bir başyapıt.
tüm sinema kurallarına karşın haluk bilginerin 7 dakikalık mükemmel monoloğu izlenmeye değerdir. filmin tamamı izlenmeden belki bir şey ifade etmez ama yinede isteyen için:
"bir sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyor. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? torna vida yemiş gibi oldum. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bir surat... ama bu sefer başka güzel orospu. oranın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para."
haluk bilginer'in canlandırdığı bekir karakterinin intihar etmesiyle sona eren* ve filmin geri kalanını takip etmeyi gereksiz kılan, haluk bilginer'le muhteşem, haluk bilginer'siz yavan kalan film. haluk bilginer'in oyunculuk kariyerindeki en büyük çıkışlardan biri.
bir sinema filminde tutku nasıl anlatılırın cevabıdır bu film. bekir ile yusuf'un kır sahnesindeki dialogu türk sinema tarihinin en iyi sahnelerinden biridir, kapılıp gitmelerin, vazgeçememelerinin bir hayattan çok daha değerli olabileceğini ve sürekli deneyip yenilmeninde başarmak kadar anlamlı olduğunu anlatır bize demirkubuz.
haluk bilginer'in oyunculuğıu yiyip bitirdiği, güven kıraç ile derya alabora arasındaki muhteşem diyalog ile zihinlerden çıkmayan çıkamayan türk filmidir.
aşk'la ilgili bir filmdir bu. sahte orgazmlarına beden arayan sülüklerin izleyemeyeceği, izlese dahi hiçbir bok anlayamayacağı, anlayamadıkları için entelektüel sohbetlerine meze yapıp hazmedemeyecekleri bir filmdir.
bile bile acı çekebilmeyi göze almakla ilgilidr bu film. biraz, sadistlikle ilgili. biraz da alna dayalı namlunun üzerine yürümekle. karlı dağlar geçerken karşıdan, diz üstü eteğini hayal etmektir, o yosmanın.
gram gram, buram buram yanmakla ilgili bir filmdir bu. delikanlılığın rajonla değil, bir orospuya aşık olup, o'nun mutluluğu için hayatını hibe edebilmeyle ölçüldüğü bir filmdir bu. ucuz hotel odalarında, otogar lokantalarında, şehirlerarası tren yolculuklarında, gönüllü olarak mahkumiyet çekmeyi istemekle bir filmdir bu.
*
bir zeki demirkubuz klasiği..
sahneler çok yavaş ilerliyor..
bi süpürgenin bile iki sahnede görünmesi sonucu izleyici bu bi metafor mu diye düşüncelere dalıyor..
ama yönetmenin cevabı çok net: "yoo sadece rastlantı" hanekevari, birden filme giren intihar, cinayet gibi öğeler göze çarpıyor..
öyle çılgın kamera oyunları, dijital efektler, komik olma çabaları olmayan, insanı düşüncelere gark eden, ruhsal çözümlemelerle dolu izlenesi demirkubuz filmi. kara üçlemenin uzantısı.
son karede ise samuel beckett'in ünlü sözü perdeye yansıyor:
"hep denedin hep yanıldın, gene dene gene yanıl, daha iyi yanıl"..
"Zeki Demirkubuz'un yüksek gözlem gücünü en iyi yansıtan filmlerinden Masumiyet, iç içe geçmiş birçok kişisel öyküyü anlatıyor: Kesişen üç hayat; hapiste geçirilen gençlikten sonra dışarıda yaşama korkusundan işi hapiste kalmak için dilekçe vermeye kadar vardıran Yusuf; gençlik aşkı Zagor'un peşinden onlarca hapishane ve şehir gezen, yaşamak ve beraberindekileri yaşatmak için pavyonlarda "ses sanatçılığı" ve "orospuluk" yapan Uğur Hanım ve Uğur'a olan aşkından karısını, malı mülkü ve tüm hayatını bırakıp onunla diyar diyar gezen Bekir.."