modern toplumun birey bazında en büyük açmazı kişiyi bir yandan kendini aşmaya ve değiştirmeye zorlaması ama öte yandan da sürünün diğer bireylerinden da farklı bir rota sunmaması. hatta sapmaları yasalar, dini kurallar, gelenekler, trendler ve bin türlü kısıtlama ile engellemeye çalışmasıdır. ilk bakışta tutarsızlık gibi görünen bu paradoks aslında optimum insanı elde etmeye yönelik yapılanmanın bir sonucudur. cinsel kimliği, egoları, kompleksleri ve hatta fobileri tüketim arzusunun kamçılanması için araç olarak istismar edilen birey sürekli bir yetersizsin/kendini değiştir sarmalına alınır. doğal olarak kendini geliştirmenin belirli ve satın alınabilir araçlara ve maddelere endekslenmiş olması da kaçınılmazdır. hayatında yayan yokuş çıkmamış adama 4 bin dolarlık dağcı saati taktırmak, mutfağın yolunu harita ile bulamayacak kadına 10 bin dolarlık mutfak cihazlarını satmak başka türlü mümkün değildir. toplumun kabul gören bir bireyi olmanın ön şartı öze dair olanı değil özü simgeleyeni tüketmek, reklam estetiğinin modellediği rolün mankenliğini yapmaktır çünkü.
kaynakların her bireyin insanca yaşamasına yetmeyeceği bir dünyada herkesi sporcu yapmak yerine bir tek sporcu ya da takıma hayran etmek o ikonun varlığında kendisini kazanan, kahraman, başarmış hissetmesini sağlamak daha karlı ve kolaydır. hafta sonu halı sahada maç yapan on binlerce kişi yerine sadece bir sahada maç yapan 22 kişinin oyununun ticaretini yapmak daha kolay ve kârlıdır. ayrıca maç gününden sonra bireyi kendisine ve sevdiklerine yeni ürünler yeni hayaller satın almak için daha çok çalışmaya da motive edebilme olasılığı yüksektir. aynı şekilde organik domatesle plastiğini ayıramayacak bazı kadınların binlerce lira harcayarak mutfaklar yaratmasını sağlamak dünyada yaşayan her bireye sağlıklı besin yetiştirmekten çok daha kolay ve kârlıdır.
bütün bu temponun içinde bir an koşuşturmaktan vazgeçip, "ne yapıyorum ben?" diye durup soranlar ise sistem için halledilmesi gereken bir başka sorundur. burada "klasik din" olgusu tüketim toplumunun dinamikleri açısından demodedir. yani kişinin vazgeçişle kendini yaratıcıya adaması istenen bir şey değildir. kişi kendini yetersiz görmeli, arayışa devam etmeli ve ararken de tüketmeye devam etmelidir (bkz: sineğin yağını çıkarmak). burada hem yabancısı olunan, hem de keşfedilmemiş bir takım yeni olgular devreye sokulmalıydı ve aranan kan uzakdoğu felsefelerinde bulundu. 1940'ların sonundan itibaren budizm, şintoizm, konfüçyusçuluk gibi öğretilerle tanışan batı entelijansıyası bunları yorumlamakta ve özümsemekte oldukça yetersiz kalmış ve sadece aforizmalarına ya da bazı ritüellerine ( meditasyon özellikle) saplanıp kalmıştı. büyük bir derinliği olan ve esas mesele olarak hiçliği ele alan, vazgeçişi şart koşan bu felsefeler hemen batı popüler kültürüne uydurulup, ehlileştirildi. felsefi boyutu ise uyuşturucudan kafası güzel bazı keşişlerin uçukluklarına indirgendi.
zihin gücü, düşüncenin evreni yaratma ve yenileme özelliği, meditasyonla beynin geliştirilmesi gibi ana temalar üzerine binlerce kitap yazıldı, 68 sonrasında ve tüketim toplumunun büyük bir zihinsel travma yaşadığı 90lı yılların ortalarından itibaren binlerce "uzman, önder, guru" türetildi. vazgeçişi hedefleyen 6-7 bin yıllık tefekkürün neticesi felsefeler artık "iş hayatında başarıya ulaşmak" için "araç" konumuna indirgendi. kendini arayan bireyin çabası ise mutluluğa << ki tanımı sadece çarpıtılmış bir "aşk" imgelemi ve tüketim toplumu değerlerine sadakat'e endekslenmiştir>> ulaşmak ile sınırlanmış "değişmek" kelimesi anlam erozyonuna uğratılmıştır. oysa bireyin mutluluğu önce zihnini sonrasında ise hayatını sadeleştirip, dünyevi bağlarından kopup, yanılsamalara kapılmadan özgürce düşünebilmesinde ve yaratabilmesinde yatmaktaydı. mevlana'dan konfüçyus'a kadar bütün "âkil" adamlar da bunu söylemişlerdi. en büyük imtiyazımız olan seçme şansımız elimizden alınmıştı. kainatın bir parçası olmak ya da dünyanın bir parçası olmak arasında akli melekelerimize ve potansiyelimize, sevme kabiliyetimize bağlı olan seçim şansımız binlerce alternatifimiz varmış gibi hissetirilerek elimizden alınmıştı. sadece mezbahaya yürüyen koyunlar gibi tek yönlü bir yolda her gördüğümüze aşırı heyecanlanarak, neşelenerek, etkilenerek ama bir kaç saniye sonra unutarak ilerliyoruz. bu arada fonda okunan metinleri de kendi düşüncelerimiz sanıyoruz ....
devam edecek ...
--spoiler--
ne olduğunu öğrenmek ister misin? matrix her yerdedir. etrafımızda. şu anda bile, bu odada. pencereden dışarı baktığında görürsün ya da televizyonu açtığında, işe gittiğinde hissedersin ya da kiliseye. vergi öderken. gerçeği görmemen için dünya, bir perde gibi önüne çekilmiş sanki.
--spoiler--