gabriel garcia marquez öyküsü. bolivyalı yazarlar, la paz'da bu çalışmanın yıldönümünü her yıl 5 mart'ta kutlamaktadır.
"Ben her gece düşlerine giren ve sana şöyle diyen kişiyim: Mavi bir köpeğin gözleri." Ve o restoranlara girdiğini ve yemek ısmarlamadan önce garsonlara, «Mavi bir köpeğin gözleri,» dediğini söyledi. Ne var ki, garsonlar bunu düşlerinde söylediklerini hiç anımsamadan önünde saygıyla eğiliyorlarmış. O da bunu peçetelere yazıyor, bıçakla cilalı masalara kazıyormuş: «Mavi bir köpeğin gözleri.» Ve otellerin, istasyonların, tüm halka açık yapıların buzlu camlarına işaret parmağıyla yazıyormuş: «Mavi bir köpeğin gözleri.» Bir gün bir eczaneye girdiğini ve beni düşünde gördükten sonra odasında soluduğu aynı kokuyu duyduğunu söyledi. Eczanenin yeni temiz çini zeminini gördüğünde «yakında olmalı» diye düşünmüş. Sonra satıcıya doğru yürümüş ve ona «Düşümde sürekli bana 'Mavi bir köpeğin gözleri', diyen bir adam görüyorum,» demiş. Ve eczacı gözlerinin içine bakmış ve demiş ki: «Gerçekten, senyorita, sizin gözleriniz öyle.» Ve o da adama, «Bana düşlerimde aynen böyle söyleyen adama rastlamalıyım,» demiş. Ve satıcı kahkahayı basarak tezgâhın öbür yanına gitmiş. O ise hâlâ tertemiz çini zemine bakıyor ve kokuyu içine çekiyormuş. Sonra çantasını açmış, yere çömelmiş ve kıpkırmızı dudak boyasıyla çini zemine kocaman kırmızı harflerle yazmış: «Mavi bir köpeğin gözleri.» Satıcı durduğu yerden dönmüş ve «Senyorita, çini zemini kirlettiniz,» demiş. Ve ona ıslak bir bez uzatmış, «Temizleyin,» demiş. Ve o hâlâ şamdanın yanında durarak tüm öğleden sonra dizleri üzerinde çini zemini temizlediğini ve millet dükkân kapısının önüne üşüşüp kendisinin defi olduğunu söyleyene kadar, «Mavi bir kepeğin gözleri,» dediğini söyledi.
Birbirimizi yıllardır görüyorduk. Kimi kez, birlikteyken
dışarda biri bir kaşık düşürüyor ve uyanıyorduk. Zamanla dostluğumuzun eşyalara, çok basit olaylara bağlı olduğunu anlamıştık Karşılaşmalarımız hep böyle, gün ağarırken küçücük bir kaşığın yere düşüşüyle son buluyordu.
Şimdi bana şamdanın yanından bakıyordu. Bana eskiden de, sandalyemi arka bacakları üzerinde çevirip kül gözlü tanımadık birinin karşısında oturduğum o uzak düşte de böyle bakmış olduğunu anımsadım. Ona ilk kez, «Kimsiniz?» diye de o düşte sormuştum. O da bana, «Bunu anımsamıyorum,» demişti. Ve ben ona, «Oysa ben daha önce görüştüğümüzü sanıyorum,» demiştim. O ise kayıtsızlıkla, «Sanırım bir keresinde sizi, bu odayı düşümde görmüştüm,» dedi. Ben de ona «Çok doğru. Bunu anımsamaya başlıyorum,» demiştim. Ve o, «Ne garip. Mutlaka daha önce başka düşlerde karşılaştık,» dedi.
Sigarasından iki nefes çekti. Ona ansızın baktığımda hâlâ şamdanın önünde duruyordum. Ona tepeden tırnağa baktım, hâlâ bakır rengiydi; ama artık sert, soğuk metalden değil, yumuşak, işlenebilir pirinçtendi. «Sana dokunmak istiyorum,» dedim yeniden. O, «Her şeyi mahvedersin,» dedi. Ben de, «Bunun artık hiç önemi yok. Yeniden karşılaşmak için yastığı çevirmemiz yeter», dedim. Elimi şamdanın üzerinden uzattım. Kımıldamadı. «Her şeyi mahvedeceksin,» dedi yeniden, ben daha ona dokunama-dan. «Belki de, şamdanın arkasından dönüp bakarsan, dünyanın herhangi bir yerinde korkuyla uykudan fırlayabilirdik.» Ama ben yeniden direttim: «Hiç önemi yok.» Ve o, «Yastığı çevirseydik yeniden karşılaşabilirdik. Oysa sen uyandığında bunu unutmuş olacaksın.» Köşeye doğru yürümeye başladım. O ise orada durmayı ve ellerini alevde ısıtmayı sürdürdü. Daha sandalyeme varmamıştım ki onun arkamdan şöyle dediğini duydum:
«Gece yarısı uyandığımda çarşaf dizlerimi yara edene kadar yatakta dönüyorum ve gün doğana kadar yineliyorum: 'Mavi bir köpeğin gözleri'.»
Sonra yüzüm duvara dönük öylece kaldım. «Gün ağarmaya başladı bile,» dedim ona bakmaksızın. «Saat ikiyi vurduğunda daha uyanıktım ve bu epeyce önceydi.» Kapıya doğru yürüdüm. Kapının kolunu tuttuğumda yeniden onun tekdüze, değişmeyen sesini duydum: «Bu kapıyı açma,» dedi. «Koridor zorlu düşlerle dolu.» Ben, «Nereden biliyorsun bunu?» dedim. O da, «Çünkü biraz önce oradaydım ve yüreğimin üzerinde yattığımı farkettiğimde geri dönmek zorunda kaldım,» dedi. Kapıyı araladım. Kapının kanadını biraz kımıldattım, serin hafif bir esinti burnuma taze bahçe toprağı, ıslak kır kokusu getirdi. Yeniden konuşmaya başladı. Döndüm, hâlâ gürültüsüz menteşelerinde kayan kapı kanadını oynatarak, «Sanırım dı-şarda koridor yok. Kır kokusu duyuyorum,» dedim. Ve o, artık biraz daha uzakta, «Burayı senden iyi tanıyorum. işin aslı, orada dışarda bir kadın düşünde kırları görüyor», dedi. Kollarını alevin üzerinde kavuşturdu. Ve konuşmayı sürdürdü: «Bu, sürekli kırlarda bir evi olmasını dilemiş, ama bir türlü kentten dışarı çıkamamış olan kadın.» Kadını daha önceki bir düşte görmüş olduğumu anımsadım, ama bir yandan da kapı aralıkken bile yarım saat içinde kahvaltının aşağı getirileceğinin farkındaydım. Ve dedim ki: «Ne olursa olsun uyanabilmek için buradan dışarı çıkmalıyım.»
Dışarda rüzgâr bir an esti, sonra durdu; o sırada yatağında dönmekte olan uykudaki birinin solukları duyuluyordu. Kırdaki esinti durmuştu. Korkular yitip gitti. «Yarın seni bundan tanıyacağım,» dedim. «Sokakta duvarlara 'Mavi bir köpeğin gözleri' yazan bir kadın gördüğümde sen olduğunu anlayacağım.» Ve o hüzünlü bir gülümsemeyle ki bu olanaksıza ulaşılmaza boyun eğiş belirten bir gülümsemeydi, «Oysa gün boyunca hiçbir şey anımsamayacaksın,» dedi. Yeniden ellerini şamdanın üzerine uzattı, yüzü acı dolu bir sisle kararmıştı: «Sen uyandığında düşünde gördüklerinden hiçbirini anımsamayan tek adamsın.»