Direk yaptırım olarak kesinlikle anlaşılmaması gereken bir konu. Misal sevdiğiniz, mecbur olduğu için sessizce gitmesi gerekti diyelim. Ağlayan gözleriyle size son bir kez bakar ve siz de unutmazsınız o gözleri bir daha. Bağdaşır artık o an ki gözleri sevdiğinizle. Aklınıza o geldiği an, o an ki gözleriyle birlikte gelmeye başlar. Artık unutulmayacaktır o günden itibaren. Ne büyük bir ceza değil mi ? Sevmiyor olsanız bile insanî duygular besleyen hiç bir insan bu tarz bir anı unutamaz ve o kişiyle kesinliklikle bilinç altında bağdaştırır. işte bu tarza yakın yaptırımsız bir baskıdan bahsedeceğiz.
X teyze namazını kılan, devamlı dua eden islam inancı oldukça sağlam olan bir teyzemizdir. (Dikkat edin Allah ya da Tanrı demiyorum, islam diyorum) Talihsizlik odur ki güvercinler gibi takılmayı sevdiğinden mi bilinmez büyük bir aşkla balkonuna bağlıdır ve ne yazık ki balkonu sizin apartman kapınızın karşısındadır. Siz x teyzemizin oğlu var mıdır, kocası yaşar mı vs sini anlında yazmadığından bilmemenize rağmen, iman ettiğini açık bir şekilde anlayabilmektesinizdir. Işıklar, ezan vakitleri balkol, elde kuran vs.. Ve kendisine sempati duyup inanışına ve şekerliğine saygı göstermektesinizdir. Lakin x teyzemizi sizin siyah torbalarla evinize soktuğunuz alkol rahatsız etmiştir. Bu sebeplede hayta, işe yaramaz, uzak durulması gereken kişi olmuşsunuzdur. Katınızı bilse belki de yarın aynı balkonda ebeveyn görünce kendisi insanların iyiliğini isteyen bir insan olduğu için, ailenizi bir yerde kısıcak ve iyilik yapmaya çalışırken tüm iç aile düzeninin içine edicektir. X teyzemiz size hiç konuşmaz, yapma etme demez ama bir bakış atar ki utanırsınız. Haksız yere eziyet çektirdiğiniz, saatlerce işkence yaptığınız bir insanın annesi gibi bir bakıştır ki bu kahrolursunuz. Konu hakkında bir şeyler yazıp teyzeyle konuşmak delicesine bir istek halini alsada işe yaramayacağının bilincindesinizdir ve bu da ayrı yorar insanı.
Severiz x teyzelerimizi, sıkmasınlar canlarını. Bizi düşündüklerini biliyoruz. Sağlıklı, uzun ömürler dileriz kendilerine...
ilk olarak sosyolog şerif mardin'in ortaya attığı sorunsal. zaten kendisi hadiseyi ortaya attı ve başka üstüne bir şey demesine gerek kalmadı. anlayan-anlamayan, baskılayan-baskılanan, mahalleli-siteli, sağcı-solcu ve daha niceleri üzerine atıp tuttu. aslına bakılırsa onlar da sadece attı. hala tutan yok. çünkü bizim ülkemizde sol görüş artık olmadığından, olan da muhafazakar olduğundan mütevellit kavram ordan oraya atılıp duruyor. işte sağolsun ece temelkuran ve bir iki nitelikli aydın, tespitlerde gereken başarıyı gösterdi.
konunun özüne dönersek, bu topraklar demokrasi denen şey ile bire bir örtüşemediğinden, yıllardır yaşanan şeyi yaşıyoruz şu anda da. hep benzer olaylar başımıza gelenler. tarih ve aktörler değişiyor sadece. özünde hep aynı hoyratlık, anlayışsızlık, hoşgörüsüzlük ve bencillik. içimizdeki homojen toplum aşkını nasıl söndüreceğiz bilemiyorum. bu öyle bir aşk ki; son yapılan araştırmalarda türbansız kadınlara otobüste yer verilmemeye başlanmış mesela. aşka bak ki; aynı zamanda bu ve benzeri şeyler tırnak içindeki eksik eteklere bahşedilmiyor sadece. muhteşem kahve kültürümüz (ki en azından kıraathane kültürü diye adı değişse, o güzelim nimete yazık) kendi içindeki "küçükler"e de aşkından dem vuruyor. işin eğitimsel boyutu da var elbet. birçok bilgili-görgülü cahilimiz bu baskıyı algılayamıyor bile. çünkü kanıksamış. çünkü ezberlemiş ve alışmış. bu durum, onun hayatının bir parçası artık. tüm gün dört duvardaki koca baskısına alışan kadın için zaten bu konu çok kolay sorular içeriyor. fakat, kendi ayaklarım üzerinde duruyorum fasıllarında yüzen bizim o okumuş-bakımlı-alımlı kadınlarımız nasıl oluyor da bu kadar çabuk sineye çekiyorlar her şeyi. kimisi durumun farkında bile değil. sokakları birileri şekillendiriyor kendi basit ve küçük dünyalarıyla. ideolojileri ile bile diyemiyorum, o kadar basitler çünkü. bir düşünce sistemi oluşturabilmek onlar adına zor. dikte ettirmek bir sistem gerektirmiyor çünkü.
bu ülkeyi kanyon-metrocity'den oluşuyor sananlar uzağa gitmesinler. zaten niyetleri yok. ama sadece oraların bir (evet bir) arka sokağındaki dünyaları bir görsünler. ama bakmasınlar, görsünler.
onlar ve aslında herkes gördüklerini, yaşadıklarını cesaretine katıp dillendirsin. susmasın. bu pasifize edilme haline veryansın etsin. özgürlüğünden ödün veren, yaşamından ödün verir ki bu insanlığın kendine karşı işlediği en büyük suçlardan birisidir.
bütün tanımlardan uzak bir şekilde herkesin kendi hayatından örnekler verebileceği baskı çeşidi.
asansörde sizi elleyen adamın yanlış yaptığını düşündürtmek için büründüğünüz kılık mahalle baskısından kurtulmanıza olanak verir. eğer ajitasyon modda mor farınızla yeşil süveterinizle işe giderseniz insanlar size acıyarak tacizciyi suçlayacaktır. siz ise püripak.
eğer saçınızı sarıya boyayıp pembe kazağınızı giymişseniz hiç şansınız yok. adisiniz, pissiniz. tacizciyi siz kışkırtmışsınız.
yüzünüz asık olursa iğrenilen kişisiniz, güleç yüzlü iseniz herkese yüz veren basit kişi.
sonuçta kişide bir değişiklik yoksa bile insanlar tuhaf bir şekilde düşüncelerini değiştiriyor.
kızın yaptığı ise ellerini tişörtüne kurulamak. o sırada tacizciye yeşil ışık yakmış ve tacizi haketmiş. birinci, ikinci ve üçüncü gözden olay böyle.
toplumun psikolojik tedaviyi toptan kabul etmesi ve canlı yayında terapiye başlanması taraftarıyım.
Dilimize türban konusundaki endişelerle giren kavram.
bu kavram önceleri türban takanların takmayanlara zamanla baskı yapacağı endişesi duyanlar tarafından teleffuz edilmeye başlandı. fakat şimdi işin boku çıkartıldı ve bu kavram başka amaçlar için de kullanılıyor.
vatan gazesindeki "Mahalle baskısı ile 17 bin noktada içki satışı bitti" manşeti ile verilen haberin girişi aşağıda;
"SON 4 yılda bira satış noktası sayısının 17 bin adet azaldığını açıklayan Efes Pilsen Genel Müdürü Tuğrul Ağırbaş, nedenleri şöyle sıraladı:
Satış noktaları ruhsat almakta, ruhsat yenilemekte zorlanıyor. Bira satış noktası açmaya niyetli olan insanlar kiralık yer bulamıyor, bira satmak isteyenler mahalle baskısı& yaşıyor."
Birliğine girmeye çalıştığımız avrupa ülkelerinde meskenlerin olduğu yerde, yani mahalle arasında bar açılamaz. eğlence yerlerinin açılacağı yerler kanunla belirlenmiştir. Ailelerin yaşadığı mahallelerde bar açamak sadece bize özgü. bu tür yerler sadece bizde ruhasat alabilir.
Ankara'da bülten sokakta oturuyorum. Yakın civarımızda hiç yoksa 10 tane bar var var. ilginçtir bu mıntıkada oturan aile sayısı çok fazla. Bu barlardan hepimiz şikayetçiyiz. Gürültüleri, patırtıları ve kavgaları bitmiyor. Evlerimizde huzurumuz yok. Bu mu mahalle baskısı? dağdaki gelmiş mahalleliye baskı yapmış anlaşılan. şayet ortada bir baskı varsa böyledir mutlaka.
bizim birahanecilere sözümüz geçmez. sıradan mahalle halkı onlara nasıl baskı yapar ki? bizim bu konularda polise yaptığımız şikayetler bile dikkate alınmıyor. Kapısında fedailer bekleyen bu barlara ne baskısı yapıyormuşuz allah aşkına.
eğer sayın Tuğrul Ağırbaş devletten ya da hükümetten ötürü bir sıkıntı içinde olduğunu söylemek istiyorsa adını yanlış koymuş. onun adı mahalle baskısı değil, devlet baskısıdır. ama böyle olduğunu hiç tahmin etmiyorum açıkçası.
çünkü devlet de onlardan yana. çünkü onlardan ötürü çektiğimiz sıkıntıları hiç bir devlet kurumuna anlatamıyoruz. hele hele polise hiç dert anlatamıyoruz. sorarım size, bir okulun tam karşısında birahane açılabiliyorsa ve burası yıllardır çalışıyorsa burada devlet tarafından bir kayırılma olduğu aşikar değil midir? bu alkol patronları hükümet tarafından bile böylesine kollandıktan sonra mahalle baskısından söz etmeye hakları var mı?
ruhumuza, gözümüze, kulağımıza, mantığımıza tanıdık gelmeyene gösterdiğimiz tavırdır. örf adet kısmına gelmiyorum bile... bu baskı en çok dini inanç yada inançsızlıktan besler kendini. bir arada yaşamayı halen beceremediğimizin en büyük göstergesi. alışkanlıklarımıza, saçma sapan yaftalara, etiketlere, bilinçli bilinçsiz fetva vermeye öyle bayılıyoruz, öyle düşkünüz ki aksi durumda yadırgıyoruz tepki veriyoruz. kapılarımız öyle kapalıki bizden olmayana, bizim gibi düşünmeyip yaşamayana... türbanlı türbansıza, türbansız türbanlıya, alkol kullanan kullanmayana vs,inanan inanmayana... örnekleri okadar çokki. bunların herbirisi her birey için çok rahatsız edici haksız bir durum...zannımca bununla bu denli baş etmeye çalışan başka da bi memleket yok. bizden geçti geçiyor nediyelim yeni nesillerin, baskının her çeşidinin olduğu, böyle bir toplumda büyümemesi, düşüncelerini fikirlerini en rahat savunabilicekleri, en tatlı şekilde tartışabilicekleri, inandıkları şeyi en özgür biçimde yaşıyabilicekleri bir topluma doğmaları en büyük temenni...
muhafazakarlığın ortam içinde her düşünceyi tektipleştirmeyi tetiklemesinden kaynaklanır. mahalle baskısından bahsedeceksek önce, toplumsal hoşgörüsüzlüğe ve geleneksel yapıyla- modernize toplum dokusunun uyuşmadığı anlara gitmemiz gerekiyor. bu sosyo kültürel çatışma hali daha ziyade toplumumuzdaki kutuplaşma derinliğinden nemalanıyor. dindar- cumhuriyetci çekişmesi sıkça görüldüğü üzere 80 sonrası hortlayan akabinde keskinleşen etnik temelli ayrılıklar ve hızına/ ilerleyişine tanık olduğumuz ötekileştirme arzusu üzerinde derin düşüncelere sevk ediyor. muhafazakarlık, kısır döngü sunum tarzıyla günceli/ dünya konjonkturundaki değişimi yakalamaktan çok uzak bir öngörü şeklini belirginleştiriyor. aslında muhafazakarlığın en mühim sıkıntısı, bireysel özgürlükleri kısıtlanmasında yatıyor. iyi insan ama eşcinsel denilirken tanık olduğumuz ama bağlacı kökten malum ötekileştirmenin tarafı konumuna sokuyor insanlığı.
ülke penceresinden bakarsak, benim önemle bahsettiğim kutuplaşmanın mahalle baskısına ön ayak olduğunu açımlayabiliriz. konya'yı muhafazakar bilir ülkem sakinleri. lakin izmir'de kendi içinde muhafazakardır. sadece roller değişmiştir. deniz kıyısı rahatlığının az çok insana yansıması bu rol değişikliğini ört bas edemez. demokrasinin tam manasıyla oturmaması asıl sorun olarak dimdik karşımızda durmakta. ülkemde kutuplaşmanın tarafı olursan, mahalle baskısını görmezden gelebilirsin. bayanın örtünmesi için yapılan dayatı kültürüne cevap otobüse türbanlıyı almamak şeklinde olmamalı. olursa mahalle baskısını çoğunluk azınlığa istediği ölçüde dayatır. muhafazakarlaşma dayatıdır. özgürlüklerin, insanı insan yapan temel dinamiklerin rafa kaldırılıp konunun insan odağından çıkartılarak koruyucu/ statik kalıplara sokulmasıdır. çağın ruhunu okuyamamaktır aynı zamanda.
çoğunluğun azınlığa hükmü zaman içinde kendine has diktatörler yaratacaktır. bu da insanı bağımsız yaşama ruhuna döndürür. sosyallikten uzaklama ortaya çıkar bunun akabinde. bu toplumsal kopuş, sadece bireysel düşünmeyle tehlikeli bir hal alır ve ötekileri yaratmaya kasarsın kendince.
mahalle baskısı empati kavramını anlayamamaktan besleniyor. şu karşı tarafın yerine kendini koyabilme söz konusu olsa, bu eşik bu denli daraltmayacak insanı. en mühim eksikliğimize dair tekrardan;
(bkz: empati yoksunluğu)
bir örnek;
--spoiler--
AKP döneminde yaşanan mahalle baskılarına, iktidar baskısının da eklenmesiyle gerçekleşen olaylara bir örnek de izmit’te yaşandı.
Bakın; Thenes adlı şarapevinin işletmecisi Yusuf Ziya Tom, yazdığı mektupta neler söylüyor:
“Merhaba,
Bendeniz izmit'te 2002 yılından beri Thenes adlı Şarapevi'ni işletmekteyim. 2 yıl önce şehir merkezinde bulunan tarihi metruk bir binayı restore ederek mekanımızı buraya taşıdık.
Maksadımız hem tarihi bir binayı yaşatmak hem de şarapevi konseptine daha uygun nezih bir ortam sağlamaktı. Yeni mekanımıza geçtikten sonra turistik işletme belgesi almak için gerekli evraklar ile Turizm Bakanlı'ğına başvuruda bulunduk.
Restorasyon sürecinde yerel yönetimden sözel destek aldık. Tüm yöneticiler, eski bir binayı yaşatma çabamızdan dolayı bizi takdir ederek, memnuniyetlerini bildirdiler. Fakat işletmeye başladıktan sonra çeşitli ve akıl almaz sebepler ile cezai müyeyyideler uygulamaya başladılar.
Bu akıl almaz cezalara birkaç örnek vermek isterim:
-işletmemizde canlı müzik yapılan geceler dışında müzik bilgisayar üzerinde radyo yayınları ile (Last FM) yapılmakta. Bu radyoya abonelik ödüyor olmamıza rağmen belediye radyo kullanarak gerçekleştirdiğimiz müzik yayını için bizden müzik çalma ruhsatı talep etti. itiraz ettik, ceza iptal edildi.
-Mekanımızda dekor amaçlı kullandığımız boş meşe şarap fıçıları için mekanda şarap üretimi yaptığımız gerekçe gösterilerek sanattan men cezası kesildi. itiraz ettik, davayı kazandık, danıştaya itiraz ettiler.
-Mekanımızın dış kapısı kapalı tutulmakta ve müşteriler rezervasyon ile alınmakta. Belediye ve mülki amir kapının kapatılmaması gerektiği yönünde tutanak tutarak ceza yazdı. itiraz ettik, ceza iptal edildi.
-Kapı önüne koyduğumuz şemsiye, çiçek ve ağaçlar için ceza yazıldı. Ki bunlar belediye başkanı Nevzat Doğan'ın tavsiyesi üzerine binayı ve çevresini güzelleştirmek adına temin edildi. Teminden birkaç gün sonra aynı amire bağlı zabıtalarca ceza yazıldı.
-Ailesi ile mekanımıza gelmiş yemek yiyen 18 yaşından küçük bir kız çocuğu sebebi ile ceza yazıldı. itiraz ettik, mahkemelik...
-işyerimizin bulunduğu caddede park yasağı olmasına rağmen, araba park etmesin diye mekan önüne koyduğumuz ağaçlar yüzünden ceza yedik, park eden araçlara ise şimdiye kadar ceza yazıldığını görmedik.
Son 1 yıldır bu ve bunun gibi sonucu hep lehimize sonuçlanan itiraz davaları ile uğraşmaktayız. işletmemizi yaşatmak adına harcamamız gereken zamanı sürekli avukatlar ve davalar ile heba etmekteyiz. Bu süreç sonunda maddi ve manevi olarak ne kadar yıprandığımızı takdir edersiniz. Ve nihayetinde mekanımız geçtiğimiz ay mühürlendi. Yerel basının desteğiyle de tekrar açıldı.
izmit'te ailece gidilebilecek en nezih ortam olarak gösterilen mekanımız için uygulanan bu baskı sonucu bizim değil şehrimizin ve izmit'lilerin kaybettiğini düşünmekteyiz. Dünden bugüne AKP iktidarı döneminde izmit ilinin sosyal anlamda ne kadar gerilediğini görmek gerçekten acı verici. Yerel basınımızın bu konuda bize gösterdiği destek bir nebzede olsa halen şehrimiz için umut taşımamıza vesile olsa da kendimiz adına umudumuz ve gücümüz tükenmiş durumda.
Yaşadığımız bu süreci sizlerle ve kamuoyu ile paylaşmak istedik.
günümüzde cehapelilerin yaptığı baskı türüdür. nereye gitsen kiminle konuşsan ak parti ye oy verme gibi bir ihtimalin bile mallık aptallık olduğunu söyleyen yaratıkların partisi olduğundan kanıtlanmış gerçektir.
siz hiç sahura kalktıgınızda komşularınızın mutfak ışığının yanıp yanmadığını kontrol ettiniz mi ya da böyle bir sey hiç aklınıza gelirmiydi?
büyük çoğunluğunuzun hayır dediğini duyar gibiyim ama böyle bir şey gerçekten var.
özellikle şehrin kıyılarında ki mahallelerde, hanım kızlarımız gündüz çekirdek çıtlarken akşam parkta sevgilileri ile buluşur.
siz ise iş çıkısında yorgun argın eve gitme derdindeyken kapının önüne oturmuş, en az 10 ar kişilik gruplarla üstünüzü başınızı süzen, giydiklerinizi eleştiren kadınlar olur, bu kadınlar sayesinde sevgiliniz bir kere bile sizi eve bırakamaz, bırakması için yüzük olmalı muhakkak.
anneniz boşanmış, ya da babanız ölmüşse o zaman vay halinize.
yazın kavurucu sıcağında elbise ya da şort giydiğinizi varsayalım kadınlarının gözü bacaklarınızdan ayrılmaz * ve fısır fısır konuşmalarına şahit olursunuz muhtemelen: "bunun başında babası yok ondan bu böyle tüü" gibi bir cümle kuruyorlardır ki kendi bastırılmış kızlarının yaşadıkları filmelere konu olacak cinsten adrenalinlidir.
sadece bir örnek (bkz: #11701826)
üniversite okumuş olmak, ya da farklı bir şehirde uzun süre kalmış olmak bile onlar için çok iyi bir dedikodu malzemesidir.
aileniz ne kadar karışmasada karışmak istemesede sırf laf ettikleri için "kızım giymeyiver" demesi ya da onu giyeceksen üstüne kapalı bir şey giy demesi sizi deliye döndürür.
Bu sabah yine sıkıntılı çıktım evden sokakta kimse olmasın diye dua ederek sabahı atlattık ama sanırım dönüşte eve ya taksi ile gideceğim ya da o sıkıntıyı çekerek.
Kadın olarak yaşamaktan öte kimsenin kimseyi tanımadığı site içinde yaşamak istiyorum sanırım.
insanların kendi kendilerine hissettikleri ama aslında olmayan baskıdır. saygı gereği yapamadıkları bazı tutum ve davranışları bir baskı yüzünden yapamadıklarını sananların ortaya attığı tanımdır aslında gerçek ismi mahalle saygısıdır.
bir sosyoloğun aslında bilinen tatlı şeker varlığın abartılmasıyla, kapıldım gidiyorum bahtıma efsanesi.
her an yaşadığımız olgudur, toplumsal çeki düzen diyebiliriz. şikayetçi değildik pek. ama işte boncuk hikayesi. birden bire medya tsunamisi, eyvah ne oluyoruz halleri. bu kadar üst belirlenim kabak tadı verir. sanki her davranış çatık bir kaşın neticesi. rajon realitedir ama tv öyle sakilleştirdi, bağlamından kopardı ki, mahallemizin ağır delikanlısı, uçuk mafya oldu birden. bundan çıkar var elbet. vay örttün baskı, vay açtın baskı. bu kaçıncı baskı bilemiyoruz ama, insanın özgür kişiliğinin bu kadar yok sayılması, garip.
bir ortamda geçen konsere gittim diye muhabbet ederken insanların "aa o saatte kız başına nasıl konsere gittin" gibi abuk bir tekpkisi ile karşılaşmak. "kız başıma gitmedim ki arkadaşlarla gittik kızlı erkekli" diye cevap vermek, "o daha fena hem de erkeklerle! ailen nasıl izin veriyor, benim kızım olcak..." tarzı salak saçma bir takım cümlelerle karşılık görmek. bir konsere gitmekten ahlaksızlık gibi bahsedilmesi, suç işlemişim gibi benim utanmamdır, söylediğime pişman olmamdır mahalle baskısı. sen kızını kapat eve, ne sinema görsün, ne konser, yaşamasın da, belki sen de yaşamıyorsundur hayatı ve yaşayabilenlere kızgınlığın ondandır, zihniyet fakirleri sizi.