anton çehov'un eseri olan martı'nın konusu şöyledir; treplev, nina'ya delicesine aşıktır. nina ise trigorin'den hoşlanmaktadır. aşkını nina'ya itiraf eder ama karşılık bulamaz ve bunun üzerine de nina'nın ayaklarının dibine ölü bir martı bırakır, yakın da kendisinide bu şekil de öldüreceğini söyler. oyunun üçüncü ile dördüncü perdesinin arasında iki yıllık bir zaman aralığı vardır. bu iki yıl içinde çok şey değişmiştir, değişmeyen tek şey treplevin nina'ya olan aşkıdır ama buna yine karşılık bulamaz ve oyunun sonunda treplev kendini öldürür.
bunlar richard bach tarafından ilki 1970'de basılan, su gibi okunan kitaptan.
martımız jonathan livingston sürüdeki diğer martılardan farklıdır. uçmanın sadece yemek bulmak için olduğunu düşünmez. bu aykırı fikir ve davranışları yüzünden sürüden atılır.
yeni bir hayat başlar. uçmaya tutkundur ve uçma konusunda herşeyi öğrenir. fakat o kovulduğu sürüye ger, dönemek ve uçmaya tutkun martılar yetiştirmek ister. öğrencilerinin sayısı zamanla artar. ve martı jonathan'ın gitme vakti geldiğinde öğrencisi martı fletcher öğrendiklerini diğer martılara öğretmeye başlar...
bir panda,koala,fil,ayı kadar sevilen bir hayvan olan ve deniz^le birleştiği zaman kutsal ittifak etkisi yaratabilen bir hayvan hakkında yapılabilecek en bir güzellerindendir hatta..ya da içinde martı hayvanının adının geçiyor olmasıdır o^nu bu kadar anlamlı kılan..
hani sevdicek(?)le bir anda ^^bu bizim şarkımız olsun^^ dersin ya..belki de dünyada ^^bu bizim şarkımız olsun^^ denecek son şarkıdır..belkisi mi var ?! öyle işte..bariz sevdicek şarkısı değil..
ama işte..otla bok arasında gidip gelen gönlün işlerinden biri..
yine bir yaşar kurt sözü olan ^^iğneyle düğme gibiyiz seninle^^ harikası gelir akla her dinleyişte..zaten fazla dinlenmez büyüsü bozulmasın diye..
Her vapur dumaninin ardina
yüregi sicak
bir insan sanip takilirken
tüyleri islanan bir marti oldugumu
hem azarlayan
hem de sirtima havlu koyan anneme anlatamam
Kanadim kirilsa da konmam
deniz kiyisindaki
hiçbir caminin minaresine
kubbeye tüneyen martilarin
keyiflerince uçmalarini bekleyen imam
ezani geç okudugu için sürülünce
bir dag köyüne
Birazcik daha sabredin diyorum
eski bir sokagin kivriminda
yolun iki ucunu gösteren
trafik aynalarina
hüzün modeli arabalar
kirilmamaniz için örgütleniyor
dolmus duraklarinda
Denize düsen bir gazetedeki
ölüm ilanindan ögrenirim
mendirege attigi çakiltasiyla
ürken martilarin
alkisa benzeyen kanat seslerini
selamlayan yasli adamin
unutulan bir tiyatrocu oldugunu
Gece yarisi söndürülünce isiklarini
kuytu bir iskelede
ne yaptigini görürüm
iki yakasi arasinda Istanbul'un
koltuklarinda günboyu
kadin kalçalarinin izlerini
biriktiren vapurun
Yanindan ayrilmam deniz fenerlerinin
fotografina benzemeyen
heykelleridir çünkü
idam sehpasina çikinca
asagida asilmasini bekleyenlerin
yüreklerindeki sivri kayaliklari
isigiyla aydinlatan devrimcinin
Uyandiririm çigliklarimla
kiyisinda karni aç yatan çocuklari
yiyecek aradigim kent çöplügünün
ama bir parça olsun
koparmam beyazligindan
bilirim ki Kiz Kulesi
dogum günü pastasidir özgürlügün!...
Farketmeden izledik rüzgarın esişini
Uyandık yasaklardan gidecek yerimiz yok
Duyupta inanmadığımız şeyler arasında
Görüpte imrendiğimiz o çocuklar
Yalnızlık sonrası taarruz günlerimde
Başka bir adım yok
Suçum varsa sokak oyunlarında
Şimdi kal desem vardır elbet bir sebebi
incitmeden gizledik gecenin sesini
uyandık karanlıktan kurucak düşümüz yok
duyupta konuşamadığımız cümleler arasında
ölüpte son bulamadığımız o kelimeler
vazgeçiş sonrası ölü günlerimde
başka bir sözüm yok
umudum varsa yanan ellerinde
şimdi kal desem vardır elbet bir sebebi
martılar gerçektende göçmen kuş değillerdir. kıyılardan pek ayrılmazlar vapur geçmedikçe denizde pek boy vermezler.
sinek ilaçlama aracının yaydığı bulutun içine doğru koşan çocuklar gibi şen bir şekilde vapurun arkasından uçarlar.
beleşçi bünyeleri güneye göç etmelerine mani olur, çıtır simit varken enayi gibi afrika ormanlarında dana burnu kovalamak onlar için hiç çekici bir uğraş değildir.
vapurdan izmarit atsan havada kapar şerefsizler.
az önce,pencereden dışarıya baktığımda, bir takım martı geçti, ileriye bakan gözleri ve kanat çırpışları şiir gibiydi. hele ki arka fonda gri yağmur bulutu ile bir tablo gibiydi güzellikleri.