ah marmara! hepimizin meraklarını, umutlarını sandık sandık kendine çeken cennetimiz... insanın aklına geldiğinde bile kalbini titretirken senin, en güzelini bana bahşedebileceğini nereden bilebilirdim ki... sanırım sana minnetim de, birazcık bundan.
aslında her şey yıllar evvel başlamıştı. umutlarımı da bavuluma doldurup türkiye'nin bu taşı toprağı altın denen yerine yolculuğa çıkmıştım. ama öncesinde ailemi salonda toplayıp, onlara bu kararımı açıklamalıydım. babamın kalbi vardı, annemse çok duygusaldı. ama artık benim için sıradanlaşan hayatıma yeni bir yön vermem gerekti. en çok da küçük kardeşime üzülüyordum. o ana kadar fark etmemiştim belki ama onun en iyi arkadaşı bendim. salonda hepsi sessizce ne söyleyeceğimi merak ediyordu. şu tarihi konuşmayı yaptım:
"anne, baba ve kardeşim,
biliyorum, belki çok iyi bir evlat olamadım. küçükken babamı süperman sandığım için muhtemelen sizden, yapmanızın çok zor olduğu şeyler de istedim. biraz farklı bir çocuktum. diğer çocuklar gibi basit şeylerle yetinmedim. her zaman kafama taktığım sorularım ve merak ettiğim şeyler vardı. çoğu zaman bana ayak uydurmakta zorlandınız. ama bu benim! sizlerden özür dilemek belki yersiz olur. çünkü ben hastalığımda kusup yatağımı berbat ettiğim için suçluluk duygusu içerisine girebilmeyi anlamayacak bir çocuktum. hala da öyleyim. hala can taşımayan hiçbir şeye de değer vermeyi öğrenemedim. belki bu yüzden bana hep kızdınız ve alışık olduğunuz hayatta sizleri hep alışık olmadığınız sorunlarla karşı karşıya getirdim. yaptıklarım için pişman değilim ama başka bir yolunu bulamadığım için de üzgünüm. bugüne kadar bana sabır gösterdiğiniz ve beni sevdiğiniz için hepinize teşekkür ederim.
sevgili kardeşim,
bugünden itibaren beni ne zaman göreceksin bir fikrim yok. yeni bir hayat bulup ona alışana ve sonra daha iyisini bulamayacağıma inanana kadar buralarda olmayacağım. ben kendimi aramaya gidiyorum. bugün değil belki ama bir gün beni anlayacaksın. tüm eşyalarımı sana bırakıyorum, her ne kadar hor kullanmış olsam da... seni çok seviyorum"
bu konuşmayı yaptıktan sonra çantamı sırtıma almıştım ve kapıya doğru yönelmiştim. annem ve kardeşim ağlıyordu. "oğlum en azından nereye gideceğini söyle" dedi... "bilmiyorum anne" diyebildim. "ama bir kitapta marmara bölgesinde insanlar umut ettikleri hayatı bulabiliyorlarmış diye okudum, sanırım oraya gideceğim" dedim... zavallı anneciğim, "oğlum" diyerek ağladı ve boynuma sarıldı. babamın ise ağzından tek cümle dökülmüştü: "gerizekalı biz zaten istanbul'da oturuyoruz"... açıkçası bu sözlerden sonra biraz alınmıştım. "coğrafya erslerimde iyi olmadığımı biliyorum baba" dedim. "o halde sanırım marmara bölgesinde başka bir yere gideceğim" diyebildim.
evet... kapıdan çıktığımda yeni bir dünya beni bekliyordu. sanki soluduğum hava bir farklı idi. başka bir dünyaya yolculuk edecek ve kendimi bulacaktım. bu sebeple önce avcılar'daki metrobüs durağına gittim. akbilimi doldurdum ve söğütlüçeşme hattında ilerlemeye başladım. köprüden geçerken avrupa kıtası gerimde kalmış, asya kıtasına merhaba demiştim. evimden çok çok uzaklarda idim artık. bu uzaklaşma hissi, beni özgürleştiriyordu. bir bilinmezde kendimi bulmaya gidiyordum. kadıköy'e vardığımda kendimi rahatlamış hissettim. ama enteresandır, etrafımdaki birkaç adam beynini aldırmışçasına o kalabalıkta önüne bakmadan birbirine çarpmaya ve salak salak aynı noktaya bakmaya başlamışlardı. sanki bir depremdi. birçok adam, geçen bir şeyden dolayı ona kilitlenmiş ve kendini kaybetmişti. kimisi takılıp düşmüş, kimisi başkasına çarptığı için çantayı kafasına yemişti. birçok yaralı vardı. ama umursamadım. bu onların sorunu idi. ben kendimi bulmaya gidiyordum. bir bira içip serinlemek üzere bir bar aramaya başladım. sonra bir tanesinin kapısından içeri girdim. elimde valizimle geldiğimi görenlerin dikkatlerini çekmiştim ama umurumda değildi. bir bira istedim ve içmeye başladım.
sonra bar kapısının açılmasının sesini duydum. kapıya arkam dönüktü. o sesi duymamdan itibaren bütün insanlara bir haller oldu. gelen her ne ise herkes ona odaklanmış, kimisi titriyor, kimisi salak salak bakıyor, kimisi de masasını deviriyor veya kız arkadaşından tokat yiyordu. barda her şey allak bullak olmuştu. masalar devrilmiş, insanlar yerinde duramaz olmuş ve enteresan bir hal almıştı. sanki bir deprem etkisi yaratmıştı gelen şey. bense cool havamı hiç bozmamıştım. sanırım gelen her ne ise, kadıköy meydanda da görmediğim ama insanlara deprem etkisi yaratan şeydi. sonra yanıma oturdu. başımı çevirmedim ama başımı kül tablasına doğru eğmiş vaziyette oturduğundan bacaklarını görebiliyordum. hoş bir elbisesi vardı. saçaklı gibi kıyafeti, asimetrik eteği ile bacaklarının kusursuz güzelliğini kimseden esirgemiyor gibiydi. zaten insanlardaki bu sarsıntının sebebini o dakikadan sonra anlamak zor değildi. sonra barmen kekeleyerek ne içmek istediğini sormaya çalıştı. hoş bir ses tonu ile bacardi içmek istediğini söyledi. barmen bir türlü bardağına içkiyi dolduramıyordu. elleri titriyor, bir yandan da yaslanarak destek alıp ayakta durmaya çalışıyordu. terlemişti de. elinden şişeyi alıp bardağa bacardi'yi koydum ve yanıma dönerek hatunun önüne içkisini koydum. o an göz göze geldik. sarışın ve pürüzsüz bir tene sahip hoş bir hatundu. çantasından sigarasını çıkarmıştı ve ateşimle sigarasını yaktım. derin ve keskin bir bakışla resmen delip geçti beni. inanılmaz bir güzelliği ve karadelik gibi gözleri vardı. gözlerine baktığımda adeta beni yutuyordu ve dünyam dönüyordu. albenisi ve çekim kuvveti baş döndürücü etkilere sahipti. sanırım kendimi bulmadan önce çok enteresan macerada çok güzel bir çift göz bulmuştum. bana hem ateş için hem de içkisini almasına yardımcı olduğum için teşekkür etti. önemli olmadığını söyledim. gözü valizime takılmış olacak ki yabancı olup olmadığımı sordu. "evet, buralara yabancıyım" dedim. avrupa'dan geldiğimi söyledim. coğrafya dersinden kötü olsam da, avcılar'ın avrupa'da olduğunu biliyordum. ilgisini çekmiş olacak ki şaşkın bir bakış fırlattı. sanırım herkesi alt üst etmişken şaşırdığı tek şey ben olmuştum.
sonra ikimiz de içkilerimize yüzümüzü döndük. ellerimiz yerinde duramaz halde 10-15 saniye geçirdik. ne konuşacağımızı pek bilmiyor gibiydik. belki o da benim gibi heyecanlanmıştı bilemem. ama öyle olabilmesi ihtimalini düşününce bile heyecanım artıyordu. sonra elini boynuma yaklaştırdı. anlayamasam da heyecanlanmıştım. kolyeme bakarak, "hoş kolye" dedi. isterse alabileceğini söyledim. o ise, bu kolyenin beni yansıttığını düşündüğünü söyledi. bense aklımdakilerle kalbimdekiler arasında bir köprü kurduğunu söyledim. küçük de olsa bir simgeydi benim için che kolyem. sonra bana yüzüğünü gösterdi. orak ve çekici ile pek rastlanmayacak bir yüzüğü vardı. o andan itibaren benim için daha da keşfedilesi bir kadın olmuştu. ikimiz de yönümüzü birbirimize çevirir vaziyette oturmaya başlamıştık. o an, sandığımdan daha da çekici bir hatun olduğunu anlamıştım. göğüs dekoltesi muhteşemdi ve fiziği eşsiz görünüyordu. bana buralarda ne aradığımı sordu. "kendimi bulmaya geldim" dedim... derin bir nefes çekti ve içkisinden bir yudum alarak daldı gitti. sonrasında bardağı ile oynayarak şunları söyledi:
"yalnız kalmaktan daha kötü şeyler de vardır hayatta
ama genellikle bir ömür alır bunun farkına varmak
o zaman da çok geçtir "
ama sözlerin sonunu getirmemişti. sigarasından bir nefes çekti. ben devamını getirdim:
"ve çok geçten daha kötü bir şey yoktur hayatta..."
bu sözler charles bukowski'dendi. sözlerin devamını getireceğimi beklemiyor olacak ki şaşırdı ve bana döndü. bu sözler o an için zamanlama olarak anlamlıydı. muhtemelen onun için de öyleydi. bunun farkındalığında gözlerimizin içinde kaybolana kadar baktık gözlerimize. sanki konuşuyordu gözlerimiz. aradığım şeyler, sanki onun da aradıkları idi. sanki aynı şeyi bulmak için yola çıkmış iki kaşiftik. birden kalktı ve ellerimden tutarak "gidiyoruz" dedi. heyecanlı ve mutluydum. hesabı ödeyip çıktık. nereye gittiğimizi sordum, o da bana "senin kalacak bir yere, benim de benle aynı soruların cevaplarını arayan birine ihtiyacım var" dedi... o an ellerimi daha sıkı tutmuştu. sanki beni benimsemiş gibi idi. çok farklı idi. gereksiz sorularla bunaltmıyordu ve yanlış sorulardan doğru cevaplar bulunamayacağını biliyordu. bu yönü beni çok etkilemişti.
bir taksiye atladık. yol boyunca ellerimi hiç bırakmadı. gözlerime bakıp derin bakışlarını eksik etmiyordu. sonrasında ise bir şeylerden emin olmuşçasına gülümsüyordu. sanırım gözlerimin içinde aradığı sorulara kendini tatmin edecek cevaplar buluyordu. aynı şeyleri ben de onun için hissediyordum. diğer kadınlardan farklı ve kendine has bir havası vardı. üstelik çok da güçlü ve her şeyin üstesinden gelebilecekmiş hissi uyandıran bir yapısı vardı. apartmana vardığımızda heyecanlı idim. asansöre bindiğimizde boynuma yaklaşıp kokumu içine çekti. gülümsedi. sonra da yırtıcı bir bakışla dudaklarımı dudaklarında eritti. çok tatlı bir öpücüktü. kendimden geçmiştim. sarışın br hatundu ve makyajından kıyafetlerine kadar siyahı tercih etmişti. sarı siyah uyumu en sevdiğim ikililerdendir. bu açıdan zevklerime hitap etmesi de ayrı bir güzellikti.
içeri girdikten sonra valizimi yere bıraktım. valizime bir tekme atarak vahşi bir hal almıştı. sonra göğsümden iterek beni bir yere doğru sürüklüyordu adeta. keskin bakışları tahrik edici idi. bir odanın kapısına doğru geldik. beni kapıya itti sert biçimde. kapı açıldı ve içeri girdik. enteresan bir oda idi. simsiyah duvar boyası ve koyu vişne çürüğü perdeleri vardı. loş bir ışık ve siyah tonların zevkle kullanıldığı bir dekorasyonla ilgimi çekmişti. odanın kendine has bir ortamı vardı. orada daha önce yaşanmış hikayelerin şehvetini hissetmek hem odanın ambiyansından, hem de hatunun tahrikkar bakışlarından mümkündü. tavanda ve yatak hizasında bazı bölümlerde aynalar vardı. hatunun ateşli biri olduğu ve bu aynaları makyaj için kullanmadığı çok açıktı. heyecanım o kısa an diliminde iyiden iyiye artmıştı. sonra beni ittiği eli ile üstümü parçaladı. ben de o şehvetin etkisinde kalçalarından tutup onu kendime çektim. eteğinin altından vücudunu kavradım. ihtirası ile gözlerimden içine işleyen ruhu kadar vücudu da oldukça sıcaktı. sonra yatak başucunda asılı duran kırbacı aldı. bana doğru hamle ile kırbaçlamaya çalıştı. anlaşılan sert bir hatundu. hoşuma gitse de altta kalmaya hiç niyetim yoktu. kırbaç kollarıma dolandı. acıttı ama umursamadım. yüzündeki ifade sertleşmişti. benimki de öyle. koluma dolanmış kırbacı çektim ve kendime doğru çektim onu. belinden kavrayıp göğüslerinden boynuna kadar vakumlu şekilde yalıyordum onu, dişlerimi de hissetmesine izin vererek. iki eliyle itti beni. yatağa düştüm. üzerime çıktı ve iki elimi elleri ile hareketsiz bırakacak şekilde tutarak göğsümü sert şekilde yalamaya başladı. sonra boynumu emmeye başladı. acıtıyordu ama umurumda değildi. dudaklarımı parçalarcasına ısırmaya başladı. bu esnada yırtıcı sesler de çıkarıyordu ve etraftan duyulmaması imkansızdı. o sertleştikçe ben de hayvanlaşıyordum. bir hamleyle onu üstümden atıp altıma aldım. iç çamaşırlarını dişimle yırtıyordum. ellerimle aynı şekilde ellerini hareketsiz kılmaya çalışıyordum. sütyenini kopararak çıkardım. göğüs arasını ısırır vaziyette emerek iki göğüs ucuna da hat çiziyordum. o arada o ellerini kurtardı ve kotumu çıkarıyordu. kotumu çıkardıktan sonra üzerine yatmıştım ve organım organının üstünde kalır vaziyette vücudu öpmeye devam ediyordum. ama vücudunu kıskanırcasına dudaklarıma yapışıyor, bana doyamıyorcasına vahşice tırnakları ile sırtımı yırtıyordu. sol bacağını sağ kolumla kavrayıp kaldırarak içine girdim. içinde hayvanlaşarak beni tamamen hissetmesini istiyordum. çığlıkları ve inlemeleri umurumda değildi. beni daha da kamçılıyordu. her hamlemde göğüslerini izlemek harika idi. o kadar hızlanmıştım ki sanki deprem oluyordu. ama bina yıkılsa umurumda değildi. ama gerçekten deprem oluyordu sanki. sonra gözlerimi açtığımda kardeşimin beni kaldırmak için yatağı salladığını fark ettim. "ne var eşek sıpası" dedim. dudaklarını bükerek üzgün vaziyette çıktı odamdan...