şöyle en okkalısından bi gün bi tanesine tokat atıcam. ulan harbiden bizim memlekette masa başı işi kapan ya da sikindirik bi uniformayı üstüne geçiren kendini bi sik sanıyor.
gidiyosunuz iyi günler diyosunuz, öküz gibi suratınıza bakıyor cevap vermeden. sanki ananı sikiyim demişim. kolay gelsin diyosnuz, bu seferde farklı bişey anlıyo anlaşılan, gene cevap yok.
adam gibi yardım etmezler, üstüne bi de surat yaparlar nazlı bi liseli kaşar gibi.
kasıntı falan değil, o senin dediğin sıkıntı.
össye hazırlandığım dönemlerde rehberlik dersinde meslek seçimiyle ilgili doldurduğum anketler geldi gözümün önüne. o zamanlar nasıl da idealistmiş küçük beynim. tabi bunu ancak şimdi idrak edebiliyorum. işaretlediğim tüm şıklardan aktiflik akardı. karakterim gereği popom yer görmeden ordan oraya saldıran bir insan olduğum için hep öyle bir işte çalışacağımı düşünürdüm. hatta gezeyim göreyim ve bunları paraya çevireyim diye hayal ederdim. bölüm seçerken de kendime buyruk çalışabilmek fikri cezp etmişti beni. işi ilerletip yapı fotoğrafçısı bile olabilirdim yapı dergilerinde. Okul hayatı tam bir festival kargaşasında geçti. az uyku ile dünyayı kurtaran küçük savaşçılar gibiydik. dedim zar zor ama en azından heyecanlı. ona da katlandık. derken okul bitti elimde diplomamla kapıları çalmaya başladım. her çaldığım kapıda ümitlerim biraz daha yıkıldı. hayallerim 4 ayaklı bir masa başında autocad in karanlık ekranlarında hapsoldu. ve işte buradayım. koltuğumla bütünleşmiş bir şekilde dışarıdan bakan bir gözün yaptığım işi tahmin edemeyeceği bir pozisyondayım. yan masamda oturan inş mühendisi arkadaş da sanırım böyle bir çalışma hayatı düşlememişti. böyle bakınca olaya memuriyet kavramı günbegün daha sevimli gözüküyor da çekilen çileye yedirilemiyor bir türlü.