188 Dk Boyunca izlediğim ama ilk 20 dk yi saymazsak ve aralarda ki kısa kesimleri saymazsak sıkıntıdan beni öldüren filmdir. imdb puanı 8 olsa da vasatı geçmez. fakat ilginçtir ki herkes bu filmi beğenmiş belki de bende bir sorun vardır.
usta yönetmen paul thomas anderson'ın 1999 yılında çektiği göz nuru. neye dayanarak böyle dedim. çünkü kendisi bu film için şöyle demiş;
- içimde öyle bir his var ki ; ilerleyen yıllarda belki çok iyi, belki çöp filmler çekeceğim, ama öyle ya da böyle 'magnolia' benim çekip çekebileceğim en iyi film olacak.
burda "belki çöp filmler çekeceğim" ifadesinin bir paul thomas anderson hayranı olarak kesinlikle mümkün olmadığına inanıyorum. büyük tevazu göstermiş.
filme gelince; konusu en kısa tabiriyle "birbiriyle bağlantılı hayatların hikayesi" olarak söylendiğinde akıllara direkt alejandro gonzalez inarritu filmlerini getirse de, alayını üst üste koyup öpecek teknik kaliteye ve ustalığa sahiptir. gerçi inarritu filmlerinin hepsini üst üste koyma zahmetine katlanmaya gerek yok. birini al, kaç filmi varsa o sayıyla çarp. adam aynı filmi çekip duruyor yıllardır. neyse konumuz o değil.
paul thomas anderson'ın bu filminin en büyük ilham kaynağı muhtemelen, en sevdiği yönetmen olan robert altman'ın benzer stile sahip nashville ve short cuts filmleri. nashville'i en sevdiği filmler arasında sayması da bu ihtimali güçlendiriyor.
filmde farklı mekanlar ve olaylar paralel kurgu yöntemiyle birbirine ustalıkla bağlanmış. bu da uzun süresine rağmen müthiş bir akıcılık katmış filme. tabi gelenekselin bu kadar dışına çıkıldığında sevenle sevmeyen arasındaki mesafe uçuruma dönüşüyor. ama tarz sahibi yönetmen olmak da buradan geçiyor. sen çizgini çekersin seven çok sever sevmeyen nefret eder.
en büyük talihsizliklerinden biri 1999 yılı gibi hollywood'un kurtlar sofrası olduğu bir sene çıkması olmuş. fight club, the green mile, american beauty, the matrix, the sixth sense gibi filmlerin olduğu bir ortamda 3 dalda adaylık kazanması bile başarıdan sayılmalı.
paul thomas anderson'ın en uzun ve yorucu filmi fakat genç yaşında böyle bir filmin senaryosunu yazıp çektiği için gidip eli öpülesi bir adamdır.paul thomas anderson sinemasını sevenler için izlenmeye değer,ilk izledikten sonra birkaç kez daha bazı sahnelerini izleyince filmden daha çok zevk alınıyor adeta şarap gibi bir film.
--spoiler--
bundan sonrası sıpoylı tanım olarak üç saat sürdüğünü söylememin nedeni de filmi izlemeden önce bunu bilmiyor oluşum. roman izlenimi veriyor bazı hikayeler aralıklı olarak anlatılır da en sonunda hepsi birleşir. romantik dönemdeyse mesela tüm kahramanların yolu bi salon toplantısında kesişir ya öyle bişey. bu salon toplantısı değil kurbağa yağmuruydu filmde. bir hikayede ters köşe yapılmış birinde ders verilmiş diğeri sadece beklenen hüznü yaratmıştır mesela.
tüm bunları geçtiğimizde her yerde dönen seksen iki rakamı filmin başındaki intihar sahnesindne önce dikkati çekiyor sonrasında havanın yağış oranı polisin mailboxı çocuk yarışması. bu dar filmin başında anlatılan tesadüf konusunda düşündürme sebebi mi anlamadım.
--spoiler--
claudia'nın evindeki televizyonda, babası jimmy gator'ın sunduğu yarışma programı bittiğinde, yazılarda, 'an earl partridge production' yazar. earl partridge, frank t.j. mackey'nin (cruise) babasıdır ve yalancılıkla suçlandığı röportaj esansında frank, babasının bir televizyon yapımcısı olduğunu söyler.