane çeşmesiyle ıslanan
Bir ikindi vaktini hatırlıyor musun?
Bir türkü söylediydi kalaycı Şaban Usta,
Aklında mı:
'Beypazarı meskenimiz, ilimiz,
Kim bilir nerede kalır ölümüz..? '
O kadar resmini yaptım senin
Bana birini bırakmadın.
Bende yalnız bir fotoğrafın var:
Bir başka bahçede
Çok rahat
Çok bahtiyar
Yem verip tavuklara gülüyorsun.
Hapisane bahçesinde tavuklar yoktu,
Fakat pek ala gülebildik
Ve bahtiyar olmadık değil.
Nasıl haber aldık
En güzel hürriyete dair,
Nasıl dinledik ayak seslerini
Yaklaşan müjdelerin,
Ne güzel şeyler konuştuk
Hapisane bahçesinde...
- 2 -
Bir akşamüstü
Oturup
Hapisane kapısında
Rubailer okuduk Gazalî'den:
'Gece:
Büyük lâciverdî bahçe.
Altın pırıltılarla devranı rakkaselerin.
Ve tahta kutularda upuzun yatan ölüler.
Bir gün eğer,
Benden uzak,
Karanlık bir yağmur gibi,
Canını sıkarsa yaşamak
Tekrar Gazalî'yi oku.
Ve Pîrâyende'm benim,
Ben eminim
Sen sadece merhamet duyacaksın
Ölümün karşısında onun
Ümitsiz yalnızlığı
Ve muhteşem korkusuna.
Bir akar su getirsin Gazalî'yi sana:
'- Toprak bir kâsedir
Çömlekçinin rafında tâcidar,
Ve zafer yazıları
Yıkılmış duvarlarında Keyhüsrevin...'
Birikip sıçramalar.
Soğuk
Sıcak
Serin.
Ve büyük lâciverdi bahçede
Başsız ve sonsuz
Ve durup dinlenmeden
Devranı rakkaselerin...
Bilmiyorum, neden
Aklımda hep
ilk önce senden duyduğum
Çankırılı bir cümle var:
'Pamukladı mıydı kavaklar
Kiraz gelir ardından.'
Kavaklar pamukluyor Gazalî'de,
Fakat görmüyor, üstat, kirazın geldiğini.
Ölüme ibadeti bundandır.
Şeker Ali yukarda, koğuşta bağlama çalıyor.
Akşam.
Dışarda çocuklar bağrışıyorlar.
Çeşmeden akıyor su.
Ve jandarma karakolunun ışığında
Akasyalara bağlı üç kurt yavrusu.
Açıldı demirlerin dışında
Büyük, lâciverdî bahçem.
A s l o l a n h a y a t t ı r...
Beni unutma Hatçem...
- 3 -
Bugün çarşamba:
- Biliyorsun -
Çankırı'nın pazarı.
Demir kapımızdan geçip
Kamış sepetimizde bize kadar gelecek
Yumurtası, bulguru,
Yaldızlı, mor patlıcanları...
Dün köylerden inenleri seyrettim:
Yorgundular,
Kurnaz
Ve şüpheli,
Ve kaşlarının altında keder.
Erkekler eşeklerde,
Kadınlar çıplak ayaklarının üstünde geçtiler.
Herhalde içlerinde senin bildiklerin vardır.
Herhalde iki çarşambadır pazarda:
Kırmızı başörtülü
'Kibirsiz' istanbulluyu aramışlardır...
- 4 -
Sıcaklar bildiğin gibi değil
Ve ben ki yalı uşağıyım,
Deniz ne kadar uzak...
ikiyle beş arası
Cibinliğin altına uzanarak
Ter içinde
Kımıldanmadan
Gözlerim açık
Dinliyorum sineklerin uğultusunu.
Biliyorum:
Şimdi avluda
Duvarlara çarpıyorlardır suyu,
Kızgın, kırmızı taşlar tütüyordur.
Ve dışarda, otları yanmış kalenin eteğinde
Bir kezzap aydınlığı içindedir
Simsiyah kiremitleriyle şehir...
Geceleri birdenbire rüzgâr çıkıyor.
Sonra kayboluyor birdenbire.
Ve karanlıkta canlı bir mahluk gibi soluyup,
Yumuşak, tüylü ayaklarıyla dolaşarak
Bizi bir şeylerle tehdit ediyor sıcak.
Ve zaman zaman
Ürpermelerle duyuyoruz derimizin üstünde
Bir korku halinde tabiatı...
Bir zelzele olabilir.
Zaten üç günlük yere geldi,
Salladı çapanoğlu Yozgad'ı.
Ve yerlilerin kavlince:
Altı tekmil tuz madeni olduğundan
Yıkılacak Çankırı şehri
Kıyametten kırk gün önce.
Yatıp bir gece
Başın bir kalasla ezilmiş,
Çıkmamak sabaha...
Ölümün bu kadar körü ve mendeburu...
Ben yaşamak istiyorum biraz daha,
Daha bir hayli yaşamak.
Bunu birçok şey için istiyorum,
Birçok
Çok mühim şeyler.
- 5 -
Saat beşte akşam oluyor:
insanın üstüne doğru yürüyen bulutlarla.
Yağmur taşıdıkları belli.
Birçoğu
Elle tutulacak kadar alçaktan geçiyorlar...
Bizim odanın yüz mumluğu,
Terzilerin gaz lambası yandı.
Terziler ıhlamur içiyorlar...
Kış geldi demektir...
Üşüyorum.
Fakat kederli değilim.
Yalnız bize mahsus bir imtiyazdır:
Kış günleri hapisanede,
Sade hapisanede değil,
Bu kocaman
Bu ısınası
Bu ısınacak dünyada
Üşüyüp
Kederli olmamak...
- 6 -
Hint Okyanusu'nu seyrettim bu sabah.
Okyanuslar üstüne bir çift sözüm var sana:
Kıyısından seyredilen okyanus
Farksızdır Marmara açıklarından.
Yani demek istediğim:
Okyanuslar büyük sevdalar gibidir Tulyakova
Seyredilmeğe gelmez,
Okyanus yaşanılır.
- 7 -
Çarşı pazar dolaştım karıcığım,
Not ettim fiyatları.
Tanganika dehşetli ucuzluk.
Mesela, güneş,
Hem de en olgunu, en kırmızısı,
Yağmur mesela,
Hem de aylarca şakırdayanı artsız arasız,
Yahut da boy boyu, çeşit çeşidi sıtmaların,
Yahut da kopkoyu esmer eller,
Turfandası da, olgunu da,
Hem de hepsinin tırnaklarıyla avuçları pembe,
Hatta muz,
Beş kiloluk hevenkleri,
Bir şişe Pepsi Kola'dan ucuz.
Sana bunları yazdım, iki gözüm, düşünüyorum,
Tanganika'dan pahalı mı benim Anadolu?
Kimi yerlerinde yağmur çok daha pahalı,
Kimi mevsimlerinde güneş,
Ama sıtmaların fiyatı,
Yahut da ellerin,
Hele parmakalrı kınalı olanların,
Hiç de bundan pahalı değil.
Muza gelince,
Bizde yetişmez,
Ama soğanla tuz,
Beş kilosu değil, birer kilosu,
Burdaki muz fiyatına.
– 8 -
Nasılsın Tulyakova, ne alemlerdesin?
Saman sarısı saçlar nasılsınız?
Ne alemlerdesiniz mavi kirpikler?
Mavi kirpikler yol verin,
Gözlerinizin içini görmek istiyorum,
Dolaşmak içinde gözlerinizin ve rastlamak kendime,
Belki satırları arasında bir kitabın,
Belki ikinci Pesçannaya'da otobüs durağında,
Rastlamak kendime içinde gözlerinizin
Ve 'Merhaba Nazım! ' demek, 'Nicesin, mutlu musun? '
Moskova Irmağı'na selam ederim.
Kızıl Meydan'a fabrika bacalarına, tiyatroların tümüne selam ederim,
Evimizin, kapısına selam ederim,
istanbul'un duvarda asılı resmine selam!
Beni sorarsanız, ben burda Kuzeydeyim iki gündür,
Aruşa'da, Moşi'de,
Karlı Klimancora dağının dolaylarında.
Turistik bir dağ.
Otellerde konforu isviçre turistlerinin.
Cagga kabilesi yaşıyor Moşi'de.
Otellerde, kahveliklerde ve sizalllıklarda çalışıyorlar.
Sizallıklar ingilizlerin, Hintlilerin, rumların.
Cagga halkı güler yüzlü, akıllı, yumuşak.
Erkekleri gömlekli, şortlu, ama yalyanak çoğu
Ve bisiklete meraklı.
Kadınları salınarak yürüyor alaca entarileri içinde
Ve başlarında kendilerinden büyük yükler taşıyorlar
Bütün Afrika kadınları gibi.
Genç kızlar gördüm.
Kara biberim, badem şekerim
Ve naylon eteklikleri kabarık,
Ve okur yazarlık Anadolu'dan yüksek.
Ngorongoro kıraterine gittim.
Volkanın ağzı çayırlar ve ağaçlarla kaplanmış.
iki yüz kilometre kare, dediler.
Turistik gergedanları gördüm,
Turistik zürafaları, filleri.
Sürülerle gezip tozuyorlar.
Aralarından geçiyor jipimiz, burunlarının dibinden,
Başlarını kaldırıp şöyle bir bakıyorlar,
Tanıyorlar markasını otomobilin:
Landrover
Ve kederle çeviriyorlar başlarını öte yana,
Bıkkınlık.
Bir antiloplar alışamamış Landrover'e,
Sıçraya sıçraya kaçtılar.
Bir de bir akşam bir Amerikan turisti sızmış çayırlıkta,
Arslanlar beklemiş başında sabaha kadar.
Bakmışlar ayılmıyor,
Yemişler.
Mezarını gördüm.
Taşında yazılı hikayesi.
Dolaylarda Masailer yaşıyor çırılçıplak
Bir avrat mahalleri örtülü.
iri yarı insanlar.
Kahverengine düşkün.
Kahverengine boyanıyorlar.
Kadınlarının kulak memeleri omuzlarına sarkıyor.
Bir ağırlıkla filan uzatıyorlar.
Masailer göçebe.
Davarcı.
Sığırlarının etini yiyor, sütünü ve kanını içiyorlar sıcak sıcak.
Ve sürüye saldıran arslanı mızraklıyorlar kulaklarından tutup.
Otelde bir kaat verdiler bize:
Kıraterde en çok neyi beğendiniz?
Filleri mi?
Gergedanları mı?
Antilopları mı?
- 9 -
Hapisten çıktığım günleri hatırlıyorum,
Hapisten çıkarıldığım günleri değil, çıktığım,
içerde kendimin dışarda dostların ve zamanların zorlamasıyla
Çıktığım günleri hapisten.,
Sevinç.
Düğün, bayram.
Sevinç,
Kibirli biraz,
Biraz şaşkın.
Sevinç.
Dallarında hayallerin ve umutların parıltısı,
Yemişleri değil, parıltısı.
Ve yüksek sesle anlatmak hapisaneyi herkese ve kendine.
Hapisane hala düşlerine girer,
Uyanırsın sıçrayarak.
Yakanı bırakmaz alışkanlıklarıyla yasakları hapisane yıllarının.
Kapatamazsın mektuplarının zarflarını,
Karavana vakitlerini, beklersin,
Ve akşamlar kararınca kapının dışardan kilitlenmesini,
Yanmasını ampullerin kendiliğinden.
Sevinç.
Düğün, bayram.
Ama bayram günlerinin de sonu var bütün günler gibi.
Bakarsın, evinin damı akıyor,
Pencereler, kapılar onarılmak ister,
Su getirtmek, açtırmak gazı, elektriği,
Yatak çarşafı almak, tabak, çanak, kitap.
Kolların hazır çalışmağa,
Onlar içerde de çalıştırıldılar,
Ama bilgi'n uyutuldu.
Paran da yok.
Borca batmak da tehlikeli.
Nerden, neresinden, nasıl kurmaya başlamalı evini hürriyetinin?
Hapisten çıkanın haline benziyor hali Tanganika'nın.
günün şartları nedeniyle artık kullanılmayan iletişim aracıdır. artık elektronik iletişim çağında nostaljik anlamı dışında anlamı ve önemi kalmamıştır.
yolundan döndüğün benim rengimdi. renginden ötede bir şehir devrildi. sizi anlattığım bir iki hikayeydi. şair ki tenhada kurşuna dizildi. akarsular; nehirler boyunca kirlendi, ardından geri geldi. adi bir hayat böyle sona erdi. bileğine kılıcı böyle indirdi. varlığını yokluğuna benzetti. sonra bu acıyı resmetti. sorsan, babam iyidir ancak hayat çirkindir derdi. sorsan, yürüdüğün şehir mahkemeye verilir derdi. dünya şarabıyla meşhur ancak güneş vaktinde gelir. ki anneniz bunu çok iyi bilirdi.