doğrusunu söylemek gerekirse aman allahım dedirtip heyecanla seyredilen bir dizi değildir. konusu ağır ilerler, çoğunluğu dumanaltıdır, kişiler donuktur.
ama işte bir büyüsü var ki bu dizinin, tüm bunlara rağmen mad men saati geldiğinde ekrana kilitlenerek seyredersiniz, ayrıntılarında boğulursunuz, sevişme sahnelerinde yanınızda büyük varsa geçme gereği duymazsınız - madman onlar yapsınlar - ve o yılların new yorkunda yaşayan bir insan gibi kalkarsınız yerinizden dizi bittiğinde.
suyunuzu gırtlağınızı yakmış viski gibi ağır aksak içtikten sonra,
-bugün kahvaltı yapmayacağım, toplantım var, gece de beklemeyin.
-yavrum saat gecenin 12si ne diyosun anlamadım
sigarayı bırakmış birisinin izlememesi gereken dizidir. 1. sezonun ilk 4 bölümünde yaklaşık 50-60 kez sigara içen insan görünüyor, özellikle 1. bölüm duman altıdır adeta.
reklam sektörünün kapitalizmin en acımasız ve dişli çarklarından biri olduğunu 20. yy'da hepimiz gördük. yalanlar üstüne kurulu bir dünya... paranın satın alma gücü, tüm etik değerlerin üzerinde yer alır. öyle vahşi bir dünya ki, bu dünyada satın alınamayacak hiçbir şey yoktur. hiçbir şey! dünyanın en büyük ajans patronlarından birinin hayatı da buna dahil...
insanlığınızı kaybederseniz, her şeyi kaybedersiniz.
1. sezon 6. bölümün sonu fena koyar... pubda ian diye biri bir şarkı söylemeye başlar. zion (siyon) isimli bir şarkıdır. şarkı bana bilindik bi melodi gibi geldi. daha önce bi yerlerde dinlediğime eminim. her neyse... şarkı çalmaya başlayınca, dizi karakterlerinden bazılarını görürüz. ifadesiz suretlerdir bunlar... o hüzünlü melodi eşliğinde biraz daha dikkatli baktığımızda, bize gösterilen karakterlerin hiçbirinin mutlu olmadığı dikkatimizi çeker..
herkese önermek isteyipte sadece kalitesini anlayacağını düşündüğünüz bir kaç arkadaşınıza sessiz sedasız önerilen dizi. sanki kütüphanede araştırma yaparken bulunmuş eşsiz bir eser gibi. önce ben bir okuyum sonra yerine koyar öyle bahsederim insanlara diyorsun. kötü alışkanlıkları yok mu var. sigaranın azaltılmasına dair düşüncelerine odaklı "peki ya mad men izlerken?" diyorsun kendi kendinei böyle de illet bir şey.
don draper dan bahsetmek bence yersiz. bu ses, fizik ve bakışlarla bu adam karakterden daha öte, bir de bunu canlandıran var hani.
(bkz: john hamm)
bir de e2 reklamlarını gördüğünüzde iştahınız kabarıyor. arkadaki müzikler mi dersin, şehvetli sahneler mi bilemedim. ama çok kalite bir yapım kısacası.
--spoiler--
her kadın erkeğini dudaklarıyla damgalamak ister.
--spoiler--
makyoz ve sanat yonetmeninin cok basarili oldugu 60larin New york'unu cok iyi isleyen, bir dizideki tematik ve sanat unsurlarini senaryonun verdigi heyecandan daha cok onemseyen insanlar icin oldukca ilgi cekici bir amc yapimi.
oyunculuk yok mudur? elbet vardir; o draper'in otokratik havasi, esindeki o derin ihtiras, dikkatlice bakildiginda her karakterde ayri bir kesif yapmak mumkundur.
bir kadın sevilmeye bu kadar mı ihtiyaç duyar.. bir adam eşini yanlız bırakmaya bu kadar mı heveslidir..
salvator'un don'a yakalandığı o sır dolu otel gecesini ağır ödedi, haketmeyerek.
madmen'in cinsellik yorumu asıl şimdi başlıyor.
bekleyeceğiz ve de göreceğiz...
devran dönmeye başlıyor yavaş yavaş. muhafazakar ev hanımlarıda bir öpücüklede olsa intikam çanlarını çalıyor. erkek yine kendini ispat çabasında... kadın kafasını kaldırsada boyun eğmeye devam ediyor.
kocaman bir mutsuzluk daha.
cnbc-e'de yayınlanan ilk sezonunu elimde olmayan sebepler nedeniyle kaçırdıktan sonra imdadıma hızır gibi yetişen e-2 sayesinde hem de ara vermeden ilk iki sezonunu seyrederken, amerikan dizi ve sinema sektörünün neden dünyanın bir numarası olduğunu bana tekrar hatırlatan ve şu an 3. sezonunu seyrettiğim eşsiz dizidir...
bir dizi projesi bu kadar mı ciddiye alınır be allahsız yapımcılar... her bölüm başlı başına bir başucu eseri, bir şaheser adeta. sadece *donald draper ı bulup, bu role uygun gören cast ekibine saygıda kusur etmemek için bile izlenebilir mad men...
inanılmaz müzikler, bizleri 1960'ların amerikasına götüren kostümler, bir tane karakteri bile yanlış seçmeyerek adeta şov yapan cast ekibi, müthiş yazılan senaryolar, insan üstü oyunculuklar, diyaloglar ve yarattığı muazzam atmosfer...
60'lı yıların amerikan kadınının ne kadar histerik ruh sahibi olduğunu bizlere göstermiştir 3.sezondan beri. dizideki kadınları izlerkren depresyona girip geriliyorum açıkcası.
erkek gücünün, kadın üzeirndeki etkisine, emretme duygusuna hız kesmeden devam ettiği, kadınınsa yetinerek beklediğini bir fotoğraf karesi misali geçiren dizi.
bu haftada harika idi. bets'in gene' e olan bağlılığı, hastanede don için söyledikleri, jon'un mükemelle giden herşeyinin içindeki mutsuzluk, ingiliz hakimiyeti, peggy..
süperdi.