psikolojik olarak baktığımızda ana rahmine özlemin yansımasıdır. 2000li yıllardan önce çocukluğunu yaşamış hemen hemen her insanın yaptığı bir oyun aracıydı bu. ve bu masa altına yuva yapma olayından her çocuk sebepsiz zevk almıştır.
ana rahmi de karanlıktır, ufaktır; dışardaki hayatın sesleri boğuk gelir o yeni oluşmaya başlayan kulağınıza. aynı masa altındayken de sesleri duyup sesin kaynağını görmemeniz gibi...güvende hissedersiniz kendinizi, aitlik duygusu verir. velhasıl işte bu sebeplerden ötürü alt planında ana rahmine dönüş özleminin dışa yansımasını barındıran zevkli bir eğlence aracıydı çocukken.
Kuzenimle beraber yaptığımız yuvalar en sevdiğimdi. bazen evin kedisi gelir onu misafir ederdik. o evlerin o kadar güzel olmasıyla alakalı olan şey o küçücük çocuğun gerçekten kendini güvende hissetmesi bence. kendine ait, sadece kendi bildiği o evin içinde nihayet istediği her şey olabilirdi ve bununla beraber güvendeydi de. bana sebebi bunlarmış gibi geldi ama belki kendim için bir sınırlamadır bilemiyorum. yine de küçüklüğün en tatlı duygularını veren eylemdi kendisi.
babaannemin evinde yapardım. saba marka ilk kumanalı televizyonlarını koydukları masanın altı benim yuvamdi. hatta şunu hatırlıyorum, turgut özal'ın ölümüyle ilgili haberleri ben hep o yuvadan dinlemiştim.
hey gidi hey! evdeki bütün yastıkların ırzına geçip annemden az mı dayak yemiştim. hele bir keresinde salçalı makarnayı o yuvada yiyip her tarafı batırinca annemin gözü dönmüştü. en son smackdown yapıyordu bana.
Bir tane tüp kamyonum vardı o iş arabam olurdu. Masanın hemen dışına park ederdim onu. Bir tane de kafa sallayan biblo köpeğim vardı sözde evimde yani masanın altında beslerdim. Bir de camlarında sadece yolcuların yüzleri olan otobüsüm vardı. Oradaki bir kız yüzüne çocuk aklımla aşık olmuştum. SöZde otobüs benim masa altındaki evimin önünden geçer ben de ona bakardım. En iyi arkadaşım ise donunu aşağıya indirince işeyen adamdı. O işledikçe ben de geceleri altıma işerdim. O sebeple yakın bulurdum kendime.