üç gün daha vakti kaldı. nisan birden sonra eğer bir duyarsam penceremin önünde gürültüsünü beşinci katın balkonuna kuyruğundan bağlayıp sallandırmazsam adam değilim. kafamı s**tiler bir aydır yahu.
arabamla huşu içinde yol aldığım sırada aniden önüme çıkan ve sanki ben onu beklemiyormuşum gibi nazlı nazlı yürüyen, "çok-canlıyız burda" bakışları atan,karnı burnunda kedi.
nazmi amca benim karşı komşu. kapıya her çıkışımda gördüğüm, bu haliyle de senkronizasyon anlayışına hayran kaldığım tatlı bi adam. malum talebeyiz ya, ne pişse taşsa evinde bize de ikram eder ucundan sağolsun.
lakin işini de bilir nazmi amca. işte bu yadsınamaz senkronize gücü sayesinde beni her seferinde yakalar, "oğlum işte ben de şey alcaktım ama dizlerim ağrıyo, nası gitcem bilmem" edasıyla ne eksiği varsa aldırır marketten. 2 tabak aşa süresiz kapıcılık. güzel yere dükkan açmış vesselam. tatlı mı demiştim? o kadar da değil.
yine bu sabah bu şekilde yakalayıp beni yarım saatlik amansız bi muhabbete kitledikten sonra siparişleri de bana kitledi. neyse deyip düştük yola çaresiz. tüm siparişleri temin edip sağ salim teslim etmemden mütevellit, bir dedektif edasıyla poşeti inceleyen nazmi amca apansız bi öfkeyle çığlık attı; "yau bu çay lipton değil çaykur olacağıdı!!". sayesinde ne uyku sersemliği kaldı ne bişey. o kadar değil mi? o kadar ulan, hatta o kadardan daha yüzsüz!
efendiyiz ya, tek kelam etmeden büktük boynu kadere razı olduk. zaten 2 saatlik uykuyla ayaktayım, ödev var iş güç var, bi de ırgatlık ediyoz elin adamına.. eh ulan istanbul.. zenginin sefası fakirin cefası zalım istanbul. aldık poşeti düştük yine yollara. bu arada 2 saat dedim ya, şu sıralar her yerde olduğu gibi bizim orada da var tonla kuduruk kedi. hele bitanesi.. kedi değil rocco siffredi anasını satiim. mahalledeki tüm kedileri döller, yetmez bi de beni döller şerefsizin evladı.
neyse üstad değiştirdik siparişi geri dönüyoruz. yarım saat erken kalkiim da derse yetişiim derken, ikinci dersin son periyoduna razı hale geldim. bişey değil devamsızlık hakkı da sınırda, elimde poşet hocanın götünü hangi açıdan yalasam diye başladım hesaba. derin derin dalmışken bi çığlıkla irkildim, ulan! o kedi.. iş başında yine namussuz. göz göze geldik, dünya durdu o an. "sen eşşek kadar boyunla 5 aydır sap sap gezerken ben her gün bi başka otobüsteyim" keyfindeydi. gözüyle beni, dalgayla garibanı düzdü de düzdü. bi ona baktım bi halime baktım, güne ne güzel bi başlangıç! çatır çatır boşaldı gözümün önünde pezevenk. taşı kapıp alnının çatına indireceğidim ki zıpladı kayboldu çalılıkların arasında. kafa bulacak beni mi buldun be kompresör..
getirdim attım poşedi de nazmi amca nın kapı eşiğine, zile basıp benim eve kaçtım. moral mi kaldı yiğido, okulun da ta ben..
ah nazmi amca..
yüzsüz mü dedim? ahlaksızın önde gidenisin.**
Mart kedisimi kaldı artık. Kediler bile asimile olup yurdum erkek kişisi gibi yılın on iki ayı aktif bir şekilde damlarda dolaşmaktalar. Olur olmaz zamanlarda yaz sıcağında kış soğuğunda kapnızın önüne yuvalanmış yavru kediler buna en iyi örnektir.
bizim buralardakiler arızamı ben anlamıyorum. çok garip ses çıkaranları mevcut, bol örneği bulunuyor. 3-5 tanesi bir araya gelip orgy partisi yapacaklarken gece uyandıracak derecede ses çıkarıyorlar arkadaşım yok böyle bi olay. meauwwwwwwwwwww mmöööööööğğğğğğ auuuğğğğğğğ gibi.