her gözyaşının ayrı bir anlamı vardı. her damlanın hangi zamanda, hangi mekanda, hangi kişiyle paylaşıldığı önemliydi. gözyaşları ne kadar çok şeye tercümanlık yapıyordu. damladığı, süzüldüğü, aktığı veya kana dönüştüğü zaman hep ayrı manaları vardı. gözyaşları gizli duyguları açığa vuran mektuplar gibiydi. mektubunu gözyaşıyla yazan aşık galiba bunu keşfetmiş olmalıydı:
mektubunu gözyaşıyla yazan aşık
sevgilinin yanına akılla varıp mest dönen, evvelden hazırladığı bütün sözleri onun yanına varınca unutup söyleyemeyen bir aşık tanıdım. mektuplar yazmak, hiç olmazsa meramını mektupla anlatmak istiyordu. sevgiliyi tenha bulamayan, onu tenha bulduğu zaman da kendini bulamayan bu aşık mektuplarını gözyaşıyla yazıyor, hokkasınada kuruyan mürekkebi gözyaşıyla açıyor, inceltiyor, her seferinde sevgiliye taze gözyaşlarını gönderiyordu. nihayet bir seferinde parmağını kesti ve kendi kanıyla yazdı mektubunu. sevgili bunu okuyunca onun kendisini gerçekten sevdiğini anladı.
en güzel çin mürekkeplerinden daha kırmızı bir mürekkeple yazılmıştı çünkü.
kağıdın üstüne düşmüş gözyaşları. mürekkebi dağıtması. mum ışığında yazılması. düşen damlalar. bir o kadarda yazılan yazılar. çekilen acılar. mürekkebin gözyaşı ile bozulması. kağıt üzerinde şekil değiştirmeye çalışması. bir de mektubu köşesinden yakarsanız tam acıklı bir hikayeye döner.
yalnız şimdilerde bilgisayarlar revaçta olduğu için. genellikle gözyaşlarını klavyeye dökerler. *