islamcı bir şair değil de laik bir aydın(!) olsaydı baş tacı edilecekti muhtemelen. ve yahut istiklal marşı'nı yazmamış olsaydı bugün kendisinden vatan haini diye bahsedileceği de kuvvetle muhtemel.
türkiye tarihinin en önemli ve en samimi gerçek aydınıdır.
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar.
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var.
Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar,
'Medeniyet!' dediğin tek dişi kalmış canavar?
böyle bir imanı kimse boğamadı akif ve boğamazda!
nur içinde yat!
Yaşarken değeri bilinmeyen, devlet tarafından polislere takip ettirilen; öldükten sonraysa bir devlet töreninin bile çok görüldüğü şairin, çocukları da rahat yüzü görmedi.
Küskün ve gönlü kırık olan şair Mehmet Akif, Mısırdaki gönüllü sürgününden istanbula yeni dönmüştür..
Beyoğlundaki Mısır Apartmanının üçüncü katındaki dairesinde ömrünün son üç ayını geçirir..
Hastadır, zayıftır, çökmüştür..
Eskilerin Enfâs-ı madûde-i hayat (Sayılı nefeslere bağlı hayat) dedikleri yolun sonundadır.. Beklediği şey nihayet başına gelir, şair gözlerini ebediyen yumar..
O saatlerde yağan kısa bir kar istanbulu bembeyaz yapar.. Sonra hava açılır, ay doğar.. Ay ışığı o incecik kar örtüsünü pırıltılara boğar..
istanbulun şimdi el birliği ile yok etmeye çalıştıkları, üç beş rantçıya hediye etmeye çalıştıkları o eşsiz silüeti belki yüz yılda, iki yüz yılda bir denk gelinen güzellik içindedir..
Şairin vefatından haberi olan Rauf Kıpçak, o görüntüden etkilenerek aşağıdaki dörtlüğü yazar..
Gurubunda yağan kar üstüne aks-ı kamer sanma.. /
(Aks-ı kamer: Ayın şavkı..)
Seni takdis için ervah-ı şehidan-ı vatan geldi.. /
(Ervah-ı şehidan-ı vatan: Vatan şehitlerinin ruhları)
O şeb sanma tesadüftür, nüzûlü berfin ey Akif.. /
(O gece inen kar sanma ki tesadüftür ey Akif)
Seni tekfin için semt-i muallâdan kefen geldi../
(Seni kefenlemek için gökyüzünden kefen bezi geldi..)
not: bu şiiri ilk kez Selahattin Duman köşesinden yayınlamıştır.
istiklal marşımız başımızın tacı. ancak ittihatçılığı ve özellikle de sultan abdülhamid han'a olan saygısızlığı nedeniyle kendisi hakkında asla olumlu duygular hissedemeyeceğim kişidir.
Ortalık şöyle fena böyle müzebzep işler,
Ah o Yıldızdaki baykuş ölüvermezse eğer.
Çoktan beridir vardı benim bir derdim,
Gideyim zalimi ikaz edeyim isterdim.
Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,
Al-i Osmandan bu korkaklık edilmezdi ümid.
Ah efendim o ne hayvan o nasıl merkepti,
Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.
Mısırın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh
Çıkarıp gönderelim hasılı şeyhim yer yer,
Oradan alem-i islama Cemaleddinler.
muhammed abduh gibi bir masonu överken müslümanların halifesini bu kadar iğrenç bir şekilde hele de merkep diyerek yermesi alçaklıktır. dindarlığı ile ilgili bilinenlerin çoğu da yanlıştır ayrıca.
abduh ve afgani gibi islam düşünürlerine paralelel görüşlere sahip büyük mütefekkirdir. köhneleşmiş dine karşı modern bakış açısını savunur. teşhiş, tespit ve tedavi yollarını ortaya koyar. muhafazakar kitleler tarafından sevilmesi şiir alanındaki başarısındandır. aksi takdirde abduhu, afganiyi taşa tutanlar akif'e gül atmazlardı.
Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki
dünyâda eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü
beşi.
-Tepeden yol bularak geçmek için
Marmara’ya-
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir
karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar
kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir
Avrupalı'
Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan
kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud
kafesi!
Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün
akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi,
hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihânın duruyor karşında,
Avusturalya'yla beraber bakıyorsun:
Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler
rengârenk:
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler
denk.
Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi
bilmem ne belâ...
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i
asil,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise
hakkıyle, sefil,
Kustu Mehmedciğin aylarca durup
karşısına;
Döktü karnındaki esrârı
hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o
yüz...
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat,
yüzsüz.
Sonra mel'undaki tahribe müvekkel
esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir
mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her
siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan
neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce
lağam,
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce
adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü
püskürmede yer;
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-
ı beşer...
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene,
parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak
sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de o
nâmerd eller,
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden
seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık
sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız
teyyâre.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan
mermiler...
Kahraman orduyu seyret ki bu
tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner
hasmından;
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat
iman?
Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek
kahrına râm?
Çünkü te'sis-i ilahi o metin istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i
beşer;
Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi
serhaddi;
'O benim sun'-i bedi'im, onu
çiğnetme' dedi.
Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş
gerçek:
işte çiğnetmedi nâmusunu,
çiğnetmiyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar,
taşlar...
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez
başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış
yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler
batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş
asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı
değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor
tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar
şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler
kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem,
sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez
o kitâb...
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb.
'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem
başına;
Ruhumun vahyini duysam da
geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ
namıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün
ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam
da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam
oradan;
Sen bu âvizenin altında, bürünmüş
kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem
yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar
bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz
etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam
yarana...
Yine bir şey yapabildim diyemem
hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak
savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, islam'ı kuşatmış, boğuyorken
hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp
parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı
adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen
taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz
bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden
makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor
Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
kurtuluş savaşında ülkeyi karış karış gezerek halkı mücadeleye cağırmıştır, istiklal marşını yazmıştır, cumhuriyeti kuranlar ise onu vatanından etmiştir, unutturulmak istenmiştir, yinede devletine küsmemiştir, aleyhinde konuşmamıştır.türk gencinin örnek alması gerekn bir karakteri vardır.
türk şair ve edibi. istiklal marşımızın yazarı olmasının yanı sıre dönemi için türk ve müslüman toplumunun kalkınması ve ilerlemesi üzerine kafa yormuş bir düşünürdür. şiirleri aynı zamanda bu konuda çözümlemelerini içermektedir. iyi bir vatanseverdir.
koca bir imparatorluğun padişahı, abdestsiz yere dahi basmayan ve dünyanın çok yerinde adına hutbeler okutulan bütün Müslümanların halifesi cennetmekan sultan abdülhamid han'a:
''Herifin sofrada şampanyası hala ayran,
bari yirminci asırdan sıkıl artık hayvan.''
''Ah efendim o herif yok mu kızıl kâfirdi.
Ah efendim o ne hayvan, o nasıl merkepti.''
dizeleri ile saldırırken Mısırlı Mason Abduhu muhteşem üstad ve onun talebesi tescilli ingiliz ajanı Cemalettin Afgani'yi kendine ve yolundakilere rehber göstermesi ilginçtir:
''Mısır'ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh.''
''Çıkarıp gönderelim hasılı şeyhim yer yer; oradan Alemi islama Cemaleddin'ler.''