uzmanlara göre 7.2'lik yıkıcı bir depreme gebe olan deniz. öyle ki sadece istanbul değil diğer şehirlerde de oldukça yıkıcı etkiler bırakması kaçınılmaz. Deprem sürecinde ve sonrasında ortaya çıkacakları düşünmek bile istemiyorum..
depremde eğer su altında bir heyelan olursa dalga yüksekliği 7 - 11 metre yükseklikte bir tsunami olma ihtimali varmış. yalnız su altındaki heyelanlar denizin tamamına etki edecek kuvvette dalgalar oluşturmazmış. tsunami riski az da olsa var yani.
Karadeniz Tufanı
Marmara denizi, jeolojik periodlar içinde özellikle buzulçağ dönemlerinde göle, kimi zamanda denize dönüşerek sürekli bir değişim yaşamıştır. Örneğin Miyosen döneminde (20 milyon yıl kadar önce) Marmara Denizi, Karadeniz, Hazar denizi ve Macaristan'a kadar uzanan bir iç denize birlikte daha büyük bir denizin parçasıdır. Denizin yakın jeolojik dönemi incelendiğinde 12 bin yıl öncesinde deniz seviyesinin -85 m olduğu ve Marmara'nın bir göl olduğu anlaşılır. Marmaranın son kez denize dönüştüğü dönem 6500-7000 yıl öncesine tarihlenir.[2] Bu dönemde istanbul Boğazı'nın suyla dolması sonucu oluşan Karadeniz Tufanı ile Marmara denizi, göl olan Karadeniz'de su seviyesinin yükselmesine ve denize dönüşmesine aracılık etmiştir.
--spoiler--
karadeniz ile ege denizi arasında, doğu-batı yönünde uzanan, 11.352 kilometrekare yüzölçümünde bir iç deniz. istanbul boğazı ile karadeniz’e, çanakkale boğazı ile ege denizine birleşir. marmara denizinin güney kıyılarının derinliği daha az olup, 100 metreyi geçmez. normal derinlik ise 200 metre civarındadır. izmit körfezi doğrultusunda, derinliği bin metreyi geçen üç çukur yer vardır. bu üç çukurun en derini, büyükadanın güneyine rastlıyan bir yerdedir (derlinliği 1229 metre). marmara denizinde aynı zamanda iki akıntı görülür. yüzeydeki, karadenizden egeye, alttaki ise ters yönlü dip akıntısıdır. karadeniz ile egenin yüzeylerinin farklılığından dolayı olan yüzey akıntısı istanbul boğazı ile başlayıp marmarada yayılır. çanakkalede toplanıp, buradan egeye ulaşır. marmaranın yüzey suları daha az tuzlu, dip kısımlar ise, akdenizdeki gibi fazla tuzludur.
marmara denizinin kuzey kıyıları az girintili çıkıntılıdır. güneyde ise birçok körfez ve burunları vardır. izmit, gemlik, bandırma, erdek körfezleri gibi.
marmara denizinin önemli adalarıda vardır. bunlar imralı, büyük, heybeli, kınalı, burgaz ve kaşık adalarıdır.
Normal şartlarda kendi kendini temizleyebilen bir iç denizdi. “insan yakasını bıraksa” öyle de kalacaktı ancak mümkün olmadı.
Marmara denizine kıyısı olan tüm belde ve ilçelerin lağımları öyle ya da böyle doğrudan denize verilir. Hangisine sorsanız ya biyolojik arıtma vardır ya da fiziksel arıtma. Yalnız ne hikmetse o arıtmalara rağmen kanalların denizle (genelde 100-150 metre açığa uzatılan batma borularıyla) verildiği noktalarda hep o malum koku olur, yemişim arıtmanızı...
Denize kıyısı olmayan ilçe ve hatta şehirler de nehirler vasıtasıyla taahhütlü olarak gönderirler bok püsürlerini. Nehirler herhangi bir arıtma olmaksızın doğrudan denizle kavuştururlar taşıdıkları yükü. Tabi mutlaka atık su nehre basılmıyordur, basıldığı noktada ise mutlaka arıtma vardır falan filan.
Arıtma vardıri vardır da çalışır mı, yeterli midir? Bilinmez…
italya’da falan çokça atık su tesisi gördüm. Atık sular arıtılır, şebeke suyu kadar berrak ve şehrin çayır çimenleri sulanabilecek kadar saf hale getirilir, kullanım fazlası olan –neredeyse içilebilecek durumdaki su- deşarj edilir. Haydi bizim o “omo orutmo tosusu yoptuk” diyen abiler o arıttıkları suyu içmeyi geçtim bir ellerini soksalar ya… Mümkün değil…
Kanalizasyona rağmen deniz kendini uzun bir süre koruyabildi zira kanalizasyon nispeten organikti, hayatımızda kimyasallar bu kadar fazla değildi
En önemlisi halen denizi besleyen yüzlerce doğal kaynak suyu vardı. Şimdi neredeler mi? Yapılaşmaya kurban gitti doğal kaynak suları. Artezyenler vurarak ağızlarını kırdık hepsinin…
Doğal kaynak sularıyla beslenebildiği ve atıkların nispeten az ve kimyasallardan uzak olduğu yıllarda Marmara denizi atıkla bir şekilde başa çıkabiliyordu. Ancak hayatımıza kimyasallar girdikçe ve atıklarımız çoğalarak kirlendikçe bunda zorlanmaya başladı.
Trakya ve güney Marmara komple tarım arazisiydi. Dereler sıklıkla kanalizasyonla karışık kaynak ve yağmur sularını taşırdı denize. Ancak öyle kirli öyle rezil bir kararla koca Trakya sanayiye açıldı ki derelerin bok yüküne bir de fabrika atıkları, ağır metaller, aklınıza gelebilecek her türlü toksik atık eklendi. Sorsanız ilgili bakanlıklar o tesislerin arıtmalarını kontrol etmekte, hatta kamu spotlarına bakacak olursanız tarım arazilerine asla ve kata değil sanayi tesisi, konut bile yapılmasına müsaade etmemektedir… Hadi oradan…
Silivrideki bütün tarım arazileri toplu konut alanı olmuş çorlu çerkezköydeki bütün tarım arazileri fabrika olmuş kime ne anlatıyorsunuz..
O sanayi tesislerinin çoğu çok uluslu kimya şirketleri, metal sanayi şirketleri, ilaç firmaları falan.. Önceleri arıtmalar çalışıyorduysa da arıtma işi maliyetli iş. ilgili bakanlık bık bık ederse kaparım fabrikayı, Tunus’a taşırım sizin de istihdam düşer, ihracat düşer” tehditlerine boyun eğdik…
Bu denizi nasıl kurtarırız? Aslında dikkat edin bu denizin kurtarılması için yapılabilecek akla yakın her şey bu ülkenin tarımının, ekonomide dışa bağlılığın, cari açık sorununun çözümünü de beraberinde getiriyor.
istanbul sahilyolunda bir otobüs durağı. Durağa bu ismi vermeyi kim düşündüyse tebrik ediyorum. Bir koordinatı bu kadar spesifik, Bu kadar iyi anlatamazlardı herhalde.
ilk önce iş sahası ve istihdam yaratıp milletin çalışmasını sağlayacak fabrikalar yapıp bu denizi kirletiyoruz sonra temiz bir denize ve kumsala gidebilmek için tüm sene çalışıyoruz.Büyük bir paradoks.