mahallenin yukarısındaki sitenin bahçesine kaçak girip, mini futbol sahasında gizlice futbol oynadığımızda gelen bekçinin sinirini azaltmak için ''altı üstü bir spor yapıyoruz, kahveye çıkıp okey oynasak daha mı iyi'' derdik. bu vecize çok hayat kurtardı.
bir de şöyle düşünün: futbol gibi neredeyse her insanın bildiği, ucundan köşesinden oynadığı, hiç ilgilenmese oynayanları sıkça gördüğü bir sporda bile haklıyız, bu iyi bir alışkanlık. yapılan spor voleybol gibi hiçbir oyuncunun birbirine küfür etmediği, futbola göre çok daha az bilinen, az oynanan, en azından kuralları fazla bilinmediğinden daha çok ''plastik topla paslaşmak'' olarak nam salmış bir sporsa iki kere haklı olursunuz. mahallede oynanınca olayın ''iyi'' yönüne ''karizmatik'' yönü de dahil oluyor tabii. mesela futbol maçı yaptığınızda yoldan geçen mahallenin güzel kızlarının yakınına top gelince ''aayyyy atmasana buraya bee gerizekaalııı'' derken, voleybolun unisex özelliği sayesinde ''pokee bana pas atsanaaa'' gibi övücü sözler duymanız olası.
evet futbolla karşılaştırınca voleybolun çok daha ilgiçekici öğeler içerdiğini görüyorsunuz. hiç görmediyseniz futbol kaç kişiyle oynanır diye bir düşünün, üç saniye içinde ''11'erden iki takım'' demezseniz adam değilim. bir de voleybolu düşünün, kaç kişiyle oynanıyor dendiğinde 6 kişiyle oynandığını ne kadar zamanda hatırlarsınız? (6'ıydı di mi lan).
ben ve cengaver arkadaşlarım da bu ayrımın farkına vardık. futbol için gerekli olan malzemeleri yoldan atıp en sağlamından bir çamaşır ipi, bir de paraya kıyıp voleybol topu aldık.
lakin futbol oynarkenki adam bolluğu voleybolda yok. bu yüzden voleybola meyilli mahalle ortayaş üstü abileri ve birkaç cesur ve güzel kızı da kadromuza dahil ettik. saha ve şartlar voleybola müsait hale getirildi yani. bak yine futbol geliyor aklıma ıyykkk nasıl oynadık biz bu kaba sporu yıllarca...
maça başlayana kadar ipin üstünden rakip takım oyuncularıyla paslaşıyoruz. bir nevi maça ısınıyoruz. arkadaşların sonradan söylediğine göre ben topu hep mahallemizin medar ı iftiharı derya'ya atıyormuşum ama yalan tabii. neyse...
maç başlıyor, çok heyecanlıyız. biri servis kullanmalı, evet. evet de kim o şanssız insan! benim, evet. tamam. derin derin nefes al. sadece topu ipin üstünden geçireceğim. rezil olmak. yok öyle bir şey. hiç öyle topu havaya atıp smaç servis işine girmeyeyim.
basit bir vuruşla topu karşıya geçiriyorum. ve maç başlıyor. benim bu dandirik servisim dahil kazmalıktan dışarı atılmayan her top sayı. maçın seyri şöyle: takım x servis kullanıyooorr ve sayı, takım x servis kullanıyooor ve sayı, takım x servis kullanıyooorr ve dışarda, takım y servis kullanıyooor ve sayı...
kimsenin maçtan ne zevk aldığı ne de bir şey anladığı var! bu arada ipe değenler, rakip sahaya girip müdahale edenler... ortalık birbirine girmiş durumda. yaşlı amcalarımız ''zart kuralı zurt diye uygulansın'' tartışması yapıyor, kızlar kendi hallerinde kıkırdaşıyor... maç hiç de bizim tahmin ettiğimiz gibi eğlenceli değil. kahvede batak atmayı elli bin servis atmaya değişmem.
maçın seyri ve eğlence kat sayısını değiştirmek için değişik atraksiyonlar yapmamız lazım. kazma arkadaşla yediğimiz sayı sonrası başbaşa düşünüyoruz ve pasa yükselen oyuncunun vurur gibi yapıp, arkasından yükselen oyuncunun vurması şeklinde rivayet olunan asansör sistemini uygulamaya karar veriyoruz. lakin bir kişiye daha ihtiyacımız var cemal amcamıza stratejimizi anlatacağız.
amcamız heyecanlı:
- evet olay ne çocuklar?
- şimdiii abi asansörü biliyor musun?
- bilmez miyim yaa! benim mesleğim asansör. asansörcüyüm ben.
o anda mahallede voleybol oynanmayacağını anlıyoruz.
- gözünü seveyim kahvede çürüyen saatlerin.