ötanazi hakkında araştırma yaptığımda karşılaştığım, tarafsızlığımı alt üst eden film. hakkında okudukça ramon sampedro filmi izlemeden beni kendisine zaten hayran etmişti ki javier bardemin oyunculuğu daha bir arttırdı bu hayranlığı. javier bardem sayesinde okuduklarım can bulmuştu, daha bir anlamaya başlamıştım ramon'u. *
film, sahip olduklarımız değil; sahip olmadıklarımız, olamadıklarımız üstüne. sahipken değerini kavrayamadığımız, basit gelen ama aslında yaşamsal olan ayrıntıların filmi. ölümden daha çok yaşamaya dair yapılan tespitler üstüne düşünülesi...
bir de baba karakteri var ki ötanazi konusunda karşı fikri savunan kesimin en duygusal sesi olmuş filmde. özellikle;
--spoiler--
bir baba için oğlunun ölmesinden daha kötü bir tek şey var; oğlunun ölmeyi istemesi..
--spoiler--
repliğiyle beni benden almış, günlerce aklımda tekrar tekrar yankılanmış ve hala bu konuda * bir karara varmamı engellemiştir. *
19 yaşında geçirdiği bir kazadan sonra felç kalan ve asla iyileşemeyecek olan bir adamın, senelerce bu şekilde ailesinin bakımına muhtaç yaşadıktan sonra ötenazi hakkı için verdiği mücadeleyi konu alan müthiş bir filmdir.
muazzam bir film. bir ötanazi filmi olmanın çok ötesinde, bir hayat filmidir. ayrıca, ötanaziye tarafsız baktığını hiç sanmıyorum bence ötanazinin gerekliliğini vurguluyor film boyunca.
--spoiler--
şayet onunla birlikte intihar etmeyen kadın * yıllar sonra acı ve unutkanlıkla başbaşa kalmıştır. yani ötanazi yapması gerektiğini söylüyor adeta.
--spoiler--
--spoiler--
benim için filmde her şeyi anlatan bir sahne vardır. o da, ana karakterin başucuna gelen bayanın elini yatağa koyması ve kameranın bir dönüşle felçli adamın eli ile bayanın elini göstermesiydi. aralarında 20 cm gibi bir mesafe var ancak bu mesafeye felçli adamın ulaşması olanaksız. onun için mesafelerin nasıl da değiştiğinin, hayatın nasıl değiştiğinin resmidir bu sahne.
--spoiler--
ilk önce insanın göğsünün altına yerleşir, biraz acı verir ama sonra oradan da bir parça alıp uçmaya başlar. ardından size sadece nefes almayı bırakır. işte böyle bir filmdir.
(bkz: javier bardem)in başrolünde oynadığı ve felçli olduğu için yaşamak istemeyen ve ötenazi hakkı elde etmeye çalışan bir adamın öyküsünü anlatan acıklı ispanyol filmi.
(bkz: alejandro amenabar)
javier bardem'in yatarak oscarlık bir performans sergilediği, alejandro amenabar'ın da üst düzey bir yönetmen olduğunu bir kez daha idrak etmemize sebep olduğu, insanın kanını donduran ve yaşadığı hayata şükretmesini sağlayan arşivlik başyapıt.
"biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum." ramon sampedro
bunca yıl sonra filmi övmenin anlamsız olduğuna inanıyorum. bu film, insanın yaşama ve ölme hakkının toplum baskısıyla haktan çıkarılıp, mecburiyet haline dönüştürülmesinin verdiği acıyı, izleyenin iliklerinde hissettiriyor. daha önemlisi düşündürüyor. gerçek bir yaşam hikayesinden uyarlanarak film haline dönüştürülen bir yaşamın etkisi üzerinize siniyor. Ramon'ın dediği gibi, nasıl yaşam bir haksa, ölüm de bir haktır. ölümü düşünmüyor oluşumuz ölmeyeceğimiz anlamına gelmez. insanların asıl korktuğu ölüm değildir, zaten ölümün ne olduğunu ölenin ardında kalarak bilmek mümkün değil. işte, insanları korkutan, yüzleşemedikleri gerçektir. ölüm gerçeği.
filmde anlatılan konunun ve onurlu ölüm hakkının en iyi anlatılış biçiminde, bana göre, yönetmenin çok büyük etkisi var. filmi izleyenler bilir, çekimler hep yarım görüntüyü içerir. yarım yüzler, bedenler, eşyalar... filmi izlerken kendinizi çok kaptırdıysanız, görüntünün diğer yarısını görebilmek için ekranın yönüne doğru eğiliyorsunuz. tabi bir işe yaramıyor, o yarımlık hissi huzursuzluğu beraberinde getiriyor. filmi izlerken, Ramon'un hareketsiz vücuduna ve ötanazi isteğine öyle inandım ki, yaklaşık bir saat hiç kıpırdamadığımı ayaklarımda uyuşma olunca fark ettim. Ramon karakterini canlandıran bukalemun lakaplı javier bardem, ne denli büyük bir oyuncu olduğunu da böylece ispatladı. zaten filmin aldığı ödülleri listesine bakarak bunu anlamak mümkün. film ödülleri şöyle;
2005 altın küre - en iyi yabancı film
2005 bfca award - en iyi yabancı film
2005 bangkok film festival - en iyi film & en iyi aktör
2004 venice film festival- jüri büyük ödülü - gümüş aslan
2004 venice film festival - en iyi yabancı film ödülü
2004 venice film festival - en iyi erkek oyuncu ödülü
volpi cup - en iyi aktör (javier bardem)
young cinema award (en iyi uluslararası film)
2004 european film award - en iyi aktör/en iyi yönetmen
2004 nbr award - en iyi yabancı film
2004 hollywood film festival - en iyi avrupa filmi
2004 ondas-cinemania award - en iyi yönetmen
2004 sdfcs award - en iyi yabancı film
ve künye:
yönetmen: alejandro amenábar
senaryo: alejandro amenábar, mateo gil
görüntü yönetmeni: javier aguirresarobe
müzik: alejandro amenábar
kurgu: alejandro amenábar
yapım: 2004, ispanya, fransa, italya
tür: dram
süre: 125 dk.
dağıtım: chantier
ramon sampedro, yatalak olmasına karşın yazdığı yazılar ile edebiyat dünyasına da girmiş. 1996 yılında tüm yazıları letter from hell (cehennemden mektuplar)isimli bir kitapta yayımlandı ve Ramon 1998 yılında hasretle beklediği vuslatını gerçekleştirdi.
filmde ve Ramon'un hayatında dikkat çeken bir diğer husus yasaların ve hükümetin tutumudur. laik bir hükümetin, dini inbançları ve toplumsal yargıyı gözetmesi savunduğu laiklik anlayışıyla çelişmekte. ölüm gerçeğini ve ölümün bir hak olduğunun dini inançla örtüşmediğini bu yüzden ötanazinin gerçekleştirilemeyeceğini söyleyen hükümet ve mahkeme, kendine laik demeye devam etsin. evet, laiklik sözde kalıyor ve din ne kadar laik olduğunu söyleseniz de etrafınızda zırh gibi sizi sarıyor. işte, asıl gerçek budur. din, her zaman sizin isteklerinizin ve seçimlerinizin önündedir.
filmin can alıcı replikleri:
"sana ulaşmak ve dokunmak için katedebileceğim iki adım, benim için imkansız bir yolculuk, bir fantezi, bir rüya... işte bu yüzden ölmek istiyorum."
***
"senin beni sevme şeklin, benim sana olan sevgimi değiştirmiyor."
***
julia: neden hep gülümsüyorsun ramon?
ramon: eğer kaçamıyorsan, başkalarına bağlıysan, gülümseyerek ağlamayı öğreniyorsun.
ve son söz Ramon Sampedro'nun olsun.
denize açılmak
denize açılmak, denize açılmak
derinliğin hafifliği içinde
hayaller gerçek olur.
iki ruhun birleştiği yerde
sadece tek bir dilek gerçek olur.
bir öpücük yaşamı ateşler,
şimşek ve yıldırım ile.
bedenim artık benden çıkar,
evrenin merkezine ulaşmam ile.
çocukça bir kucaklaşma
öpücüklerin en safı.
sonra geriye kalan
sadece tek bir arzu.
senin bakışların ve benimkiler,
sürekli yankılanıyor, sessizce tekrarlayarak:
derine, daha derine,
et ve kanın ötesindeki her şeye...
ama ben her zaman uyanıktım
ve her zaman ölümü diledim,
dudaklarım sonsuza dek
senin saçlarına kenetlenmiş olarak.
--spoiler--
biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum.
--spoiler--
sadece bu bile filmin mükemmelliğini özetlemeye yeter sanırım.
çoğu kişinin günde defalarca yaptığı birşeyi; radyo dinlemeyi, sigara içmeyi bile bir seremoniye dönüştüren film. sadece yüzünü ve mimiklerini kullanabilen bir adamın, aşık olduğu kadınla, onun elinden paylaştığı sigara, hayallerinde uçması ve yatağın üzerinde duran iki el arasındaki kilometrelerce mesafe...
negra sombra nın ağlattığı film, javier bardem in kendisine de, oyunculuğuna da hayran bırakırken, ölüm bir hak mı yoksa mecburiyet mi?, bir insanı, onun ölümüne yardım edecek kadar sevebilmek mümkün mü? gibi soruları da sorduruyor insanın kendisine.
- nasıl böyle gülebiliyorsun?
- kaçıp gidemiyorsan ve kesin bir biçimde başkalarına bağımlı yaşıyorsan, gülerek ağlamayı öğrenebiliyorsun.
amerika'nın kendin pişir kendin ye tarzındaki birden fazla oskar alan zorlama filmlerini kucağına oturtur , sakso çektirir ve her türlü pozisyonda hunharca siker. zaten bu kendini beğenmiş amerikan film sektörü fazla da abartmayalım bu filme en iyi yabancı film oskarını da verelim ki tüm dünya suratımıza tükürmesin demişlerdir.
bağımsız sinemanın güzelliklerinden biri daha, dolu dolu bir film.
ölüm de yaşamak gibi bir hak mıdır?'ı sorgulatır insana. sıradan olaylara birde tersten bakılması gerektiğini vurgular. her sanhesi, her repliği bir şey anlatır izleyiciye...
amenabar bu filmi yapmak için 5 sene hiç bişey yapmadan bu proje üstünde çalışmıştır ve emeğin sonucundan ortaya muazzam bir film çıkmıştır. tekrar tekrar izlenesi bir başyapıt.