Bir ananın emeğinin karşılığını alamaması gibidir. Mario ben seni tehlikelerden kaçırdım, düşme diye dikkat ettim, yürüyen mantarlara takılma diye zıplattım. Büyüttüm dedim, küçüldün. Oldu mu be oğlum? Vaat ben nerelere gidem, gitti emekleriiim! tadında bir olay.
mario küçük ya da büyük olsun, farketmez. yıldız alınca süper bir müzik eşliğinde önüne gelen herşeyi devirebilen, sert, çevik ve ahlaklı bir pozisyona geçer kahraman tesisatçımız. aksiyon sahnelerini aratmaz şerefsizim. soldan kaptırıp önünüzde ne var ne yok darmadağın edebilirsiniz. aynı durumun bir de olumsuz halini inceleyelim. mario'nun parçalı bulutlu pistlerinden bazılarında ebesinin nikahı kadar büyük boşluklar vardır. bu boşluklardan atlamak için yeterli enterpolasyonu sağlayamazsanız haliyle düşersiniz. büyük yahut küçük farketmez oracıkta ölürsünüz mazallah.
mesele mario'nun büyük veya küçük olması değil, mesele mario'nun gerçek manada bir kahraman olabilip, prensesi kurtarmasındadır yeğen.
ne mario'nun ateşini kaybetmesinde yaşanan hüzne ne de prensesin aslında başka şatoda olduğunu öğrenilen andaki hüzne benzer. bilhassa zıplama efektinin aniden değişmesi ve acı acı çalması insanı daha da üzer. **
herşeyi oldugu gibi bırakıp, uzaklara çok uzaklara gitme isteği uyandıran.
gözleri yaşartan, sigara üstüne sigara yaktıran hüzündür.
abarttım lan sanki!
hamam böceklerini gördüğüm an aklıma gelen acı anıdır.
kimse hissetmemiştir o küçüldüğü an ekrandan size doğru ağlamaklı gözlerde, gözyaşlarının bıyıklarından süzüle süzüle "bu da mı gol değil" dermiş gibi baktığı anı ve mario dostumuzun çektiği acıyı.
öyle ki yeri gelir eldeki joystick sıkılır,düğmeleri firlardi. prensesi karizmatik bir şekilde kurtarmaya ramak kalmişken göttenbacakli bir ucubeye dönüşür mario. bu durumda sevgiliyle bulusurken bok cukuruna düşmek durumuyla eşdeğerdi ozamanlar.