kaldı mı öyle birşey ya? dedirten cinsten nadir görünen özellik. sadece çocuklar, masum olabilir. sonuçta ne demiş sezen abla , 'masum degiliz hicbirimiz' .
--spoiler--
hep denedin, hep yenildin, olsun, gene dene , gene yenil, daha iyi yenil..
Sondan başa bir bakışla masumiyet..
Zeki Demirkubuzun 2. sinema filmi olan 1997 yapımı film Beckett in cümleleri ile son buluyor; yönetmenliğini ve senaristliğini yaptığı filmde; Zeki Demirkubuz; çok hasta olduğu bir dönemde; uzun yalnızlıklar ve kendi cümleleri ile- kendisi ile ilişkisinin değiştiği; kendisini biricik hissettiği bir dönemde yazmış senaryosunu..Filmin ismini ilk olarak Karşıdaki! Diye düşünmüş. Filmin ilk sahnesinde; hapishane müdürünün karşısında; boş sandalyenin yanında yalnız oturan Yusuf-u Hayata karşı yalnız kalmış; yalın, masum , denemeye bile korkan, kibar bir katilin hikayesi aslında masumiyet; yani karşıdakinin..Karşıdan gördüğümüz ve ötekileştirdiklerimizin; masum yüzleri..
Kapanmayan kapılar; uzun yollar, yolculuklar, otel odaları; televizyonda dönüp duran türk filmleri, duvarda eskimiş posterler, bir fahişenin giydiği kareli erkek gömleği, ekmek doğranılıp içilen çorbalar, otel lobisinde değiştirilip duran işporta kasetler.. Nedensiz bir mecburiyet durumu ile; tutkularının ardından başını eğip usul usul yürüyen adamlar..
Detaylar, ayrıntılar, bakışlar ve gördüklerimiz. içimizi yakan masumiyet..Sevgi ve kötülük; merhamet ve aşk; tutku ve bağılılığın iç içe geçtiği; film boyunca keskin bir sarkacın bir oyana bir bu yana sallandığı bir film..
Konusu Şiddet olan bu kongrede; bir film seçmem söylendiğinde neden hiç düşünmeden Masumiyeti seçtiğimi düşünüyorum- Duygusal agresyonları çok yoğun olduğu için mi?Derya Alaboranın neredeyse benim yüzüme haykırdığı isyanı aklıma geliyor hemen Özellikle ugur karakterinin iki erkeğe karşı; kışkırtıcı,şiddetli, yırtıcı ama bir o kadar da iç acıtan sahneleri..içimizdeki karanlık, sisli ve regresyona açık yerlere dokunan sahneler. insanın içinden ağız dolusu küfür etmenin geçtiği anlar gibi..Belki de içimizdeki; masum olmayan yerleri acıtıyordu masumiyet. işte tam da bu yüzden bu filmi okuyorum şimdi sizlere..
Peki kimdir masum; kardeşi tarafından ağzından vurulup dilsiz kalan abla mı; baba şiddeti yüzünden sağır-dilsiz kalan küçük kız çocuğu mu? En yakın arkadaşını ve ablasını vurup 10 yıl hapishanede kalan Yusuf mu? Başka bir erkeğe aşık olduğunu bile bile Uğurun peşinden giden; aşkı için evinden, ailesinden, paradan puldan, maldan mülkden, hatta çocuğundan vazgeçen; geride bıraktığı acılara hiç aldırmayan; sevdiği kadınla şehir şehir dolaşıp , onun orospuluktan kazandığını yiyerek, kıskançlık buhranları içinde esrar ve alkol ile savrulan bir adam Bekir.. Asla elde edemeyeceğini bildiği bir kadına aşık olup; onun için tüm hayatından vazgeçen Bekir mi masum? Gençlik aşkı bir suçlunun peşinden diyar diyar dolaşan, bir erkek için bin erkeğin altına yatan, çocuğunun varlığını bile unutan; Bekiri adeta inadına kışkırtıp ardından yok sayan, eril varlığını görmezden gelip, onu sürekli kastre eden Uğur mu masum? Neden bu üç suçluyu film birsekilde sevdiriyor bizlere, içimiz acıyor onların masum taraflarına Gerçektende masumiyet günahlarını ödeyiş şekillerinde mi gizli?
Günahı işleyip işlememek değil; o günahın bedelini ödememek için kurnazlıklara sapmayı reddeden içtenlikli bir kabul ediş masumiyet, bir günahın bedelini bir ömür boyu ödemeye gösterilen riza..Günahı işleyen güçsüzlükle, kefareti ödeyen güçlülüğün yan yana olması mı? Yoksa yönetmen o kadar yalın, o kadar insancıl, o kadar samimi anlatıyor, o kadar yakından bakıyor ki karakterlere; onları hem seviyor, hem de masum buluyoruz belki de
Ya da Yusufun dediği gibi insanlık hali diyoruz içimizden Kim gerçekten masum ki zaten?
Filmde sıkça gördüğümüz benzerlikler, yaşamlarının ızdırabı hiç sahip olmadıkları seylere tutunmaya çalıştıkça derinleşen karakterlerin yakınlıkları çarpıcı..Filmde gördüğümüz iki çocukta sürekli televizyon izler; biri zaten sağır ve dilsizdir; ablasının çocuğu ise hiç konuşmaz. Dilsiz annesini içselleştirmiştir adeta. Uğur ve Yusufun ablası da güçlü ve sevdikleri erkeklerin peşlerinden gitmeleri ile birbirlerine benzerler. Yusufun ablası sevdiği adamla kaçmış; bu uğurda ölümden dönmüş; evlenmek zorunda kaldığı adamın evinde ;ondan düzenli olarak şiddet görmesine rağmen; yinede dik ve dilsizliği ile daha da güçlüdür. Uğur ise; yıllarca aşkının peşinden gitmiş; Bekirin, Yusufun ve belkide Çilemin babası olan kocasının ona sunduğu normal hayatı reddetmiştir; kamuya açık otel odalarında; hayatını namussuzca kazanmayı tercih etmiştir. Bekir ile Yusufun eniştesi( Hasan) de aynı şekilde oral depresif özellikleri baskın; başka erkeklere aşık olan kadınların peşinden giderek; Bekir belindeki tabanca; Hasan ise kemeri ile; yaşadıkları eziklik, erilliğin eksikliği ve iktidara uzanan ihtiyaç ile agresyon yüklü öfke patlamaları yaşarlar.
Bekir
Mazoşizm, hem normal hem de patolojik olarak güdülenmiş kendini tahrip edicilik ve acı çekmekten bilinçli ya da bilinç dışı haz alma ekseninde geniş bir olgular alanı olarak tanımlanabilir. Bazen o kadar şiddetli bir kendini tahrip edicilik vardır ki; kendi bilincini yok etme güdülenimi olur-Green 1983 te buna _ölüm narsisizmi- adını verir. Ve mazoşiştik psikopatoloji ilksel ve şiddetli saldırganlık psikopatolojiısiyle iç içe geçer. Tıpkı Bekirin kendisini vurması gibi. Ancak bence Bekirin bu kısır döngüden çıkmak için; yani kendisini vurmak için Yusufu beklemesi; yusufun kendisinin yerine geçecegini hissetmesinden, bunu onaylayan ve aslında ne kadar başlarda rekabet etse de Yusufu seven bir tarafı olduğu için artık acısına son vermiştir. Bu yükü; Yusufa bırakarak gitmiştir.
Bekir Yusufta kendi gençliğini görmüştür çünkü. Halı dükkanı sahibi küçük esnaf Bekircik ten pezevenk bekire uzanan yolda; kendi masumiyetini görmüştür yusufta
Depresif mazoşistik özellikler gösteren Bekir için uğur; içselleştirilmiş bir Arzu nesnesi olup; süper egoya özümsenmiştir. Bekirin erotik mazoşizmi saldırganlık içerir; bu saldırganlık cinsel heyecanın normal mazoşiştik özellikleri arasında olmayıp cinsel heyecanın arzulanan nesneye topyekün teslimiyet ve o nesne tarafından aşağılanma isteğiyle yoğunlaşması çerçevesinde görülür.
Tipik olarak ümitsiz ask denen seyde; sevilen kadının asırı idealleştirilmesi; ve kadınla ilişki kurulması yönünde bir engellenme demektir. Yani idealleştirme beraberinde engellenme ve kararlılık yoksunluğunu; alanı rakiplere terk etme; ya da başarısızlık koşullarını hazırlama yönünde bilinçdışı bir eğilim getirir..Tıpkı Bekirin yaptığı gibi..Beceriksiz bir iki taciz denemesi de güçlü kadın tarafından sindilir, oda başını eğip yürümeye ve diğer erkeklere giden Uğuru ümitsizce izlemeye devam eder..
Yusuf
Bekirin ölümünün ardından hiçbirsey olmamış gibi yaşamaya devam eden Uğur un hayatında; bekirin yerini alır Yusuf. Artık dışarısı için, dışarıda yaşamak için bir nedeni vardır. sevdim abla der; suç mu? ilksel kendini yok edicilik, ahlaki mazoşizm ve erotik mazoşizm arasında gezinen erkek karakterlerden, en çok affedilmeyi hak edendir Yusuf. Kendisine bir sevgi nesnesi bulunca; ablasının sevgisini anlayan, ondan af dileyen; Uğur için işkence görüp hiç şikayet etmeyen.. Eril kimliğin en edilgen yüzüdür... Diğer yüzünde- filme görmediğimiz ve unuttuğumuz bir katildir çünkü..
Oysa erkekler açısından, güçlü bir kadının tahakkümü altına girmek erkek çocuğun ödipal ihlal nedeniyle suçluluğun telafisiyle birlikte; güçlü ve muktedir anne ile ilişkiye girme fantezilerini ve küçük penisinin babasının ki kadar annesini tatmin edici olduğuna ilişkin narsistik fantezilerini yeni baştan üretir. Uzak, güçlü ve bir o kadar da tehditkar kadınlar; karşısında; ne yapacağını bilemeyen; bir köşede sinip küçülen bir çocuktur adeta Yusuf..
Uğur
Kısmi borderline; ancak genelde narsistik özellikler taşıdığını düşündüğüm azize- orospu arasında gidip gelen Uğurunda mazoşistik bir yönü vardır Aslında.. Bekir in nesnesi uğur; Uğurun ideal nesnesi ise Zagordur..Elde edilmesi imkansız olan Zagor için çocuğundan bile vazgeçebilen bir duyarsızlık aşırı duyarlılık gösterir. Bilinçli ya da bilinçdışı süreçlerinde; Bekiri kışkırtıp; tetikleyerek kendi sadistik süper egosunu yansıtır.
Aşık olduğu güç- simgesi olarak hayran olduğu özelliklerini içselleştirdiği Zagoru ne kadar tanıyordur acaba? Belki de hiç ulaşamayacağını bildiği için Zagoru seçmiştir.
Kendi bağımlılığının altında bencil bir serüvene sürükler kendisini ve etrafındaki herkesi..Uğurun kendine yönelik saldırganlığı, yıkıcı ve özkıyım süreçlerini beraberinde taşıyan ; ilkel mazoşistik bir durumdur.
Kaderi başka bir yere koymadan baktığımızda; soğuk ve reddeden bir anneyle bilinçdışı bir özdeşlik; kontrollü bir teşhircilik ve baştan çıkarıcıkla- yusufa masaj yaptırması-elini tutması gibi- erkeklere hükmetme ve onları kullanma eğiliminde kendini belli edebilir.
Narsistik kadınlar erkeklere karşı duydukları bilinçdışı hasede bir çözüm bulmak için; bilinçdışı bir heteroseksüel ikiz ilişkisi arayışı içinde- en iyi olduğunu düşündükleri erkekle istikrarlı bir ilişkiyi benimserler..Tıpkı ugurun mahalledeki en güçlü, en gözü kara delikanlı zagora olan istikrarlı, tümden bağlanışı gibi..
Zeki Demirkubuzun 2006 da çektiği Kader filmi; analitik film yorumcularını rahatlatacağı düşünülse de; zamanın gelecekte olması filmde özenle yerleştirilmiş küçük farklılıkları ile Uğur ve Bekirin gençliklerini, ailelerini, tanışmalarını anlatsa da aslında belki de bambaşka bir öykü sunmuştur bize..Masumiyet filmindeki; Haluk Bilginerin unutulmaz tiradının; aslında filmin yönetmenini ne kadar etkilediğini, ya da bir film ile yetinmeyecek kadar içini dolduğunu düşünebiliriz. Peki bir insan aynı öyküye ikinci bir filmi neden çeker?
Hayatımızın ilk yedi yılının bir öyküsü olduğunu düşünürsek; bizde tüm hayatımız boyunca anı öyküyü, farklı oyuncularla tekrar tekrar çekmiyor muyuz? Yönetmenin yaptığını, bizde kendi hayatlarımızda aynı- kader- ile tekrarlıyoruz
Zeki Demirkubuz sinemasının nedensizlik ve tutkuların karanlık yüzüne bakışı ile; bize anlattığı hikayelerde; çarpıcı dialogları; karakterlerin sıradan olduğu kadar; uçlarda yaşantıları, bireyden topluma ışık tutar Her ne kadar yönetmen sinemanın bilinç götürmek, halkı uyandırmak gibi işlevleri olduğunu düşünmese de; kişilere yakından ve samimi bakmak; aslında bir anlamda toplumu anlatmak; kişisel olanın aslında toplumsal olması ile anlamlandırılır Bireysel trajik karakterlere tutulan fenerin ışığı; duvara yansıyınca büyür,büyür ve sinema oluverir.. Farkında olmadan içine girmişizdir artık o dünyanın..
Zeki Demirkubuzun resmi web sitesinden aldığım ve çok beğendiğim bir dörtlükle bitiriyorum yazımı
Masumiyet bir elmanın ikinci yarısı olmak isteyenler için aşk adına,
Herseyi göründüğü gibi kabul edenler için gerceklik adına,
Kalabalıklığın salıncağından inmeyenler için yalnızlık adına
Film peşinden koşanlar için sinema adına bir kapı kapatıyor, suratlarının tam ortasına
--spoiler--
artık sadece maskeden ibaret. biri geliyor yanınıza, tüm benliğini açmış, duvarlarını yıkmış biri. siz de öyle davranıyorsunuz, tüm bilinmezliğini, keskin hatlarla çevrilmiş (iç) dünyanızın sınırlarını şeffaflaştırıyorsunuz, onlar için. herkes mutlu görünüyor. sonra karşı tarafın zorluktan zorluğa düşünce yanınızda olduğunu görüyorsunuz. canınızı yakıyor...
küçükken babasının kardeşi ve kendisine aldığı çikolatayı önce kardeşinin bitirmesini bekleyip sonra da kendi çikolatasıyla kardeşini kıskandıranların bahsetmemesi gereken şey.
zeki demirkubuz'un kader ve masumiyet ikilemesinden ilk olarak izlenmesi gereken filmidir "masumiyet".
filmin işaret ettiği nokta ise Uğur gibi kadınların hayatına giren tüm erkekler gün geçtikçe eriyerek, bir gün ölüme mahkumlar. Aynı bu gibi kadınlar eninde sonunda yine o namluyu kendilerine çevirip, etrafındakilerin hayatı yetmezcesine kendi hayatlarını da söndürüyorlar. filmdeki tek masum "yusuf" idi.. çünkü yusufun dramı "kader" di. diğerleri kendi yazdıkları, kendi tercihlerinin sonuçlarını yaşarken yusuf eniştesinin beceremediği, ablasının günahını aklarken parmaklıklar ardında buluvermişti kendisini. ondandı belki de tüm bu kabullenişi, suskunluğu.
film akıyor, hayat akıyor, olaylar oluyor ama her gece televizyonun karşısına geçiyorlar. her gece kendilerinden bir şeyler kaybetmiş, yeni acılar katmış biçimde yeniden aynı televizyonun başına geçiyorlar aynı her gün yeni acılarla, mutluluklarla aynı yastığa aynı saatte başımızı koymamız gibi.
mükemmel bir film, kesinlikle kader filminden evvel bu film izlenmeli.
gecenin bir yarısı, yeniden hatırlandığında, sikip atar akıldaki her şeyi.
yeniden düşünürsün bekir'in uğur'u, uğur'un zagoru sevdiği gibi sevecek birileri var mı gerçekten diye. ya da, yusuf'un "sevdim abla, suç mu?" demesindeki masumiyet var mı gerçekten? uyu artık pogo, düşünme bunları. bu bir film. sikip atsa da, film işte.
"o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını,usul usul yürü şimdi." repliğiyle bi sigara yaktıran güzel filmdir.
haluk bilginer ve derya alabora'nın oyunculuklarıyla ayakta alkışlanması gereken zeki demirkubuz filmi. en masum görünen karakterlerin bile göründükleri gibi olmadığını görüyoruz. dilsiz, sağır çilem dışında belki.
--spoiler--
bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapıda. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan. bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı. sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan. nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar. pırlanta anlıyacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma. dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagora kesikmiş. zagor da kaftiden içerde o sıra. bi gün süslenmiş püslenmiş, zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı, minibüs otobüs, geldik sağmalcılara. benim içimde bi sıkıntı. işi anladım tabii, zagoru ziyarete gidiyor. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk, kaçmış bunlar. altı ay mı bi sene mi, kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor. biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle. önce öldü dediler zagora, sonra komalık. ankarada oluyor bunlar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornavida yemiş gibi oldum. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat. ama bu sefer başka güzel orospu. orhan'ın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagora avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya biz de, nasıl? diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bi şey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bi inandım orospuya tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagora müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs. o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyor. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım, ben de onun peşinden. önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu tınmıyor hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyor milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagora bakarız, yok. kancık köpek gibi izini sürüyor itin. naptı buna anlamadım. kaç defa dönüp gittim istanbula. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde gene peşinde buldum kendimi. bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile. beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyor. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyor başka bişey demiyor. sinopta oluyor bunlar. ben de döndüm istanbula. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyor gene. o halinle kalk git sen diyarbakıra, üç gün ortadan kaybol. herif kafayı yiyor tabii. dönünce bi dayak buna, eşşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyor. durum hemen anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyor herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakıra, zagorun peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyor da şikayet etmiyor. ben o ara istanbulda taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagorun diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıralar. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım, karlı dağlar geçiyor. bi daha açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakıra geldik diyor. baktım, sahiden diyarbakırdayım. bi soruşturma. kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiçbir şey demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte.
--spoiler--