Mavi kuş her daim sarhoş
Biraz da bize kızmış, onun için hiç yüz vermiyor
Oysa güzel şarkıları vardı yıldızlara denizlere
Ama söylemiyor ki bizlere
Susuyor.
Suç işlemiş eller gibi
Perondaki boş trenler gibi
Ucu görülmeyen tüneller gibi
Gel hiç üzülme
Salına salına uç
Ben gelemem ama sen git biraz dolaş.
Saksağanın şakası sandılar
Muhabbet kuşları ve papağanlar
Belki de arkadaşındırlar
Kargalar gibi karaladılar
Kırlangıçlar ve serçeler
Bize biraz yalan söylediler
Çok saftık
Zararsız küçük yalanlar gibi
Yağmurdan kaçanlar gibi
Bütün vapurları kaçıranlar gibi
Gel hiç üzülme
Salına salına uç
Ben gelemem ama sen git biraz dolaş
Mavi kuş sanki bir düş
Kaşla göz arasında
Geceyle gündüz ortasında
Sokaklar bile sokaklara kesişir
Gölgeler ki güneşe bağlı
Biz ikimizde öyleyiz
Ama bilmeliyiz
Ağıramamış aydınlıklar gibi
Kireç tutmuş çaydanlıklar gibi
Hiç sevişmemiş insancıklar gibi
Gel hiç üzülme
Salına salına uç
Ben gelemem ama sen git biraz dolaş
Mavi kuş her daim sarhoş
Biraz da bize kızmış
şeklinde sözlere sahip, bülent ortaçgil'in 1998 yılında çıkardığı light albümünde yer alan enfes şarkıdır.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm, kal,
diyorum ona, kimsenin
seni görmesine izin veremem.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama ben ondan güçlüyüm,
yat lan aşağı, diyorum ona,
ocağıma incir dikmek mi
niyetin? Avrupa'daki kitap
satışlarını sabote etmek mi?
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama zekiyim, sadece
geceleri izin veriyorum çıkmasına,
herkes yattıktan sonra.
orada olduğunu biliyorum, derim
ona, kederlenme
artık.
sonra yerine koyarım yine
ama hafifçe öter
tamamen ölmesine de izin
vermiyorum
ve birlikte uyuyoruz
gizli antlaşmamızla
ve insanı ağlatacak kadar
güzel, ama ben
ağlamam, ya
siz?
Kiraz ağaçları çiçeklendiğinde dallar arasında
Kuşun maviliği pembenin ışığıyla kırılır,
Bahar dallarından sesi yankılanır,
Bana rengimi belli eden bir renk ver;
Ağacın kıskançlığı geçit vermez
Mavi kuşu her şeyden çok sever. *
mustafa kutlu nun kitabıdır.
samimi bir yolculuk hikayesi işleniyor kitapta, sonu ise okuyucuyu şaşırtıyor. yalın ama bir o kadar da okuyucuyu içine çeken, bir solukta bitirilecek bir kitap. yazarın aklına sağlık.
bir mavi kuş var yüreğimde
çıkmaya can atan
ama viski döküyorum üstüne
sigara dumanına
boğuyorum,
fahişeler, barmenler ve
bakkal çırakları hiçbir zaman
bilmiyorlar onun orada
olduğunu.
uykusuzun 68. sayısındaki umut sarıkaya yazısıdır *. en iyi umut sarıkaya yazılarındandır. bu yazıyı okuyup anlayan dişi insanlardan uzak durulmalı bence. yazının tamamı:
geçenler de seks'i gördüm dostlarım. iki kişiyle konuşuyordu. gayet neşeli gözüküyordu. gülümsedim kendisine on adım sonra dikilirken gerisinde. şaşırdı, garipsedi beni görünce. kim şaşırmaz ki dostlarım tanımadığı bir kişi ona gülünce. konuşmaya devam etti diğerleriyle. yaklaştım ben de bunun üzerine, o eşsiz gülümsememle. kaçamak bakışlar attılar konuşmaya devam ederken birbirleriyle. kadın olanı dedi "kim bu serseri". seks "bilmem ben sizin tanıdığınız sanıyordum" dedi. ve"hiç samimi olmayacağım tiplerden biri" diye ekledi. goncundum ama gülümseye devam ettim. belki hafızasını zorlar zannettim. seks dayanamadı bakışlarıma. "bağışlayın bayım ama bir yerlerden mi tanışıyoruz" dedi. dedim "hiç sanmıyorum beyefendi". ve gülümsemeye devam ettim ama "pardon bir şey konuşuyorduk da" diyerek rahatsızlığını belli etti. anlamamazlıktan geldim, ne desem beğenirsiniz "siz bana bakmayın, lütfen devam edin". "sizin olduğunuz ortamda bulunmak bile şeref verir bana" diye de ekledim. çift "neyse seks, sonra devam ederiz, araşalım..." diyerek bizi terk etti.
seks'le bakıştık. emindim, biraz sonra kaynaşacaktık. belki de beraber eve çıkacaktık. boğazını temizledi, işte başlıyordu, nihayet tanışacaktık. "iyi akşamlar" dedi, kaldırımda ilerlemeye devam etti. belki de bu bir davetti... biliyordum, onu takip etmemi istemişti. beni belki de gizli mabedine götürecekti. yürüdüm ardı sıra... döndü baktı yürürken bana ara sıra... bir şey demeden gülümsedim ona her bakışında. durdu, "ne var" dedi büyük bir kızgınlıkla. davet ediverdim eve büyük bir çılgınlıkla. "buyur bir çayımı iç" dedim tüm samimiyetimle. "sonra canım şimdi işim var" dedi büyük bir samimiyetsizlikle. "abi lütfen dedim" o meşhur ısrarımla. olmaz dedikçe, çekiştirdim. "bi uğra, sonra yine gidersin" dedim. "mümkünatı yok olmaz" diye inat etti. inat ettikçe "düş lan önüme, bu evde artık seks görmek istiyorum" diye iteledim. direttikçe , etini burdum. anasına küfrettim. boynumu kollarının arasında sıkıştırdı, kafama diz attı "işte bunu demeyecektin" diye anne konusunda hepimiz gibi hassas olduğunu kanıtladı. güç bela kollarından kurtuldum "çocuk sen bu mahalleye geleceksin. çocuk seni enişteme sktiricem çocuk" diye tehdit ettim. "gelmiycem lan, gelmiycem. evine de gelmiycem mahallene de... zaten mahallenize uğramıyordum, bundan sonra hiç uğramam" diyerek yüzüme tükürüp koşmaya başladı. ve tahmin edebileceğiniz üzere kendisini kovalamaya başladım. belki yakalarsam, evime sokmayı başarırım diye hızlıca kafamda plan yaptım. kaçtıkça kovaladım. bir ara gözden kaçırdım.
bir duvarın dibinde soluklanırken, tanıdık bir ses duydum. bu ses hepimizin yakından tanıdığı sanatçı bülent ortaçgil e aitti. "seks i mi arıyorsun evlat" dedi. şaşkınlığımı attıktan sonra "evet bülent abi" dedim. "hiç geçti mi burdan" diye de ekledim. "geçti" dedi, "ama evlat onu böyle koşarak yaklayamazsın" diye de uyardı. anlattığına göre seks çok atik, çevik ve hızlıydı. omuzlarından silkerek heyecanla sordum "ne yapmalı, nasıl yakalamalı". "bin bana" diye ani çıkış yaptı. "aman abi naaptın" diyerek utandım. bir anlık dili sürçtü sandım. fakat yanıldım. "bin bana. bak seni ona ulaştırırım. yaşlıyım ama şunu bil ki ben senden hızlıyım" dedi. orda öylece kalakalmış bana bakarak sırtını gösterdi. "hadi atla sırtıma da gidelim" dedi. bindim.
"sıkı tutun. gidiyoruz. düşme" dedi ve "ortaçgil gücü!" diye bağırarak yeri göğü inletti. hızlıca koşmaya başladı, "boynumu fazla sıkma, nefes alamıyorum" diye de beni uyardı. hızlıca koşmaya başladık. sokak sokak seks i aradık. koşarken de bir yandan da lafladık. yeni albüm çalışmasının olup olmadığını sordum, varmış dostlarım. "erkan oğur napıyo abi" diye sordum. iyiymiş dostlarım. bir yandan koşuyor, bir yandan da müzik üzerine laflıyorduk. tam yozlaşmış müzik sektöründen bahsederken araya girip "abi mesela kaset çıkarmak istesek gitarı biz mi alıyoruz yoksa yapımcı şirket mi veriyor? almamıza gerek var mı kaset çıkarırken" diye sordum. bu soru üzerine karşılıklı uzun bir süre sustuk, hiç konuşmadan saatler boyu seks i aradık. sokakları, caddeleri aştık bulamadık... rotamızı şehir dışına çevirdik. dağları, vadileri, ovaları geçtik göremedik sorduk soruşturduk bir türlü yakalayamadık.
karnımızı doyurmak için girdiğimiz bir üniversite yemekhanesinde sordum insanlara seks i. "6 yıldır bu üniversitedeyim, görmedim" dedi biri. "eskiler anlatmıştı. bi kere uğramış buraya" dedi oldukça heyecanlı olduğu hemen fark edilen diğeri. "palavra! uğrasaydı ben duyardım. 10 yıldır buradayım. izine bile rastlamadım" dedi köşede kafasını kaldırmadan yemek yiyen ötekisi. "ben de duydum. eskiden çok gelirmiş. yalnız küstürmüş öğrenciler seks i. en son batıya doğru giderken görmüşler" diye anlattı başka biri. "batı mı dedin. batı istikametinde bir erkek öğrenci yurdu var orda olabilir mi?" diye sordu ortaçgil. ben de dahil bütün yemekhane güldük bu saflık karşısında. ortaçgil de hatasını anlayıp güldü. neşeli dakikalar yaşadık. "hurraaa" diyerek hep beraber komposto taslarımızı kaldırdık. yemekten sonra, kendilerine yardımları için teşekkür edip, ortaçgil ime atlayıp batıya doğru yola çıktım. "yolunuz açık olsun yürekli yiğitler. umarım bulursunuz. bizi sakın unutmayın" diyerek kapıya kadar geçirdi bizi bu iyi niyetli insanlar.
çok yol aldık. çok insan gördüm. seks in adını bile anmayı yıllar önce bırakmış köyler, şehirler gördüm. mutsuz çaresiz insanlar gördüm. ve seks in adını bile duymamış insanlar tanıdım. yaklaştığımız anları hissediyordum ama hiç yakalayamıyordum seks i. biliyordum buralarda bir yerlerdeydi. sinirlendiğim, kendimi kaybettiğim anlar da oluyordu. yine böyle bir sinir krizi anında ortaçgil in sırtında düşsek parçamızın kalmayacağı bir uçurumun kenarına geldim. "sunu bil ki kaçamayacaksın! seni eninde sonunda yakalıycam seks!" diye uçurumun tepesinden haykırdım. "seks, seks, seks, seks...." diye yankılanırken sesim, ardım da başka bi ses duydum. "bağırma lan ayı" diye kızdı biri. bu ani ses karşsında ortaçgil huysuzlandı... "pırfsss, hırffsss" diye sesler çıkardı, bi taşı düşürdü uçurumdan aşağı. bir yandan ortaçgil i sakinleştirmeye çalışırken, ardıma seslendim, "kim var orda" diye bağırdım. çalıların arasından bir yaşlı kafasını çıkardı. "fırtına yaklaşıyor. eğer iki tarla faresi gibi sele kapılıp gitmek istemiyorsanız, beni takip edin" dedi. takip ettik, yaşlıyı.
dediği gibi kulübesine girer girmez şimşek çaktı, azılı bir sağanak ve rüzgar başladı. şömineye odun attı, bize avladığı bir sülünün etini ikram etti. yemekten sonra yanımda taşıdığım çokomilk ten bülent e ve yaşlıya ikram ettim. yaşlı adam "şimdi yemeyeyim canım, koy oraya sonra yerim" dedi uzattığım çokomilk i. "olur mu abi ikram geri çevrilmez. ye ye ağzın tatlansın" diye ısrar ettim. "canım ver bülent e o yesin" dedi bu sefer. "amca naaptın ye şunu. hak geçmesin" diye ısrarımı yineledim. sinirlendi, çoko yu elimden alıp ateşe attı. "ulan koskoca sülün verdim, ses çıkarmadın üçte bir çokomilk in tantanasını yapıyorsun sabahtan beri" diye azarladı beni. hatamı anlayıp özür diledim. bize adaçayı ikram ederken "demek seks i arıyorsunuz" diye konuya girdi. her yerde aylarca aradığımı söyledim, çok yol kat ettiğimi söyledim. "sen çok aradığını mı söylüyorsun. tam tamına kırk sene aradım onu. çok yaklaştım hatta. kaç defa yüz yüze geldim. ama hep elimden kaçırdım. her seferinde beni bir şekilde atlattı bu seks" dedi sinirli sinirli. en sonunda tam yakalayacakken bu uçurumdan aşağı düşmüş ve buraya yerleşmek zorunda kalmış. o yüzden sağ bacağı aksarmış. biz ada çaylarımızı içip sohbet ederken, ortaçgil ise yaşlı adamın eski gitarını kenarda tıngırdatmakla meşguldü. izinsiz gitarını aldığı için zaten inceden kıllanan yaşlı adam "canım o pena kaybolursa seni de kaybederim bilmiş ol" diye çıkıştı. ortaçgil tınmadı, tıngırdatmaya devam etti. yaşlı adam bir yandan şömineye odun atarken, bir yandan da söylenmeye başladı. "ahhh sanatçılar. dur dersin durdan anlamazlar. işleri güçleri aylaklık. ben de zamanında led zeppelin e binmiştim" dedi. "grup olarak mı abi?" dedim. "evet tabii ki; canımdan bezdim ama idare edene kadar onları. yol boyunca ayağıma dolaştılar hep, sürekli tartıştık" dedi. sonra durup ortaçgil e "bülent hadi git biraz odun getir dışarıdan, kırıp getir, öyle arabın skini sallar gibi sallaya sallaya getirme tam kütüğü" diye seslendi. ardı sıra "yağmurluğu da al yanına" diye tekrar uyardı. ortaçgil çıkınca bana yaklaştı ve kısık sesle "seks i yakalıycam diyorsun. ama bu köhnemiş ortaçgil le olmaz bu iş. onun kendine hayrı yok, seni nasıl seks e ulaştırsın. bence bırak onu. sana bir abi tavsiyesi. ortaçgil sadece zaman kaybettirir sana. sal gitsin onu" dedi. "abi niye öyle diyorsun çok kendinden verdi bülent abi, bulmam için seks i. elinden geleni ardına koymuyor yani." diye itaraz ettim. "sen bilirsin daha hızlı olmalısın eğer bana benzemek istemiyorsan. seks e çabucak ulaştıracak birine ya da birilerine binmelisin" dedi bana bir şeyler ima eder gibi... "ne gibi mesela" dedim, "metalika" dedi. "amca nasıl bulayım dağ başında metalika yı şimdi saçmalama" dedim. "sen metalika yı gerçekten iste, o seni nerde olursan ol bulur, karşında hakan altun olsa o metalika olur" diye o an bana çok anlamlı gelen sözler söyledi. ve "yarını bekle" dedi.
ortaçgil odunları getirdi. her şeyden habersiz ortaçgil e üzüldüm, mavi kuş şarkısını söylerken bize o, "oysa ne güzel şarkılar vadı, yıldızlara ve denizlere/ ama söylemiyor ki bizlere, susuyor" kısmında ve "mavi kuş sanki bir düş, kaşla göz arasında, geceyle gündüz arasında" kısmında ikişer damla göz yaşı döktüm. her şeyden habersizdi, şarkısını söylüyordu...
ertesi sabah erkenden uyandık. yaşlı adam bize vadiyi gezdirmek istedi. kabul ettik. ortaçgil in sırtına atladım "gel amca seni de çeker" dedim. gelmedi. üçümüz vadiyi gezerken, yaşlı adam bülent e duyurmadan "hazır ol" diye fısıldadı kulağıma. yüksekçe bir kayanın üstündeyken biz, birden yer sarsılmaya başladı. sarsıntı giderek artıyordu. bir bizon sürüsü yaklaşıyor gibiydi. ortaçgil, huzursuzlandı. yaşlı adam onu sakinleştirmeye çalışırken, sarsıntı iyiden iyiye artmıştı. arkama baktım. oha metalikaydı bunlar. başıbozuk bir şekilde koşarak yanımızdan geçmeleri an meselesiydi. yaşlı adam ortaçgil'i sıkı sıkı tutarak "şimdi! hemen atla!" diye bana bağırdı. ortaçgil den metalika nın kucağına atladım. hızlıca uzaklaşırken ben, son defa kazık attığım ortaçgil e baktım. "umuuttt nedennn! neden yaptın bunu!" diye ağlayarak baktı bağırdı bana. "kusura bakma. yapmak zorundaydım. sekse ulaşmak için her şeyi yaparım ben. canıma tak etti anla artık. herkesi anlıyorsun beni de anla" diye bağırdım ama duydu mu bilmem. zira oldukça uzaklaşmıştık. metalika adına yaraşır bi şekilde ortaçgil den kat be kat hızlıydı. ama ortaçgil le geçirdiğim günlere lanet mi ettim, tabii ki hayır. ortaçgil in gönlümdeki yeri ayrıdır, şöyle diyeyim, metalika gelip "umut biz bıktık bu metalikalıktan artık, bundan sonra metalika sen ol, herkes seni metalika diye bilsin artık. ünü de parası da artık senin olsun" dese bile sempati duymam ortaçgil kadar kendilerine.
neyse metalika dur durak bilmiyordu. eski tüfekler oldukça hızlıydılar. sekse çok yaklaşmıştık. seksin kokusunu alıyordum. metalika da dişini tırnağına takıyordu. nihayet seksi görmüştüm bir dere kenarında, üzerine doğru sürdüm metalika mı. görünce ormana daldı, peşinden biz de daldık. fakat seks yine yaptı yapacağını gözden kayboldu. ona bu kadar yaklaşmışken kaçırmak istemiyordum. "ne yapıcaz söylesene metalika" dedim gruba. solisti olan sakallı "abi bak ikidir uyarımıyorum ama artık yeter. biz metalika değiliz judas priest iz dedi, ne metalika sı!" diye veryansın etti. işte o an yaşlı bilgenin bana kulübede söylediği anlamlı sözleri tekrar düşündüm ve solistin başını okşayarak "boşver abi gitarla müzik yapıyorsunuz hepiniz. benim gözümde hepiniz birer metalikasınız" dedim. bunun üzerine solisti sevindi ve "ben ormanın çıkışını biliyorum, kestirmeden gidip önünü kapatalım onun" diyerek tepelere doğru sürdü bizi. saatlerce gittik. "oğlum bak sabahtan beri dolandırıyorsun. sakın sen yolu kaybetmiş olmayasın da çaktırmamaya çalışıyo olmayasın" diye çıkıştım. "abi çıkışa varınaz da allah vere de seks bizden önce kaçmamış olsun. çok ağırlığımız var yavaşlatıyor bizi. ağırlık atmamız lazım." dedi. "oğlum ne ağırlığı, bi ben varım kendimi mi atayım. saçma saçma konuşma" dedim. "abi en azından donu, pantolu atsan... elden ne geliyorsa artık, yoksa kaçırcaz bak" dedi. "canıma minnet" diye düşünüp sıyırdım attım.
en sonunda ormandan çıktık ama seks ortalıkta gözükmüyordu. geceyi orda geçirelim mi geçirmeyelim mi diye tartışırken yanımızdan çok hızlı bişey geçti. dikkatlice bakınca sırtında birini taşıyan manu chao olduğu anlaşılıyordu. derhal takibe aldık manu yu. manu ilerde ki ne olduğu tam gözükmeyen toz bulutunun içine girdi. buluta doğru sürdükçe gördüklerime inanamadım.
bir sürü adam, metalikasından, nirvanasına, picassodan, bukowskisine, rimbaudundan, rodininine bir sürü sanatçının sırtına binmiş seksi kovalıyordu. adeta bir sürek avıydı bu yaşanan. tam o sırada herkesin gittiği istikametin tersine giden bir kalabalık geçti yanımdan. şarkı söyleyip danseden kaslı şen denizciler kucaklarında tanıdık bi yüzü güle oynaya taşıyordu. bu kişi mahalleden menderes abi den başkası değildi. dehşetle "menderes abi haaaayıııır" diye bağırdım. "umut valla bildiğin gibi değil, yanlışlıkla bindim bunlara" diye özür dileyerek yitip gitti... daha şaşkınlığımı üzerimden atmadan çok yakın arkadaşım burak saka yı harun kolçak'ın sırtında gördüm. "ulan burak kafanı skim senin. harun kolçak'la mı yakalayacaksın seksi. daha şahane bişeye binsene lan" diye kızdım. "oğlum 90lara duyulan özlemden sonra harun çok hızlandı lan. valla sen kendine yan" dedi ve beni geçti.
"napıyoruz lan biz?" diye düşünüp, kendimden de oradaki herkesten de tiksindim. ayrıca koskoca kalabalıkta tezcanlı gibi tek çıplak bendim. herkesten çok kendimden tiksindim. bu sırada eski dostla ortaçgil le gözgöze geldim. sırtında kulübedeki yaşlı bilge vardı. oldukça mutsuzdu o da... yaşlı bilgeyi tutup sırtından attım bülent in. "yürü abi eve gidelim" dedim. "umutçuğum ben çıplak ete dokunamam" dedi ve "kusura bakma bindirmem seni sırtıma" diye ekledi. "sen bin abi benim sırtıma o zaman" dedim. hemen bindi. eve doğru yola çıktık...
tam da lys-2 nin bulunduğu sabah rüyamda bir kedi tarafından öldürülen kuş. bütün yaşam enerjim çekildi. uyandığımda titriyordum. bıraktığım sigaraya yeniden başlama sebebim. seni unutmayacağım mavi kuş. pencerem hep açık.
teomanla düet yaptığı versiyonu ayri bir güzel olan şarkı. belki dinleyenler için bir anlamı yok ama yazarı için kesinlikle bir şey anlatıyor bu şarkı. o yüzden saçma demeyin. dinleyin. ve emin olun her şarkının bir anlamı vardır. burdan buyrun;
--spoiler--
suç işlemiş eller gibi
perondaki boş trenler gibi
ucu görülmeyen tüneller gibi
gel hiç üzülme
salına salına uç
ben gelemem ama sen git biraz dolaş.
--spoiler--
sevindirirken düşündüren çilekli pasta tadında bülent ortaçgil şarkısı.
mükemmel bir bülent abi şarkısıdır. onun sesinden mükemmel tabii ama ben bu şarkıyı bana kendi sesinden okuyan dünyalar güzeli bir insanın yorumuyla sevdim. o sesi ömrüm boyunca hiç unutmayacağım. ben biraz dolaşıyorum ama gelicem mavi kuş.