toprak sahada, arkadan kasti yapılan faulle birlikte gelen, bir kaç itişme, kafalarla diklenme esnasında oradan geçen mahalle büyüğünün "öpüşün de barışın" demesi, bunu ciddiye alan iki çocuğun french kiss yaparak aralarındaki buzları eritmesi sonucunda maça tekrar dönülür. sonra serbest vuruşu kullanacak takımın içinde, kim atacak kavgası çıkar. genelde mahallenin muhtardan onaylı gıcık çocuğu topun başına geçer, hani atletle oynayan, bıyık gibi görünen sümüğü olan, yahu anlayın işte. bu çocuğun gelmediği zamanlar benim için tam bir futbol şölenine dönüşüyordu. ender geliştirdiğimiz ataklarda, kendimi yere bırakıp, o esnada oradan geçmekte olan mahalle büyüğünün de onayını alarak takımıma tehlikeli sayılabilecek bölgeden frikik kazandırırdım. ve mahallemizde yıllardır işlemeyen kural işletilirdi: faule maruz kalan kullanır.
buraya dikkat*, topun olduğu yerde dizimi yere koyup sağ ayakkabımın bağcığımı çözüp bağlarken, nasıl da hagi gibi hissediyordum kendimi. sonrasında bir ayağım dierinden yarım adım önde iken iki elimi belime koyup, nasıl da beckham oluyordum birden. topa abanacaksam roberto carlos'un fransa'ya attığı frikik golü canlanıyordu gözümde. eğer raket gibi kullandığım sağ ayağımla uzak köşeye bırakacaksam tekrardan hagi oluyordum. ama gerçekler acıdır di mi?
sen bağcığı çözdükten sonra bağlamayı unut, topa bir vur, fiiuuuu... ayakkabımın süzüle süzüle o esnada oradan geçmekte olan mahalle büyüğünün kafasına pike yapışını görmek beni futbola küstürdü. futbol, nankör meslek.
o esnada ordan geçmekte olan mahalle büyüğü kim miydi? mahallemizin gıcık çocuğunun babası... uşak zannetmiştiniz değil mi? *