mazk şiirleri

entry67 galeri2 ses2
    1.
  1. Suç ve Sebep

    I

    Uğursuzmuşum,
    Baş belasının teki
    Allah’ın cezasıymışım.
    Çok korkuyorum
    Allah verir cezamı biliyorum,
    Öyle diyor büyüklerim

    Evimizde soba yanmaz, üşürüm
    Kardeşim altını ıslatır ağlar, görürüm
    Dedim ya, korkarım, utanırım, üzülürüm
    Ama küçük değilmişim
    Artık büyümüşüm, nasıl bilmezmişim
    Bütün bunlar benim suçum
    Öyle diyor büyüklerim

    Dün öfkeli geldi babam yine eve
    Kötü bir şey olacak sezdim
    Sakarlığımdan ben de bezdim
    Döktüm bir şeyleri, kırdım
    Böyle olmasını istemezdim
    Kızdı annem, dövdü
    Ama artık öğrendim
    Bunların hepsi benim suçum
    Öyle diyor büyüklerim

    II

    Sinirden yapılmış anneler
    Duygudan eksik babalar
    Abiler, ablalar, amcalar, teyzeler…
    Sivri kaprislerini bizde denerler
    Kuduz öfkelerini
    Üzerimize gönderirler
    Bedenlerimizde patlatırlar yani
    Bomba tesirli karakterlerini
    Tüketirler mi yine de bilmem
    O merhametsiz nefeslerini

    III

    Canlar, yavrular, ah çocuklar
    Dururlar, bakarlar, beklerler,
    Sanki unutmuş, yaşanmamış,
    Olmamış gibi yaparlar.
    Minnacık dünyalarını vuran
    Emperyalist günahların sebebini
    Yine de kendilerinden sanırlar
    4 ...
  2. 2.
  3. ses

    kan ter içinde kalmış habercinin
    getirdiği zehirli bir haberle,
    atarlar seni garip bir sahneye
    gülecektin hani bir söze
    başlayacaktın her günkü işe…
    bir goong sesi!
    devran döner tersine!
    devran döner tersine!

    kalırsın ışıkları kör tünellerde
    gözyaşları nasıl da çoğalır ellerinde,
    yürürsün bıçak uçlarında, kanayan içinle
    yok mu dönüş eskiye! nafile!
    her şey bir bela kabında
    karışıvermiştir çünkü birbirine.
    bir çığlııık sesi!
    tek başınasın!
    tek başınasın!

    nasılda güvenilmez, kayganlaşır
    ayaklarımızın altındaki zemin!
    deli zaman durur ama niçin?
    boğarmış ya adamı
    geniş zannettiğin mekân...
    bilmek, sormak istersin
    bir çekiiç sesi!
    susarsın!
    susarsın!

    o an,
    en yırtıcı atlarına binip kan isteyen,
    vahşi düşmanlar gibi gelecekken,
    yemin olsun ki gelecekken!
    derin bir nefes al ve yürü kaderinin üstüne
    kanasın aldırma ayaklarına, ellerine.
    sal zihin kafesinden tutsak kuşlarını!
    sal gelecek ve geçmiş kaygı çocuklarını!
    sal siyah yüzlü ucube korkularını!
    ve tutun,
    başlangıcı, yolu ve sonu yaratana
    ve güven kaderini yaratana...
    bir dalgaa sesi!
    sığın ona!
    sığın ona!

    sahnenin büyüklüğü,
    rolünün küçüklüğü!
    senarist boşa söylememiştir çünkü
    hiçbir sözü! hiçbir sözü!
    bir neyy sesi!
    “mâ veddeake
    rabbuke
    ve mâ kalâ.* ”

    *rabbin seni terk etmedi,
    darılmadı da!
    5 ...
  4. 3.
  5. 2. guzel ama birincisi pek te ne kulak doygunligi ne duygu yogunlugu barindiran bir şey olmuş.
    2 ...
  6. 4.
  7. EYLÜL*



    Eylülde bulmak isterim seni

    Ve de kaybetmemek

    Çünkü ben hep eylülde üzüldüm

    Eylülde bebek



    Saçarlına güz çiçekleri tak

    Gel utangaç gülüşlerle

    Çünkü beni bir onlar ağlattı

    Bir olup eylülle



    Eylülde kurduğum hayalsin

    Olmadı olmayacak

    Çünkü ne eylülde mutluluk

    YAŞANMADI Yaşanmayacak

    * Cahit Külebi’ye ithafen.
    2 ...
  8. 5.
  9. Yaramaz çocuk

    Henüz traş olmuş kafaya
    Bir şaplak!
    Ve ardından attı kahkaha:
    Daaz-lak, daaz-lak!
    Sırasından en öteye
    Fırlattıı yaramaz
    Kâğıttan uçak.
    Sonra öğretmenin arkasından
    Göbek attı hem de kalkarak.
    Bağırdı hoca “Susuuun!”
    Baktı ona hafiften kızarak.
    Bereket zil çaldı
    Bahçeye fırladı koşarak.
    Teneffüs bitip diğer dersin başında
    “Açın” dedi öğretmen
    “Ödevlere bakılacak”
    Kimi gösterdi, kimi “Unuttum” dedi
    “Ne olur yarın yapsak?”
    Çalışkanlar ödüllendirildi,
    Tembellere düştü azarlanmak.
    Yapmamıştı ödevi bizimki
    Anlaşılan yine onu
    Bekliyordu dayak.
    Bahanesi yoktu, yapmamıştı
    Üstelik yarın da yapmayacak.
    Geldi öğretmen baktı,
    Baktı ve geçti gitti onu
    Evet hepsi bu kadardı ancak.
    Kızmadı öğretmen, hatta
    Gülümsemişti saçını okşayarak.
    Durdu çocuk bir an
    Şöyle yarım dakika kadar ancak
    Yoksa öğretmeni biliyor muydu?
    Düşündü utanarak
    Aklına geldi evlerindeki kavga
    Kırılan masa, tabak, cam ve bardak.
    Sarhoş babasını hatırladı
    Ve annesini ağlayarak
    Kaçıp saklanmıştı tahta dolaba
    Kulaklarını elleriyle kapatarak.
    Sesler kesildiğinde
    Mutlu olabiliyordu ancak.
    Gece orda uyudu, sabahsa
    Uyanmıştı altını ıslatarak.
    Öğretmeni biliyor muydu kavgayı?
    Nefesi bitti, zannetti boğulacak.
    içinde bir yerde camlar kırıldı
    Ellerine, ayaklarına batarak.
    Kızdı kendine olanlara sebep
    Kendi sanarak.
    O an korkunç bir ses
    “Yık!” dedi her şeyi
    “Vur, kopar, ateşlerde yak!”
    Arkadaşlarına baktı tek tek,
    Hepsini ama hepsini kıskanarak.
    Sıyrıldı düşlerinden,
    işte bunları hatırlayarak.
    Ve sonra vurdu arkadaşının kel kafasına
    Zannetti, tüm dertlerinden
    Böyle kurtulacak!
    2 ...
  10. 6.
  11. Her türlü eleştiriye açığım. Yeter ki aşırılığa ve küfre kaçmasın..
    1 ...
  12. 7.
  13. 8.
  14. Karanlık gecelerin sabahı
    her kışın bir baharı var.
    Bekle, an gelir
    ve bir gün
    kapanır uçurumlar.
    Yeter ki yıkılma!
    Ayakta kal!
    Evet, gördüm yaran var.
    üstelik ağır, durmaz, kanar…
    Bilirim acıtır da
    bilirim canın çok yanar!
    ama sabret, zaman onu da sarar.
    Yeter ki vazgeçme!
    Ayakta kal!
    Doğru, doğru zalim krallar var
    fakat unutma
    herkes ölümlü!
    Toprak bir gün onları da yakalar.
    Tipiler, sonsuz fırtınalar
    elbet bir gün diner
    Yeter ki düşme!
    Ayakta kal!
    Sarsa da her yanı karanlıklar
    Aydınlanır elbet ufuklar.
    Öldürme sakın ha umudu...
    "kün'" der bir gün Allah,
    olura döner tüm olmazlar.
    Yeter ki sen inan
    ve ayakta kal!
    4 ...
  15. 9.
  16. Aydınlanan ufuk, seher kuşları
    uykuya doymamış çocuk bakışları.
    Doğ bakalım doğ üzerimize inadına
    her sabah ey acuze güneş.
    Kaç milyon yıldır değişmez bu hep böyle
    Ve sen hoş geldin
    bilinmezlik getiren davetsiz misafir.
    yeni ve garip gün evimize
    Şoklar, sürprizler, haberler heybende...
    Nasıl da değişiyor hayatlarımız
    senin maharetli ellerinde!
    Ne sinsisin sen!
    Dökülür bazen de neşe kırıntıların
    Kanayan yıllarımızın
    kaybolan yollarımızın üzerine.
    Yap fakat en iyi işi yine de
    çal azar azar umutlarımızdan
    götür azalan hayatlarımızdan,
    Kandır biz avanelerini
    Kabulümüz ta en baştan.
    Bir kere daha görsünler.
    bir tarafta sen,
    yani değişmez kazanan
    ve diğer tarafta
    Biz gariban çocukların
    kaybetmek kaderi olan.
    1 ...
  17. 10.
  18. bu gün yüreğim yine köz gülüm
    düğüm düğüm sözlerim çöz gülüm
    ağyar gülüstanlarda şen şakrak
    ihvanda var ağlayan iki göz gülüm.
    0 ...
  19. 11.
  20. Zeytin

    Ağaçlar içinde en çok
    Ben zeytini severim
    Çünkü zeytin memleketim,
    inancım, hasretim, kaderim
    Der ki!
    “Bak bana!
    Ne yaz rehaveti ne kış mezalimi
    Bütün mevsimler yeşilim,
    Özüm sözüm bir
    Değişmem kendimim.
    Acılar bitiren barışı
    Dalımla getiririm.
    Mecnun yanar bilirim
    Çünkü Leyla’nın gözleriyim
    Peygamber dilinde
    Kutsal kitapta geçen yeminim
    Yine de olmaz kibrim
    Uzatmam boyumu.
    Yoktur gösterişli çiçeklerim
    Hak bilsin yeter derim.
    Çünkü ben Zeytinim”
    işte bu yüzden
    Ağaçlar içinde en çok
    Ben zeytini severim
    2 ...
  21. 12.
  22. Bundan

    Ben bu büyük ülkenin
    Yüksek bir dağ köyünde doğmuşum
    Bakışlar bulandıran uçurumları
    Boyun eğdiren kışları
    Duada bırakan yazları
    Şahidim yapıyorsam
    Sertssem, unutamıyorsam
    Münafığı gözünden tanıyorsam
    Bundan
    Aynen böyle de soranlara
    Yiğide yer ağlar gök ağlar!

    Ben bu yüce ülkenin
    Sahipsiz bir dağ köyünde büyümüşüm
    Umudun sardığı yarayı
    Efkârın demlediği çayı
    Öfkenin emzirdiği belayı
    Künyem yapıyorsam
    Kızgın ve kırgınsam
    Haini gözünden tanıyorsam
    Bundan
    Aynen böyle de soranlara
    Garibe gündüz ağlar gece ağlar!

    Ben bu öksüz ülkenin
    Unutulmuş bir dağ köyünde ölmüşüm
    Gece rengi ağıtları
    Katil kılıklı kurşunları
    Evlat diye öpülen taşları
    Sırdaşım yapıyorsam
    Bir Fatiha’ya muhtaç kalıyorsam
    Zalimi bedduama koyuyorsam
    Bundan
    Aynen böyle de soranlara
    Unutulana kurt ağlar kuş ağlar
    0 ...
  23. 13.
  24. AYRINTI

    Hadi söyle,
    Neler geçti aklından öyle.
    Gözlerin parladı gördüm,
    Hiiç inkâr etme…
    Belki küçümsedin belki kızdın.
    Belki hoşuna gitti.
    işte bu muamma, bilemedim.

    Ben anlattım, sen dinledin.
    Sen dinledin, ben anlattım.
    Ellerin saçına kaydı görmedim mi?
    Uzaklara dalmanı fark etmedim mi?
    Tereddütlü, garip hallerin...
    Yine de tam anlamadım,
    Niye titredi birden sesin.
    Dudağın kıvrıldı hani
    O an çok mu önemliydi
    Yoksa senin için?
    Söylesene
    Söylediğin her söz
    gerçekten senin mi?
    inanayım mı bütüne,
    göz önündekine!
    Yoksa şeytan
    ayrıntıda mı gizli?
    1 ...
  25. 14.
  26. Garip mi?


    Gülüyordu!
    Evet çok gülüyordu!
    Bitmeyen yağmurlar
    Kovalayan sorular
    Susmayan şarkılar gibi
    Her yerde ve her şeye gülüyordu!

    Gülüyorduk
    Evet onunla gülüyorduk
    Kalabalıkların sürüklediği adımlar
    Ağızdan çıkan nidalar
    Dilde hazır cümleler gibi
    Her yerde her dediğine gülüyorduk

    Tanıyorduk
    Evet onu tanıyorduk
    Yarınlarını tutan anılarını
    Kuytularda canlanan kâbuslarını
    Gözlerinde bekleyen yaşlarını
    inatçı ve sadık acılarını biliyorduk
    Ve tüm bunları
    Ancak gülerek örtebiliyorduk.
    Garip mi? Gerçekten garip mi?
    0 ...
  27. 15.
  28. Yağmur

    Görürüm,
    Bir yağmur yağar Resul Osman’dan
    Mercidabığ’a doğru.
    Zeytinler, bağlar nefes alır.

    Duyarım,
    toprak kokusu yayılır, yorgun insan
    Yüzlerinde aydınlık, mest olur.
    Yerüstündekiler, altındakiler nefes alır.

    Bilirim,
    Yer bu kadar hain ve zalimken
    yine de gökten yağmur
    Muştular, mucizeler getirir
    Umut, can nefes alır
    0 ...
  29. 16.
  30. Leyla

    Leylam! Muştum!
    Tanıdığımda seni mevsimler bahardı
    Bahçelerde gül, dallarda bülbül
    Suda ceylanlar, önde yormayan yollar vardı...
    Ve insanlar
    Tebessüm kadar dosttu ya ah onlar...
    Cennetim! Sevdam!
    Felek ne vakit, ah ne vakit
    Gülen yüzünü göstermiş ki ebedi...
    Ne zaman, ah ne zaman
    Hep şen söylemiştir bize türkülerini?
    Sonra bir kara zemheri
    Kalır mı artık bülbül,
    Durur mu dalda gül?
    Şimdi hava buz.
    Don tutmuş bak her yan
    Dört taraf derin uçurumlar.
    Kulaklarda patlar düşman naralar,
    Ölüm müjdeler münafık kıkırdamalar!
    Duam! Nefesim!
    Varsın kara kışa yenilsin her yan
    Güneş bile korksun,
    Kaçsın dağlar ardına
    Gam mı? Vallahi değil!
    Bırak sıkılan dişler
    Vahşi yumruklarla gelsinler üstüme
    Gam mı? Billahi değil!
    Çünkü ben ne gül şehvetine
    Ne de bülbül neşvesine vuruldum.
    Çünkü ben ne yaz rehavetine
    Ne de taze ikbale durdum.
    Çünkü bilirim bahar sensin
    Güle renk verensin
    Bülbülün sesisin!
    işte ben bundan
    Sendekine değil
    Seninlekilere de değil
    Sadece ve sadece sana vuruldum.
    Ne olur ey canan acı
    Maşukauna, mecnununa, meczubuna
    Ve ne olursa olsun razıyım bana
    Yeter ki kalmayayım
    köleliğinden azade!
    3 ...
  31. 17.
  32. FUKARA
    Hee gözüm, aynen dediğin gibi
    Bir çocuk kadar suçsuz
    Bir serçe gibi yaralıydım.
    Onlaar, kurt kadar vahşi,
    Kuduz köpek kadar canavardılar,
    Haklıydım ben dağlaar,
    Koca dağlar kadar.
    Hee gözüm, vallah dediğin gibi
    El âleme rezili rüsva
    Dosta düşmana madara ettiler
    Laal oldum sustum
    Çıkmadı hiç sesim
    Ezilen bir değirmenken içim
    Issız bir çöl oldu dışım.
    Hee gözüm, billâh dediğin gibi
    Haklıydım davamda,
    Haklıydım, haklıydım amma
    O uğursuz, melun yerde
    Onlar zengin, bey, ağa
    Bir ben, bir bendim fukara!
    0 ...
  33. 18.
  34. Kahramanlar

    Kahramanlar diyorum adlarına,
    Çünkü çook yakışıyor bu onlara.
    Belki ne taç var başlarında,
    Ne de kan parmaklarında.
    Kimi yaşlı, kimi gencecik daha
    Ve ne garip,
    istisnasız hepsi fukara…
    Kim mi bunlar?
    Günün en erken zamanlarında
    Dalanlar maişet kavgasına.
    Hayatlarını şöyle koyup bir kenara
    Naçar bakanlar akıp giden yaşama
    Kimi ağır taş taşır sırtında,
    Kimi ciğersiz birinden kahır!
    Belki beçaralar, yoksullar amma,
    Namusla yaşarlar, namusla!
    Olsa da rızıkları feleğin ağzında
    Fakat muhakkak götürürler,
    Akşam, ekmek çocuklarına…
    Yol gözleyen kadınlarına!
    Kahramanlar diyorum adlarına,
    Çünkü çook yakışıyor bu onlara.
    1 ...
  35. 19.
  36. Kaybedeceğin Savaş

    Kuşandığın zırhın mı sert bakışların mı?
    Elindeki kılıcın mı keskin sözlerin mi?
    Adımların mı korkutucu yoksa her şeyi göze alışın mı?

    Sorman gereksiz, belli hazırsın savaşına.
    Kan koklayıp kelle uçurmaya
    Fakat az dur, dur bir dakika!
    Bir şey söyleyeceğim sana!

    Ne zırh ne kılıç
    Ne plansızlık ne kararsızlık sebep ama
    Bu savaşı kaybedeceksin
    biliyorum.

    Çünkü sövdüğün,
    Üzerine yürüdüğün,
    Her şeye sebep gördüğün
    Hasmın, düşmanın, rakibin var ya!
    Dinle işte söylüyorum.

    Acaba doğru mu hedefin?
    Doğru mu seçtiğin
    Doğru mu menzilin
    inan mı yorum!

    “Dostlarıyla uğraşanlar
    Düşmanlarıyla savaşamazlar”
    Ne galip gelebilmek
    Ne de yenmektir marifet
    Hakiki düşmanı bilmek
    Budur asıl meziyet!
    Ben buna inanıyorum.
    0 ...
  37. 20.
  38. Onlar
    Bazen diyorum ki,
    Acaba nasıl yaşıyor
    Neler hissediyorlar?
    içlerinden ne düşünüp
    Neler geçiriyorlar?
    Acaba nasıl, evet nasıl
    Sıradan bir insan gibi
    Nefes alıp verebiliyorlar?
    Kızıl saçlarıyla doğan güneşe,
    Öteleri gören bebeğin gözlerine
    Korkmadan nasıl bakabiliyorlar?
    Masum gözyaşına, güluüseyen bahara, açan çiçeğe,
    Nasıl tahammül edebiliyorlar?
    Ya ansızın gelip duran ölüm haberine
    Nasıl dayanabiliyorlar?
    Hani şu kalbinden, vicdanından ve fikrinden,
    Bir elbiseden kurtulur gibi sıyırıp atabilenler.
    Ne hamiyet, ne şefkat ve ne de acıma…
    Hissetme, düşünme, üzülme.
    Bu kadar basit mi ha!
    Bazen diyorum ki,
    Olsun da nasıl olursa olsun diyebilen
    Vefasız, bencil ve kalpsiz,
    Tanısaydım o haz kölesini.
    Hiçbir kalp acısı duymadan
    Her bedenden zevk alabilen
    insan kılığındaki garip şeyi...
    Ne hamiyet, ne şefkat ve ne de acıma…
    Hissetme, düşünme, üzülme.
    Bu kadar basit mi ha!
    Bazen diyorum ki görseydim
    Küfürler edip, yumruklar sallayan,
    Ki zavallı bir biçareyedir çok zaman,
    Zalim, hain ve gaddarı…
    Kutsalsız, gayesiz ve hesapsızı
    Geçmiş ve geleceğin katili…
    Ne hamiyet, ne şefkat ve ne de acıma…
    Hissetme, düşünme, üzülme.
    Bu kadar basit mi ha!
    Bazen diyorum ki,
    Acaba nasıl yaşıyor
    Neler hissediyorlar?
    içlerinden ne düşünüp
    Neler geçiriyorlar?
    Acaba nasıl, evet nasıl
    Sıradan bir insan gibi
    Nefes alıp verebiliyorlar?
    1 ...
  39. 21.
  40. Paranoyaların kucağında
    Dağlar gibi evham biriktirdim
    Son sükûnet katığımı
    Vahşi şüphelere yedirdim
    Hüzün taş boğazımda
    Kesik kesik çıkar nefesim
    Tenhalarda yalnızım
    Bitti kendime güvenim
    Korkular uçuşur odamda
    Bilirim artık tekin değilim
    Ancak gelişin, gülüşün
    Adımı söyleyen sesin
    Dağıtır başımdaki şu zemheriyi
    Ulaşırım belki o zaman bahara
    O zaman kalkabilirim
    Belki, belki ayağa

    Oysa bekletme demiştim
    Gecikme, erken gel demiştim
    Şimdi yoksun bak yine
    Farkındayım kıskancım
    Hatta belki de hastayım
    Biliyorum, biliyorum
    Ben hiç iyi değilim
    1 ...
  41. 22.
  42. Daha

    Sus!
    Gitmedi ki düşman,
    Daha burda
    Mermini sakın boşa harcama
    Burası zalim bir çöl üstelik
    Aldanma!
    Aslında serap, gördüğün vaha!
    Bu kadar da üzülüp,
    Düşme gama!
    Çünkü henüz dokunmadık
    En büyük acımıza
    2 ...
  43. 23.
  44. Döndüğünde

    Kolay bulursun beni,
    Geri döndüğünde.
    Öylece duruyorum çünkü.
    Bıraktığın gibi, bıraktığın yerde…
    Yine baharda ve kitaplarda
    Günlerce kayboluyorum.
    Sıcak bir çay dumanına
    Dost tebessümüne aldanıp,
    Neler neler saçmalıyorum.
    Sen demiştin, evet biliyorum.
    Can çıkar huy çıkmaz ne yapayım,
    Herkesi kendim gibi sanıyorum.
    Bir de şairim şu sıralar,
    Görsen beyaz kâğıtlara
    Boyumdan büyük laflar yazıp
    Neler karalıyorum.
    Velhasılı
    Kolay bulursun beni,
    Geri döndüğünde.
    Öylece duruyorum çünkü.
    Bıraktığın gibi, bıraktığın yerde...
    5 ...
  45. 24.
  46. Göz

    Biri aynaya baktı
    Derin bir kesik izi
    Yüzünün tam ortasında!
    Isıran bakışlardan kaçıramadığı
    Sivri acabaların gelip battığı
    Ya da öyle sandığı
    Bir derin kesik izi!
    Yüzünün tam ortasında…

    Diğeri gözlerini kapattı
    Binlerce yara izi
    Zihninin tam ortasında
    Geçmiş insanların
    Çatal dilleriyle biçtiği
    Utandırarak yeşerttiği
    Korkunç bir hafiye
    Gölge gibi peşinde
    Gözlerin fark etmediği
    Fakat adı gibi bildiği
    Nefesi ensesinde
    Zihninde, fikrinde..

    Hangi yara daha keskin?
    Hangisi kaldırmaz da çeker yere?
    Hangisi öldürmez ama yaşatmaz da…
    Hangisi kıvrandırır bir ömür sancıdan
    Hangi göz kapalı şimdi
    Ve hangi göz görür her şeyi?
    2 ...
  47. 25.
  48. Yaşadıkça

    Yaşadıkça
    Dost yüzlü düşmanları
    ince döşenmiş planları
    Kininden kuduranları
    Bekletilen intikamları
    Göreceksin

    Yaşadıkça
    Rüyamızı şerre yoranları
    Sermayesi kavgamız olanları
    Cellâdına hayranları
    içimizdeki mankurtları
    Göreceksin

    ……….

    Yaşadıkça,
    Anı, mekânı ve insanı
    Bunları değiştiren zamanı
    Her şeyi yaratanı
    Tek olan Allah’ı
    Göreceksin
    2 ...
© 2025 uludağ sözlük