enerjisiz bir kalkınma ve sanayileşme olamayacağına göre konu gerçekten üzerinde durulup düşünülmesini gerektirecek kadar önemli.
günümüzde, akarsular, rüzgar, güneş ve hatta deniz dalgalarından dahi enerji üretilebiliyor ki bunların tümü, ekosistemimiz içerisinde gerçekleşen meteorolojik olayların bizlere bahşettiği nimetler. bu tür yenilenebilir enerji kaynaklarının öncelikli olarak kullanımı elbette ki tüm ülkelerin birinci tercihi fakat önemli bir risk taşıyorlar; o yıl yağmurların beklenenden az olması, rüzgarın az esmesi, dalga enerjilerinin beklenen düzeye ulaşamaması, güneşin genellikle bulutların ardında kalması gibi sıkça rastlanabilecek durumlarda enerji üretim değerleri çok düşüyor. çalışan bir fabrikada üretimi, üstelik mala talep varken düşürmeniz mümkün olamadığından fosil yakıtlara yöneliyor ve doğal gaz, kömür, akaryakıt kullanarak elektrik üretmek zorunda kalıyorsunuz. hepsinde de maalesef dışa bağımlısınız.
ülke kaynaklarına dayalı kömürlü termik santraller yapılmaya kalkılsa, "çıkan gazlar doğaya zarar veriyor" denilerek, derin vadilerdeki su kaynaklarında hidroelektrik santrallere yönelinse, "ağaçlar kesiliyor, doğa katlediliyor" denilerek, ağacın-yeşilin bulunmadığı alanlarda tarihi miraslar sular altında kalıyor denilerek, çevre örgütleri ayağa kalkıyorlar. nükleer santrallere yönelik verilen tepkiler ise malum.
- pekiyi ne yapılacak? önümüzdeki on yıl içerisinde hızla artması beklenen enerji açığı hangi yolla kapatılacak?
Türkiye müfusunun 5'de birisini istanbul'a çektikten sonra, güzelim şehri karınca yuvasına çevirmeye kalkınca tepki alan kekoların tepkisidir.
kardeşim, nüfusun belli, yüzölçümün belli. nüfusu illere doğru düzgün dağıtırsan hem tüm halkın eşit koşullarda yaşama imkanı olur, hem de ne marmaray'a ne de ek köprülere gerek kalmaz.