liberal(miş). * kıyamam. milli kurum/kuruluşların değerini bilmeden yabancılara peşkeş çekilmesi bu kişinin umrunda değildir. çünkü her ay banka hesabına yatan dolarlarla bu mümkün değildir. ayrıca öyle bir haber sunuyor ki kendileri sanki tehditle, zorla kabul etmiş.
şimdi ilk önce siyasi liberalizmin ne olduğunu anlamamız gerekiyor. siyasi liberalizm, 18-19 yüzyılda avrupada ortaya çıkmış ve aydınlanma ile beraber şekillenmiş bir siyasal rasyonalitedir. "modern dönem" siyasi liberalizmin bulunduğu (liberalizm bir buluntudur, bir icattır, bir keşiftir, sınıf mücadelesinin belli bir aşamasında ortaya çıkmıştır) çağdır ve marksizm de liberalizmin bir versiyonu olarak görülebilir.
libre kelimesinin teraziyi imlemesi enteresandır. liberalizm temelde eşitlikle ilgili bir şeydir, fransız devrimindeki anlamıyla, girişim özgürlüğünü kullanmak isteyen burjuva ile onunla eşit şartlarda yaşamak isteyen proletarya arasındaki diyalektiği kuran rasyonalitedir. kralın kellesi gittikten sonra mümkün olmuştur tabii bu. çünkü kral eleştiriye gelemez, liberalizm ise eleştiriye ihtiyaç duyar.
mesela kapitalist liberalizmin kalesi abd'nin junk food devi mc donalds ile ilgili "super size me" diye bir film vardı. mc donalds muhalif mesajı aldı ve yeşil ürünlere yönelerek bu sefer yeşillikten para kazanmaya başladı. aynı esnada bir organic food kültürünün gelişiyor olması ayrıca dikkat çekici...
soğuk savaş döneminde, iki uç liberal sistem birbiriyle yarışıyordu. birisi, anayasal öznelere yasalara uydukları sürece sınırsız fırsat eşitliği vaadediyor ve kağıt üzerindeki eşitliklerini yasal olarak garanti ediyordu. bu abd idi. diğeri de anayasal öznelere yasalara uydukları sürece iş güvencesi, para ödemeden rahat ve sıcak evlerde yaşama, ulaşım, parasız eğitim, sağlık hakkı vaad ediyordu. bu da sscb idi. girişim özgürlüğü vs hak eşitliği. ikincisi çökünce, dengenin girişim özgürlüğü lehine bozulduğunu görebiliriz. zaten sscb'nin yıkılması ile ilk önce avrupa'daki karma sistem, sosyal devlet çatırdamaya başladı.
türkiye hiçbir zaman liberal bir ülke olamamıştır, öyle olması istenmemiştir. liberalizm herşeyden önce ifade özgürlüğü demektir. internetin devlet sansürü & kontrolü dışında bir medya olarak ortaya çıkmasıyla bile türkiye'de siyasal rejimin ne kadar yara aldığını görebiliriz. öte yandan ifadeyi engellemek aptalca bir şeydir. bunu batı'da en kazma sağcı bile bilir. çünkü ifade bir yansıdır. sen görüşünü ifade edersin, sonra bir başkası. ifadenin bir yansı olarak kalması burjuvazinin en çok istediği şeydir. istediği kadar aşırı olsun, böylece ondan para bile kazanılabilir.
türkiye'de devletin gerekirse silah zoruyla sürekli hakikati reçetelendirir pozisyonda kalmak istemesi, onun ifade özgürlüğünü ciddi olarak kısıtlayan diğer rejimlerle benzerliğini gösteriyor ve bu rejimlerden hiçbiri ayakta kalamadı. bu rejimler, fukocu terimlerle, iktidar patolojileridir (iktidarın meme yapması diyelim). bu aşırılaşmış tutum yüzünden mehmet barlas gibiler özgürlükçü pozisyonlarda beliriyorlar, tabii ki öyle değiller. mehmet barlas'ı batıda her tür aşırı sağcı partide hayal edebileceğimiz bir kişidir.
zeki bir insan, okuyup araştıran bilgili bir köşe yazarı. alnının teriyle ekmeğini kazanan bağımsız bir gözlemci. yakasına hiçbir ideolojik rozet takmadığı için ideoloji esirlerinin nefret ettiği bir aydın. (emin çölaşan'ın kulakları çınlasın).
ana haber sunamayarak eski işine dönen ve herkesi mutlu eden gazeteci, yorumcu. hem haberlerdeki uyku halini artık görmez olduk, hem de kendisinin ayrılmasıyla bozulan yorum farkı eski tadına dönmüş oldu.
solcuların insanların kafasını nasıl allak bullak edebileceklerinin önemli örneklerinden bir tanesidir.
emre kongar ile takıla takıla emre kongar'ın;
-ya bu bizim mustafa balbay, efendi adamdır, iyi aile babasıdır, elinden ekmeğini alsan "benim karnım zaten toktu abi" der.
gibi bir çok söylemlerine artık inanmaya başlamıştır.
bu adam solcu degil liberaldir.. kulturludur ama kalemi satiliktir. eminim ki akpyi ve akplileri cahil cuhela takimi olarak gordugu halde onlari birsekilde cikarlari icin destekliyor.
an itibariyle rte karşısında yıkama-yağlama işlemleri için yırtındığını görüp de "yazık sana oksijen verene" diyerek kanalı değiştirmeme sebep olan adam, bir tür yağdanlık.
geçenlerde bir yazısında ankebut/57 (bkz: her nefs bir gün ölümü tadacaktır) ayetini zincirlikuyu 'nun girişindeki bir yazı olarak ele almıştır. pardon değil mi! üstelik bir de eksik bir ifade olduğunu yazmıştır.
hani bazı yazarlara, gazetecilere beğenmediğimiz fikirleri yüzünden direk olarak satılmış yada vatan haini deriz ya ben demiycem bu şahıs hakkında bunu. ama şu var ki garip bir akp sempatizanlığı var. takım tutan spor yorumcuları gibi. bugun yorum farkında izledikten sonra bir kere daha anladım. şimdi efendim konu şu, zahit akman ve şu meşhur deniz feneri olayı. bülent arınçında akmandan istifasını istemesi. yok neymiş barlasa göre arıncı çok severmişte ama niye böyle bi uslubla söylemiş.* siyasetin uslubu varmışta filan...sen uslubu eleştirecek başka adam bulamadın mı. ikincisi deniz feneri neden seni bu kadar gerdi. o fener içini aydınlatıp yüzleşmen gerekenleri mi ortaya çıkarttı. tedirginliğin bundan mı?
bu adamı görünce, fikilerini dinleyince aklıma hep şu gelir: newyork times eski editörlerinden swinton' un özgür basınla ilgili konumasının sonunda söylediği entelektuel fahiseleriz lafı gelir aklıma. fikrime , zikrime.....
ayaklı kütüphane lakaplı sabah gazetesi yazarı. irtica ile mücadele planı ile ilgili bakın yazarımız bugün ne diyor;" ingilizlere mi benziyoruz yoksa amerikalılara mı?"
halk hikayelerinde, destanlarda, kimi zaman mitolojide, çoğunlukla çizgi romanlarda karşımıza çıkar, bir tip vardır hani...
doğruluğun, yiğitliğin, cesaretin, cengaverliğin sınanamadığı, karşısında tüm bunların tedavülden kalkıverdiği, alışıldık erdemlerin alt edemeyeceği bir düşman tiplemesi bu...
çünkü kaba kuvvete de dayansa, entelektüel bir fikir tartışması da olsa;
tarafların var olduğu her türlü tartışmanın belirli bir ahlaki ön kabule dayandığını, hatta belki bu ahlaki duruştan neşet ettiğini düşünür/sanar/var sayar kahramanlarımız...
bir rivayete göre, ellili yıllar istanbul'unun namlı kabadayılarından kadırgalı kör emin bıçaklanmıştır ve kendisini bıçaklayanın kim olduğunu soran polislere; 'sağ kalırsam tahkikatı ben yaparım!' demiştir son nefesini vermeden önce...
barlas bu hikayede anlatılanı yalanlamak için doğmuş bir çokbilmiş. her fırsatta birikimini geçmişteki solcu yıllarına bağlayan ayaklı bir kütüphane. tarihi yalamış yutmuş, ama "tarih sınıflar mücadelesedir" desen gözlerini pörtletip "iyi de dünya çok değişti" demeye hazır bir pişkin. pişkinliğinin ucağı bucağı yok; geçmişte altını çizdiği her şeyin, şimdilerde üstünü çizmeye yemin etmiş gibi.
eğer birgün sosyalizm gelirse bu ülkeye, ve bu adam yaşıyor olursa hala, gözlerini nasıl belertecek bu sefer merak ediyorum.
her bulduğunu okuyan bir adamdır. duvara baksa sanki bir şey okuyor zannedersiniz. o derece!
ancak kendilerini çeşitli sebeplerden ötürü pek değil hiç sevmem. özellikle her nefs ölümü tadacaktır ayetinin ayet olduğunu bilmemesinden ve kendi çapında eksik ifade olarak tanımlayınca daha bir tepemi attırmıştır. gözüme çok itici görünür.