burkar icimi bir sizi icim bogulur
sanki peri padisahinin kizi
bu kadar naz sabir kalmaz
etme ne olur
sarkar icime bir hasret icimde durur
sanki anka kusu musun mubarek
kavurup kasip sirra kadem basip
gitme ne olur
masal bu ya oldu ya
cezbime tutuldu ya kacma
boyle biri karsina kac kere cikar
geldi deli efkarin icimi sardi
gir sinemin sinemin icine yar
bak yas oldun didemin ucunda varsin
ak sinemin sinemin icini sar
bu hayal meyal masal hep okudugum mu
seni ejderhanin elinden alip korudugum mu
hani kahramanlar gibi sevecekken seni
masal bitti yas akacak bak farketmedin mi
yalniz varsiz demektir
elsiz kolsuz demektir
kalan yalniz kalirsa
giden insafsiz demektir
geldi deli efkarin icimi sardi
gir sinemin sinemin icine yar
bak yas oldun didemin ucunda varsin
ak sinemin sinemin icini sar
sen gitmişsin kuşlar gider dostlar gitmiş
bir varmışsın bir yokmuşsun.
zeki müren in 20 küsür dakika süren bir şarkısı. hakkaten masal.. kasedin bir yüzünü tamamen kaplıyor. e tabi o zaman ipod mp3 falan yok.. en azından plak kadar eski değil.
masalın sonuna çabuk çabuk gelmek isteyenler,
içinde hayatın sırlarının saklı olduğu bir kitabın sayfalarını hızlı hızlı çevirirken, her seferinde dillerinin ucuyla parmaklarını ıslatırlaroysa hayat sayfaların ucuna sürülmüş zehirli kimyayla ilerler.
her sayfa sahibini zehirler.
sözlükteki en iyi temalardan biridir. yazar oldugum ilk gunden beri kullanırım o derece.
gozu yoran, ya da kusurlu hic bir yeri yoktur, tavsiye edilir.
Yüzyıllar önce yüzyıl uyuyan bir prenses varmış, bir büyücünün zulmünün esaretinde kimbilir belki olabilecek bir uyanışı beklemiş yüzyıl boyunca.
işte o masal;
Her masalın, her söylencenin uzun uykusunda bir uyanma vakti vardır. Ve o gelmeden girişilen her eylem bir serüven yalnızlığı olarak kalır. Öyle anılır.
Ve yüzyıl sonra vadesi erişip bir prens çıkmış ortaya. Masalın ve yüzyılın kendisine verdiği bu görevi seve seve üstlenmiş; zaten uyuyan güzel hakkında yüzyıldır söylenegelenlerin etkisinde daha onu görmeden deliler gibi tutulmuş ona. Kendisine verilmiş misyona mı, uyuyan güzele mi aşık olduğunu ayır edemeyecek kadar toymuş o zamanlar. Böylelikle hayranlığın, sevginin, sevdanın, aşkın, cinselliğin ve beraberliğin bir kulak dolgunluğu olduğunu bir kez daha görüyoruz 'Bizim' sandığımız birçok duygunun, düşüncenin, değerin ve doğrunun içimize usul usul işlenmiş bir kulak dolgunluğu olduğunu...
Ve prens dudaklarında yüzyıldır beklettiği öpücüğüyle birlikte saraya doğru
yollandı. Masalına kahraman olma zamanı gelmişti.
Prensesin odasına geldi. Prenses uykusunun içersinde batık bir gemi gibi gizemliydi. Uykusuyla bütünlenmiş güzelliğine, efsanesinin güzelleştirdiği yüzüne uzun uzun baktı Prens. Çok uzaktan, çok uzaklardan, tam yüzyıl sonrasından baktı.
Sonra kararını verdi:
Aradan yüzyıl geçse de uyandırmayacaktı onu.
O gün gelse de.
Uyandırdığında bu sevdanın, bu büyünün, bu tılsımın bozulacağını biliyordu çünkü; bir bakış, birkaç söz, bir dokunuş her şeyi bozacaktı. Sevmek suskunluktu, sevmek kesin sessizlikti, sevmek uzaklıktı, sevmek dokunamamak, erişememek, sevişememekti.
Ya da yüzyıldır böyle öğretilmişti sevmek.
Gözlerini açar açmaz, yüzyıldır gördüğü düşlerin anımsayamadıklarından ve o düşlerin tümünden, sızıya benzer bir duygu olacaktı kalakalmış olan. Biliyordu bu sızı hep olacaktı. Kaldı ki,o düşlerin tümüne eğemen olan ortak motifler,zaman zaman,yani yaşadıkça; yaşamını,ilişkilerini yoklayacaktı elbet. O düşlerin tümü anımsanmak içindi. Sonsuz bir anımsayıştı her şey; anımsayış ve unutuş. Ömrünün bundan sonrası düşlerinde gördüklerini yaşamakla geçecekti. insan uzun uykulardan sonra yalvaç bir yalnızlığa uyanıyor.
Aradan yüzyıl geçtikten sonra hiçbir uyanış mutlu olamaz.
Benim için artık çok geç kalmış bir sevgi bu, ben seversem yüzyıl öncesinin sevgisiyle seveceğim, o severse, beni üzerinden yüzyıl geçmiş bir sevgiyle sevecek. Aramızda kaç takvimin uzaklığı duruyor. Bir öpücük, yalnızca bir öpücük bu uzaklığı kapatmaya yeter mi?
Sevgi,
Zehirli bir düşün,büyülü sözcüğü...
Öte yandan sevmek göze almaktı, sonuna dek gitmekti, gidebilmek yürekliliğiydi. Biliyordu prenses uykusundan uyandığında, ya da uyanır uyanmaz onu eskisi kadar sevmeyecekti. Çünkü sevmek sessiz ve tek başına bir şeydi. Sevmek yalnızlıktır. Onu eskisi kadar sevemeyeceğinden korkuyordu. Onu uyandırmaktan korkuyordu.
Eskisi kadar sevemeyecekti, belki de hiç sevemeyecekti. Çünkü arada o orman, o karanlık, o geçit vermez, o giz olmayacaktı artık. işte odasında duruyordu.
Duman inceliğinde bir boşluk dolanıyordu yüreğini.
Arada ne ormanın, ne de yüzyılın karanlığı olmadan onu nasıl sevebilirdi? Bu kadar büyük sorumluluğu yüklenebilirimiydi? Sevmenin zahmetini, birlikte omuzlanacak olan zahmeti yüklenebilirimiydi?
Paylaşmaya, tartışmaya, özveriye, anlayışa gereksinen iki kişilik ilişkiyi
göğüsleyebilir, götürebilirmiydi?
Sevmek imkânsızlıktı.
Kendimizde beslediğimiz, kendimizde büyüttüğümüz, kendimizde saklı duran bir şeydir sevmek.O hep bizdedir,bizledir,usul usul biriktiririz onu,içimizde yığılı durur.Ve günün birinde ansızın karşımıza biri çıktığında sanırız ki içimizden boşalıveren bütün bu duyguları o taşımıştır bize.
Sevmek, kendi kendimizi büyülemektir; kendi kendimize yaptığımız büyü.
Oysa yeniden başlayacaktır arayışlar, pişmanlıklar, yanılgılar. Her şey 'tamamlanmak' içindir. Çoğu kez ölümün tamamlayıcı ellerine dek aynı umut, aynı arayış, aynı çırpınış ve aynı perişanlıkla sürükleniriz.
Gözümüz arkada kalmıştır.
Ansızın anladı ki uyuyan güzelin kendisini değil, masalını seviyordu Prens.
kahramanlar gibi sevecekken biten bir masalım olduğundan belki, belki de gözlerime bakarak bu şarkıyı söyleyen kahramanı çok özlediğimden, belki o bu şarkıyı söylerken bana ben başka masallarda oluşumdan, kavuşamamaktan, zamanımızın ters düşmesinden hep, aşka dair her şeyden, bu masalda geçen kahramanın hep aynı kişi oluşundan, her dinlediğimde yine aynı masala düşüren, içimi burkan, apayrı bir yerde duran, en güzel şarkısı yaşar'ın.
şu sıralar en çok ihtiyacımız olan şey masal/lar. tik tak'ın konu ile ilgili şarkıları bu ihtiyacımıza cevap verir nitelikte. müziği ve sözleri ile oluşturduğu o masalsı manyetik alanın çekimine kapılmaya davet ediyor hepimizi.
Öyle bir masal ki inanamam
Öyle bir rüya ki uyanamam
Kaçsa gözlerden yakalayamam
Gördüm desen de ben inanamam
Uzakta bir yerde
O bekler yanında
Kimse bilmez senden başka
cok cok guzel bir tema olmasina ragmen ozel mesaj bolumuyle guzelligine golge dusurdugunu dusundugum sozluk temasi. beyaz ve kemik rengi background ustune acik gri ve pembe tonlar cok sonuk kalmis kanimca. ayni zamanda ben sayfasindaki okunulabilirlik seviyesi de cok dusuk. ama tum bu negatif yonlerine ragmen yine de cok basarili.
sertab erener' in lal albümünden muhteşem bir şarkı*yaşamın sözleri pardon şarkının sözleri ;
Geceye açar akşam sefaları
ölüme benzer güne vedaları
Deli dolu bir macera bir şölen bir düğün
Kadere kısmet narin hayatları
`ışığa uçar bütün pervaneler
Ateşe giderken ne şahaneler`
Dönerek acıyla aşkla şu alemi
Yana yana rakseder divaneler
Bir varmış bir yokmuş dünya masalmış
Her yolcudan bu handa hoş seda kalmış
Gökten üç elma düşmüş yuvarlanmış
Herkes payına düşen elmayı almış
Sora sora az gidip uz gidip Kafdağına
Gizini arar saadetin dünyalılar
Günaha yakın dururken bir yanları
Ne kadar hazin hüzünlü sevdalılar
ışığa uçar bütün pervaneler
Ateşe giderken ne şahaneler
Dönerek acıyla aşkla şu alemi
Yana yana rakseder divaneler
Bir varmış bir yokmuş dünya masalmış
Her yolcudan bu handa hoş seda kalmış
Gökten üç elma düşmüş yuvarlanmış
Herkes payına düşen elmayı almış
Sora sora az gidip uz gidip Kafdağına
Gizini arar saadetin dünyalılar
çocuklar için yazılır. ama büyükleri de çok cezbeder. bunun birinci nedeni masalı aslında bir yetişkinin yazması, ikinci nedeni de insanı çeken gerçeküstü dünyadır.
toplumda oluşan pek çok yargı aslında taa bu masallara dayanır.örneğin;
kişiler ya iyi ya kötüdür.
insan ya güzel ya çirkindir.
herkes 'prenses' olmak ister.
'prensle' evlenmek ister...*
kimse de demez ki kardeşim ben böyle mutluyum...masallara fazla kaptıran bazı yurdum insanı hep'prens'*ini arar.
masalların tek kötü yanı da budur sanırım.
ama masalsız da bir dünya olmamayacağı için herkese gerçek ve masal arasındaki ince çizgiyi fark edebileceği günler dilerim...
tarih oncesi sozlu caglardan kalma metinerdir. bu metinlerde din vurgusundan ziyade ahlak temasına yer verilir ki bu masalların hangi kulture ve medeniyete ait oldugunu ayır etmemizi engellemektedir. genelde hint kulturunden ortaya cıktıgı bilinse de bu gün bilinen binbir gece masalları arap kulturune ait masallardır.
Bir varmış, bir yokmuş.. Eşşekler möölerken, tüm insanlar dehşet gezegenine giderken, bi tane robot varmış. Bu robot ağaçsız; kuşların, çiçeklerin, böceklerin olmadığı bir yere sürülen birkaç robottan biriymiş. Bu çöle ilk getirildiğinde teneke beyninin işlemcisi her zaman daha iyisi için çalışırmış, robot dünyasını güzelleştirmek, tüm robotları barışa kavuşturmak için. Ama düşüncelerinden rahatsız olanlar onu sürmüşler. Seneler sonra tek hatırladığı bi yerlerin kralı olduğuymuş, ama tek bir ayrıntıyı bu korkunç sarılıkta aklına geçmişi getiremiyormuş, kullanım ömrü dolalı on iki sene geçtiğini hatırlamış, bu vakitten sonra o eski beceriksiz metal aletler gibi makine yağına bağlı yaşamak ona en fazla koyan olmuş. Makine yağı da orada çok zor bulunurmuş, sadece aksi bir ihtiyar birkaç varil makine yağına sahipmiş, tüm robotlar ondan alırmış yağlarını, çünkü başka çareleri yokmuş. ihtiyar tek bir damlası için bile bir altın istermiş, çok zenginmiş ve herkesin parasızlıktan kırıldığını da çok iyi bilirmiş. Lakin onlara yardım etmeyi bir kez olsun aklından geçirmezmiş. Her zaman yanında bir teneke yağ ile gezer, tüm robotların ona imrenerek bakmasından zevk alırmış, herkesin paslanan eklemleri yerine onda yağlı eklemler olduğundan robotlar ona saldıramazmış. Çöl sınırında demiryollarının yanında bir kulübesi varmış, yağ isteyenlerin oraya kadar 2 günlük mesafeyi alması, cimri ihtiyarla pazarlık etmesi ve 2 günde geri dönmesi gerekirmiş. Bu yolda paslanıp hareketsizliğe yenik düşen, devreleri çürüyen çok robot olmuş, ama onda acıma yokmuş. Robotlar çürüse yenileri sürülürmüş ve her zaman para getirirlermiş, onun için önemli olan da buymuş.
Bir zamanlar bir kral olan robot da haftalardır makine yağının açlığını çekiyormuş, oraya geldiği ilk gün karşılaştığı - birbirine sarılarak paslanmış - iki robotun parçalarından yaptığı bançoyu çalıp para kazanmaya çalışırmış. Onun müziğini beğenen çok olurmuş ama sadece yeni gelenlerde buna harcayacak para bulunurmuş ve son kafile gelmesi gerekenden 2 ay geçmesine rağmen hala gelmemiş. Cebinde 3 altın varmış ama gelişmiş bir robot olduğundan eklem yerleri bununla yetinemezmiş. Belki ihtiyara çalacağım parçalar onu neşelendirir, belki bana birkaç damla daha verir, diye düşünmüş. Zaten birkaç gün daha burada kalırsa yolculuğu kaldıramayacak kadar yorgun olmaktan korkuyormuş. Böylece bançosuyla ve bir robotun gövde ön parçasını bükerek yaptığı garip şapkasıyla raylar üzerinde boş duran bir * e atlayıp ihtiyarın yolunu tutmuş. Yolda dönen birkaç kişiye rastlamış, onlara banço çalıp belki biraz daha altın kazanırım diye düşünmüş. Ama dönenler bu sefer eklemlerini kıpırdatamamanın zorluğuyla değil, parasızlığın çaresizliğiyle bakmışlar ona. Ne yapsın, cebindeki üç altınıyla iki gün sonra ihtiyarın karşısına çıkmış robot.
Bulutlara bakmaktaymış yaşlı robot, yağmur yağacak, diye düşünmüş, paslanan çok olur, altınlara yer açmalı. Kulübesinin önündeki sallanan sandalyesini gıcırdatarak sallanırken kendisine yaklaşan robotun ayak seslerini duymuş. Onu hatırlamış, seneler önce ülkesinin kralı olduğunu düşünmüş, ama daha sonra aklına gelmiş, buranın tek kralı kendisiymiş. Yanındaki masanın üstünde saymaya çalıştığı altınları aceleyle çekmeceye tıkmış, sandalyesinde doğrulup robotu süzmüş. Yanına başını önüne eğip gelip robot ona fazla altını olmadığını, yağa çok ihtiyacı olduğunu söylemiş, elindeki üç altını ona vererek tüm eklemleri için yağ istemiş. ihtiyar birden gülmeye başlamış, altınları alıp kolunu yağlamış, sonra gülerek yerine dönmüş. Robot hak ettiğininden az yağ aldığını görünce birden aklını kaçırmış, ihtiyarın üstüne atlamış. Yağ tenekesi için kavga etmeye başlamışlar, yaşlı robot daha çevikmiş, onu devirmekte hiç zorlanmamış. Birden yağmur bastırmış, o an robotun aklına bi fikir gelmiş. Kendisi daha dayanıklı bir robotmuş, yani belki ihtiyarı yağmura yönlendirirse, kulübenin önüne çıkmış robot, bir ders vermek isteyen ihtiyarda hemen atlamış. Robot kaçarken ihtiyar kovalamış, ama çok geçmeden her yeri gıcırdamaya başlamış, boyası dökülmüş, üstü ağırlaşmış, kendini taşıyamaz olmuş. Ve orda öylece kalakalmış. Bizim robot hemen kulübenin verandasının altına koşmuş, yağmuru yağlanarak ve uyuyarak geçirmiş. Uyandığında ihtiyarın dışarıda çökmüş vaziyette yattığını görmüş, ve o an farkına varmış, içeride variller dolusu yağ, masada yüzlerce altın ihtiyarınmış ve ihtiyar artık yokmuş.
Bir hafta sonra gelenler ihtiyar yerine bizim robotu görünce şaşırmışlar. Robot ihtiyarın bi tatile çıktığını, kendisinin onun yerine orada oturduğunu söylemiş. Her bir damla için bir altın almış, parası olmayanları kovmuş, dilenenlere sataşmış. Seneler sonra aksi bir ihtiyar olarak hurdalığa bırakılmış. *
Olağanüstü öğe, kahraman ve olaylara yer veren öykülerdir. Masal terimi öncelikle, Sindrella, Çizmeli Kedi gibi sözlü geleneğin ürünleri olan halk öykülerini kapsar. Ama sözlü gelenekle ilişkisi olmayan edebi yönü ağır basan bazı eserler de bu türün içinde yer alır. Halk masalları 4 temel grupta toplanır: Hayvan masalları, olağanüstü ve gerçekçi masallar, güldürücü öyküler, zincirlemeli masallar.