" -Tanıştırayım bu bay Eden" dedi
Heyecanla ürperdi Martin şüphesiz onu bu derece heyecanlandıran bay Eden sözüydü. Birisi tarafından saygı görmek onun için pek rastlanılmayan bir durumdu.
Bu cümle bir anlamda tüm kitabı anlatan bir cümledir. Hayatı boyunca yalnız kalan , kimsenin tanımadığı , hâyâlperest gemi güvertecisi Martin Eden'in yazar olma hikâyesini konu edinen Jack London'un eseri. Kimi yazarlara göre Jack London romandaki Martin Eden'dir. London'un hayatı göz önüne alındığında bazı benzerlikler göze çarpar.
martin eden karakteri üzerinden jack london'un kendi hayatını anlattığı roman.
edebi bir eser olması sebebiyle mutlaka farklı anlamlar çıkaranlar olmuştur. fakat, ben bu romanın, hayatın amacının 'aşk' olduğunu göstermek için yazıldığını düşünüyorum. aşksız bir hayat, ölümden bile değersiz görülmüştür.
romandaki martin eden karakteri ise aşksız, heyecansız, hiçbir şeyden zevk alamaz halde yaşamak yerine intihar etmeyi seçmiştir.
okurken sürekli kendimle karşılaştırdığım bir karakterdi. kitabın sonuna yaklaşırken, acaba nasıl bu 'hayattan bıkmış' halinden kurtulacak diye merakla okudum. ve kurtulamadı. demek ki bu durumun ölümden başka çaresi yok. çok kişiyi intihara sürükler bu kitap. *
martin eden, ayak takımından denilebilecek bir denizcinin yükselişidir. yükseldiği yerde, gözünde büyüttüğü burjuva sınıfının artık gittikçe küçülen birer böcek olarak görünmesidir... Ruth'a olan aşkı, onu daha çok okumaya, öğrenmeye itmişti. Kendinden o kadar çok
fedakarlık yapmıştı ki yazar olmak için...
Martin Eden, karşılaştığı götüntü karşısında hayal kırıklığına uğramıştı. Toplumdan giderek uzaklaşan, bildikleriyle yalnızlığına gömülen insan olmuştu. insanlığın içler acısı halini görmüştü. Efendilerinin kölesi olmuş insanlar, eskinden onu görünce başını eğip, yollarını değiştiren insanlar; şimdi yakasından düşmüyor, akşam yemeklerine davet ediyorlardı. Ama o hep aynıydı; fikirleri, düşünceleri. Ne değişmişti..? O da, artık, burjuvaların yarattığı yeni moda olmuştu, istemeye istemeye... Bu görüntüler, onun midesini bulandırıyordu ve biricik sevgilisi Ruth'un da terk edişi onu yaşamdan iyice soyutlamıştı. Mutlak huzuru ölümde, Swinburne'ün sözlerinde bulmuştu, "ölüler, asla dirilmez"...
jack london'ın ne kadar büyük bir yazar olduğunun somut kanıtıdır. roman okumayı sevmeyen kişilerin bile "tutkunu" olabileceği bir yazardır (ben, şahsen, kendim). sözlükte görünce yıllar yıllar öncesine götürmüştür de insanı. demek ki romanlar şarkı gibiymiş aslında. aklınıza geldiğinde; onu okuduğunuz zamana geri dönüyorsunuz...
derine indikçe kolları onu istemsiz bir şekilde su yüzeyine çıkardı. patlayacak hale gelen ciğerlerini boş yere, hava almamaya zorladı. kendinden iğrendi,yaşama hırsı bu diye düşündü.o da yeni bir yol denemek zorunda kalıyordu. ciğerlerini adam akıllı doldurdu. bu nefesle iyice derine inebilirdi.baş aşağı dönüp bütün gücü bütün hırsıyla suyu çekerek daha derine indi. kolları bacakları kımıldamayacak hale gelene kadar derine, daha derine indi. aldatmıştı ellerini ve ayaklarını artık çok derindeydi.
bulanan bilincinde bu acı ölüm değil düşüncesi dalgalandı. ölüm acıtmazdı. hayattı bu acıyan;bu boğulma duygusu hayatın verdiği acıydı;hayatın ona indirebileceği son darbeydi bu...
iki gece önce 4.30 sıralarında bitirdiğim kitabın kapağını kapattığım andan itibaren hayata farklı bir gözle bakıyorum martin edenın karamsarlığı çöktü sanki. 6.00 ya kadar uyku tutmadı sadece düşündüm. evet hayat martinin başına gelenler kadar iğrençti evet aslında aşk diye birşey yoktu.
beni asıl düşündüren ruthun kim olduğu? hepimiz hayatta hep ruth arayışında değil miyiz? yoksa ruth yaşamak için sadece bir bahane mi? gözlerinizi kapattığınızda hayatınızda düşünülmeye değer biri yoksa siz yaşayan bir ölüsünüzdür.
işte martin bunu anlamış bir insandır.
edebi olarak müthiş bir muhtevası olan kitaptır. kendini dünyaya bağlayan, ihtirasları peşinde kendini harcayan, sonunda umduğunu bulamadığı dünyadan kaçan ve bu kaçışın da iç dünyasında oluşturduğu tepkiyi örtmek/sindirmek için zihnini, kalbini uyuşturan bir insanın hayatını anlatmaktadır.
öyle kitaplar öyle karakterler vardır ki her sayfada onu kanlı canlı karşınızda görür dahası düşünceleri, duyguları, mücadeleleri ile ruhunuzda hissedersiniz, üstünden yıllar geçse de benliğinize kazınmış o ruhu unutamazsınız. işte martin eden öyle bir kitap ve karakterdir.
Insanların bu dünyaya birey olarak yanlız ve çırılçıplak gelmiş olduğunu anlatan müthiş kitap. Bir nevi bireycilik manifestosu olsada, yer yer varoluşçuluktaki atılmışlık ve çaresizlik konularıda karakter üzerinde ince ince işlenmiştir..
insanların özünü anlatan inanılmaz gerçekçi bir roman. ün, para gibi maddi kavramlar olmadan insanların fikirlerini önemsemeyen bir dünyanın sahip olduğu nefret edilesi herşeyi bir balyoz gibi kafamıza indirmekte, hayallerimizi gerçek hayatla çarpıştırarak ders vermekte ve en sonunda herşeyin sabun köpüğü olduğunu anlayınca'' iş bitti'' diyerek çekip gitmekte martin eden... inanılmaz şaheser!
mayakovski'nin bir şiirinde yirminci yüzyıldaki popülerliğini gördüğümüz yazarın ideası ve manifestosudur:
"..ne yapalım evlenirsiniz
dayanırım
buna. peki.
dinginim nasıl, görün!
nabzı gibi
...bir ölünün.
anımsıyor musunuz?
siz
"Jack London,
para,
aşk,
tutku," - - diyordunuz.
bense yalnızca tek şeyi görüyordum:
siz-- çalınması gereken bir
Mona Lisa tablosuydunuz
ve çaldılar sizi."
|MAYAKOVSKi|
Bu şiir, sanal alemde sadece(facebooktaki iki sayfam hariç) burda olacaktır.
kitabın içinden jack london'ın ne kadar fanatik ve geri zekalı bir adam olduğunu anlatan bir bölüm:
'' martin şimdi biliyordu ki onu gerçekte sevmemişti. onun sevmiş olduğu idealize edilmiş bir ruth, kendi yaratmış olduğu tanrısal bir yaratık, onun aşk şiirlerinin parlak ve aydınlık ruhuydu. bütün burjuva yetersizlikleri ve kafasında burjuva psikolojisinin ümitsiz engeli ile, gerçek burjuva ruth'u hiç bir zaman sevmemişti.''
sentez yayın evinden çıkmış martın eden' de 338. sayfanın devamını da okuyunuz. gerçi kitabın bütününü okuyup da aynı yargıya varılabilir kolaylıkla.
" o, bir ün avcısı değildi, yalnızca tanrının çılgın aşıklarından biriydi. "
kendimizi, yaşamımızı, fikirlerimizi bütünüyle sorgulatma sebebidir Martin eden.
etrafımızda onlarca insan vardır. çok az tanıdığımız. tıpkı martin gibi fakir, zengin, dışarıdan baktığımızda birşeye benzetemediğimiz. belki onlardan biri de martin eden'dir diye düşünürüz bu kitaptan sonra. hulasa insanlara bakış açımız farklılaşır artık.
belki, biz de martin eden'i örnek alabiliriz bütünüyle. bunu isteriz.
boş yaşamak nedir görürsünüz kendinizde, bu kitaptan sonra.
martin eden 'demir ökçe' den sonra en etkileyici kitaplarından biridir jack london ın. martin eden in aşkı için başardıkları, azmi takdire şayandır ancak o tertemiz aşkı, kalbindeki o bir nevi kutsal aşkı hayallerindeki gibi yaşanamamıştır gerçek hayatta. yıllar sonra çok para kazanınca anlamıştır ki, sefaletin en dibinde olduğu günlerdeki ruhundaki zenginlik ona yaşama gücü vermiştir ve çok para sahibi olduğu zamanki ruhundaki sefalet onu intihara sürüklemiştir.
jack london kitabın arkasında şu notu ekler, martin eden ölümü, umutsuzluğu seçti ama bir devrimci için her zaman ümit var olmalıdır. der.
ne acıdır ki jack london da hayatına kendi elleriyle son vermiştir.
jack london'ın okuduğum en iyi romanıdır.ancak yine de demir ökçe ile kıyaslamak pek doğru değil.martin eden daha birey odaklı bir kitaptır.ayrıca martin,öyle zannediyorum jack london'dan fazlasıyla izler taşıyor.martin 'in yazar olma çabasında iken çektiği sıkıntılar,çalışma hayatı ile yazma dönemleri arasında gelgitler,bir tarafta ucuz işçilik bir tarafta yayınevleri tarafından onay görmemiş bir yazma süreci feci güzel anlatılmış.london'ın da hayatında buna benzer sıkıntıları çektiğini okumuştum.sanırım
london kendi bireyci duygularıyla savaşırken bunu martin eden'de yazıya dökmüş.
jack london'un, marten eden karakterinde* kendini okyanusun derinliklerine bırakıp beynine giden son oksijen zerreleriyle düşünebildiği son cümle ile sadece kitabı değil okuyanı da bitirdiği romanıdır.
"ve o an artık hiç bişey bilmediğini bildi"