yalnız olmak, güclü olmaktır kimi zaman.saklanmak ve saklamak zorunda olduğumuz için her şeyimizi tercih gibi görülse bile aslında MAHKUMLUĞUN TA KENDiSiDiR YALNIZLIK...
Sevmek için herşeyini(neyi kaldıysa)vermeye bu kadar hazırken bile,yalnızsan ;sadece ceza olabilir bu kahrolası dünyanın sana hediye ettiği..yalnızlık biz istediğimiz zaman iyidir, ama biz istemediğimiz halde gelen yalnızlık, işte ona katlanılmaz.
düşerken prangaların tutar seni. ölümüne asılı kalırsın yanlızlığa. karanlık bir zindandır hayat... ve soğuk... kendi kendinin gardiyanı olursun bir zaman sonra zindanının kapısını açamazsın kimselere korkudan.
kişinin kendi prangasini ve güllesini kendi tasidiği ve göbeğini kendi kestiği bir olgu olanb yalnizlik gerek sosyolojik faktorler, gerekse doğruya doğru derken ismin eğriye cikmasindan, her anlamda bagnazlarin varoldugu toplumsal hayatın dayatmasi ile kah tercih edilen kah mecburiyetten kah seceneksizlikten secilen bir olgudur yalnizlik.
nitekim kişi yasarken ölmeyi sectiği yahut sectirildiği için kişiliğini korumak, elestirel mücadelesini hakikati arama ve yasatma savasinda deli damgasini yemek yahut sürgüne gitmeyi secer.
anlamaktansa yargilamak yahut düpedüz havlamayi secenlerin varoldugu saygisiz terbiyesiz ve deveoğludeve toplumda kalabaliklar içinde tutsak olmaktansa, mahkum olmak evladir.
nitekim kişi yalniz kaldikca zuladaki mahsun resme baktikca bir de karanfil kokuyorsa sigarasi bu mahkumiyeter katlanir. sayili gün cabuk gecer diyerekten entry bir özlü sözle nihayetlendiriyorum. özlü sözümüz meksikadan geliyor;
'Atı nasıl süreceğinizi bilmek yetmez, nasıl düşmek gerektiğini de bilmelisiniz.'
''yıllar önce, okuduğum kitaplardaki, seyrettiğim filmlerdeki yalnız insanlara özenirdim hep. yalnızlara. konuşacak kimsesi olmayanlara. sonra hayat beni buralara getirdi. tabii ayaklarımın azımsanamayacak yardımıyla. ve artık o roman karakterlerinden biri oldum. o kitaplardaki yalnızlığı çok gösterişli bulurdum. aynı zamanda da korkutucu. kendime ''bu kadar yalnız kalınabilir mi?'' diye sorardım. ''sosyal hayvan insan, dayanbilir mi kimsesizliğe?'' ama artık biliyorum yalnızlığın korkulacak bir yanı olmadığını... tabii bunu ruh sağlığı yerinde ve içlerinde tek bir kişilik taşıyanlar için söylemiyorum. sözüm benim gibi içinde binlerce ruh taşıyanlara, uzakdoğu efsanelerindeki canavarlar gibi yedi kafalı tek bedenli insanlara. ben hep kalabalık oldum. şehrin uzağındaki bir semte giden, günün tek otobüsü kadar kalabalık. tıkış tıkış! herkesin üst üste olduğu bir otobüs kadar. dolayısıyla iyi geldi bana yalnızlık. kendime yeterince zarar veriyordum. ve bir de dünyanın vereceği zararları ortadan kaldırmanın imkanı olmadığına göre, yoklarmış gibi davranarak yalnızlığı seçmek en doğrusuydu...
yalnızlık kurşun geçirmez. dostluk, aşk, aile geçirmez. hiçbir şey geçirmez. dışarıdan sokmadığı gibi içeriden de çıkartmaz. cerahat yapar. antibiyotiğini de kendinde besler. yeter ki nerede olduğu bulunsun... ruhun nerede olduğunu düşünürüm bazen. vücudumun neresinde? sonra kara veririm. ruhum, bedenimin bittiği yere kadar...''
--spoiler--
Sen miydin o, yalnızlığım mıydı yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir küfür
Salonlar piyasalar sanat-sevicileri
Derdim günüm insan arasına çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Kumkapı meyhanelerine dadandık
Önümüzde Altınbaş, Altın Zincir, fasulye pilakisi
Ardımızda görevliler, ekipler, Hızır Paşalar
Sabahlan açıklarda bulurlardı leşimi
Öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
Çöpçülerin elleriyle okşardım seni
Yalnızlığım benim süpürge saçlım
Ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi
Baktım gökte bir kırmızı bir uçak
Bol çelik bol yıldız bol insan
Bir gece Sevgi Duvarını aştık
Düştüğüm yer öyle açık öyle seçik ki
Başucumda bi sen varsın bi de evren
Saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
Yalnızlığım benim çoğul türkülerim
Ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi