"Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar" diyen şair şüphesiz bayağıdır. Mahalle kahvesi düşünürü. Hani "Tesettür kalktı bet bereket kalktı" diye konuşanlar vardır mahalle kahvelerinde, işte onların düşünürüdür Mehmet Akif. Yalnız batı uygarlığını değil, doğu uygarlığını da sevmez, ince yanını sevmez o uygarlığın.
- Nurullah Ataç, Diyelim. (Aktaran Sina Akşin, Yakınçağ Türkiye Tarihi 2, 1980-2003)
1895 yılının bir yaz günü, Mehmet Âkif, Yeniköy'de yalısı bulunan Ziraat Bankası muhasebe görevlilerinden Selahattin Bey'e şöyle der : "Bu Cuma gecesi sana geleceğiz. Sen yalnız Aziz'i getireceksin, başkalarını çağırma. Ben kimi istersem getiririm.."
Aziz, Tamburi Aziz'den başkası değildir. O da Ziraat Bankası çalışanıdır. Perşembe günü akşamı, bankanın kapanış saatinde Salahattin Bey ile Tamburi Aziz vapur iskelesine damlarlar. Âkif onlardan önce gelmiştir. Yanında iki de sarıklı vardır. Bu, Salahattin Bey'in hoşuna gitmezse de, sesini çıkarmaz. Biletler alınır, vapura binilir. Yeniköy'e geldiklerinde hava iyiden kararmıştır. Yalıdan içeri adım atar atmaz Âkif der ki, "Hadi arkadaşlar, bir fasıl yapalım."
Sarıklılardan biri torbasından çıkardığı neyi üflemeye, diğer sarıklı da heyheye başlayınca ortalık allak bullak olur. Çünkü ney üfleyen Neyzen Tevfik, öbür sarıklı ise Bursalı Hafız Emin'dir. Tamburi Aziz de bunlara katılınca yalının önünde sandallar doluşmaya başlar. Bursalının sesi Boğaz'ı inim inim inletmektedir.
Beş ahbap çavuş, o gece, sabaha değin âlemde kalırlar. Yalnız onlar mı, Boğaz'ın komşu köyleri de ayaktadır. Sabahleyin, biraz dinlendikten sonra bir alamana bulup üzerine sıralanırlar. Âkif küreklere geçer. Biraz açılınca Neyzen neyini çıkarıp üflemeye başlar. Arkasından Bursalı bir gazel patlatır. Derken, sağdan soldan sandallar, kayıklar artlarına takılır. Kervan, o ahenkle Beykoz'la incirköy arasındaki Sultaniye Çayırı'na yollanır. Günü orada geçirirler, akşam yemeğini de orada yerler. Ayın ışığı çoğaldığında yine alamanaya binip açılırlar. Öbür sandallar da -insanlarla hınca hınç- onları bekliyordur. Deniz pırıl mı pırıl. Bursalı yeniden başlar. Aman Allah'ım, Boğaz'ın bütün eklemleri birbirinden ayrılmıştır. Yalıların pencerelerinden insanlar fışkırıyordur.
Salahattin Bey yıllarca sonra şöyle diyecektir : "Böyle bir mehtabiye Zat-ı Şahane'ye bile nasip olmamıştır.."
Mehmet Âkif de son günlerindeki hastalığında o geceyi anımsayacak ve kendisini yoklamaya gelen arkadaşına şunları söyleyecektir : "Salahattin, o geceki âlem neydi ! O ne günlerdi.."
(SALÂH BiRSEL, "Sergüzeşt-i Nono Bey ve Elmas Boğaziçi") ...
KISSADAN HiSSE
Geçmişten adam hisse kaparmış.. Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye ta'rif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?..
Mehmet Akif Ersoy.
Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.
Biri ecdadıma saldırdımı, hatta boğarım! ...
-Boğamazsın ki!
-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.
Üçbuçuk soysuzun ardından zağarlık yapamam;
Hele hak namına haksızlığa ölsem tapamam.
Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;
Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!
Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum?
Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum!
Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,
Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!
Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.
Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım!
Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...
irticanın şu sizin lehçede ma'nası bu mu?
1873 yılında istabul Fatih'in Sarıgüzel semtinde dünyaya gelen Mehmet Akif Ersoy'a babası Mehmet Tahir Efendi, ebced hesabıyla doğum tarihini belirten “Ragif” adını verdi (hicri 1290) ve vefatına kadar onu bu adla çağırdı. Ancak bu isim, yaygın olmadığı ve güç söylendiği için annesi ve yakın çevresi, daha bilinen bir ad olan “Akif”i kullandılar.
Babası Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi, o dönemler Osmanlı Devleti'ne bağlı olan Arnavutluk'un ipek kasabasına bağlı Şuşise Köyü'nden istanbul'a gelmiş, annesi Emine Cemile Hanım ise Buharalı Mehmet Efendi'nin kızı olarak Samsun'da doğmuştu.
1878 yılında, 4 yaşındayken Fatih'de Emir Buhari Mahalle Mektebi'ne başladı. Burada iki yıl eğitim gördükten sonra Fatih ibtidaisi'ne geçti. Aynı yıl babası ona Arapça dersleri vermeye başladı. Rüştiye’yi yani ortaokulu bitirdikten sonra dönemin gözde okullarından Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Fakültesi)’nin âli kısmında bir müddet okudu ancak babasını kaybedince Halkalı’daki Baytar Mekteb-i Âli (Veterinerlik Fakültesi)’ne parasız yatılı olarak girdi ve bu okulu birincilikle bitirdi.
1893 yılında “Ziraat Nezâreti Umur-u Baytâriye Şubesi”nde (Ziraat Bakanlığı Veterinerlik işleri) göreve başladı. “Umur-u Baytâriye Müdür Muavini”(Veterinerlik işleri Müdür Yardımcısı) olarak sürdürdüğü görevinden 1913 yılında istifa etti.
1898'de 25 yaşında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey'in kızı ismet Hanım ile evlendi. Aynı yıllarda Maarif Dergisi'nde ve Resimli Gazete'de şiir yazıları ve Arapça, Farsça ve Fransızca'dan yaptığı çevirilen yayınlandı.
Baytarlığa başladığı ilk yıllarda bile, mesleğinden çok, şairliği ile tanınan Mehmet Akif, öğretmenlik hayatına 1906’da Halkalı Baytar Mektebi’ne “kitâbet-i resmîye” (resmî yazışma usulü) dersi hocalığı ile başladı. 1908’den sonra ise Edebiyat Fakültesi ile Dârülhilâfe Medresesi’nde “Osmanlı Edebiyatı” hocalığında bulundu.
Mehmet Akif, 1920’de Burdur milletvekili seçildi. 1921 yılında açılan milli marş yarışmasına, “para ödülü almamak” koşuluyla katılmayı kabul etti ve orduya ithaf ettiği şiiri, 12 Mart 1921 günü milli marş olarak kabul edildi. Ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i Ahmer (Kızılay) bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve cepheye elbise diken Darü’l-Mesâi Vakfına (iş Evi) bağışladı.
1923 yılında Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine Mısır’a gitti. 1929 - 1936 yılları arasında Kahire’deki “Câmiü’l-Mısriyye” Üniversitesi’nde, Türkçe öğretmenliği yaptı. 17 Haziran 1936’da istanbul’a dönmeye karar verdi. 27 Aralık 1936 tarihinde hayatını kaybetti ve Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi.
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz,
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz!
Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavudum...
Başka bir şey diyemem... işte perişan yurdum!..
islamcı diye halkın bağrına bastığı, kpss yi hazırlayan ekibin hakkında soru sormayı sevdiği şair. Bazen düşünürüm, derim, cidden bu almanlar bazı noktalar hariç, aynı Allah ' ın emrettiği gibi bir hayat sürüyorlar. Böyle zamanlarda sorgularım kendimi kim Müslüman acaba diye. sonra aklıma mehmet akif' in, Berlin ziyareti dönüşü birinin ona nasıldı Evrupa demesi üzerine verdiği şu yanıt gelir:"dinleri var işimiz gibi, işleri var dinimiz gibi". O kadar doğru ki.
asım'ın nesli, diyordum ya, nesilmiş gerçek:
işte çiğnetmedi namusunu, çignetmiyecek.
şüheda gövdesi, bir baksana dağlar, taşlar...
o, rüku olmasa, dünyada eğilmez başlar.