mal insandır. maaşın yarısı kitaba yatırılır mı hadi yatırdın diyelim hepsini nasıl okuyacaksın. al 3,4 tane okudukça alırsın, parasınada yazık insanıdır.
maaşlar çok olmadığından çok da abartılı olmayan harcamadır.
başka bir yaklaşımla ya kitaplar çok pahalı ya maaşlar komik. keşke birinden diğeri iyi olsaydı. kötü olan ikisinin de kötü olması. hani biri iyi olsa avuntu falan çıkardı. en azından edepsizin teki çıkıp " ekmek bulmaz yemeye atla gider sı..... demezdi.
evdeki en değerli eşyaları kitaplar olan insandır.
hele de başka bir eve taşınacaksa kitap kolilerinin haddi hesabı olmamasına yol açabilecek insandır.
işin kötüsü kitapları kolileme işini de kimseye bırakmaz bu kişi.
kendi koliler, kendi taşır.
sonra kendi düzer raflara.
harçlığının yarısını kitaba yatıran insanın yetişkin halidir sanırım.
matbaadan yeni çıkmış kitap almak şöyle dursun sahaflardan - hem alışkanlık hem de eski kitap merakı var allahtan- alışveriş etmeme rağmen ciddi bir harcamaya sebep olmaktadır.
neyse ki destekleyici anne babayla üstesinden gelinebilir.*
ihtiyaç duyulan insan tipidir; keza ülkemizde kişi başına düşen kitap okuma istatistiğinin[ne kadar da kurgusal olsa da] saniyeler ile ölçülmektedir. ülkemizde[her ne kadar korsan resmi anlamda kayıtlara geçmese de]kitap okumak "popüler olan"ı gerçekleştirmek olarak algılanmaktadır. lakin genellikle popüler olan kitaplar saman alevi gibidirler; klasiklerin aura[Benjamin'in deyimiyle]'sını yansıtamazlar; hatta çok satmaları bile çok fazla anlam ifade etmez, keza Tolstoy'un modası geçmiş estetik ölçütlerine göre bir kitabın değeri ulaştığı kitle ile doğrudan bağlantılıydı; lakin yalapşap olmuş üç kuruşluk aşk romanlarını da romandan sayıp kitap okuma ediminin içersine almak "kitap okumak" edimine yapılacak hakarettir. [evet efendim! elini alındaki da vinci'nin şifresi ile gezen entellektüelist karakter sözüm sana!]
Lakin madalyonun öteki yüzü var; kitap okumak insana büyük bir fayda sağladığı gibi asosyallik ve kişinin fazlalıkla bireyselleşmesi sonuçlarını doğurur. bunu dengelemek gerçekten zordur; fazla okumanın bireyselleşme ve yalnız kalma gibi getirileri vardır. sorun şu ki bizim insanımız yalnız kalmayı bilmez çünkü; kitap okumak için yalnız kalmak gereklidir ve bunun alışkanlık ve obsesif bir tarza dönüşmesi ise muhtemeldir. [alışkanlık olumluluğu çağrıştırır, obsesif tarz ise aşırılığı, beraberinde 4-5 kitabı yarım bırakıp bir arada okumak gibi absürd bir eylemi de doğurur..]
bu nedenle kitap okuyan ile kitap arasında sado-mazoşist bir ilişki sözkonusudur. bu ağır kitapların okunması sürecinde eziyete dönüşür; ama aynı zamanda zevk de verir; Beckett'in ifade ettiği gibi "Köpeği kendi kusmuğuna bağlayan safradır alışkanlık". kitap okumak ile sosyalliği dengelememe sorunsalındaki iki ucu boklu bir değnektir.
Ama herşeye rağmen kitap okumaktan duyulan-sonuç her ne kadar da aristokratik bir yalnızlık ve elitist bir kitap seçmeciliğine dönse de-dünyanın hiç bir zevki ile ölçülemez; lakin insanlara olağan bir aktivite gibi gelir; boş zaman her zaman içi boşalmış bir zaman olarak kabullenilir[kitap okuma ciddiye alınmaz çünkü], insanlar genel analmda ülkemizde sadece okulda okudukları için "okumak" fili hem isim hem de fiil anlamında aynı gerçekliğin göstergesini temsil eder. fakat en motive olunması gereken zamandır kutsal kitap okuma saatleri; insan zevk aldığı şeylere göre cennetini kurar ve eğer cenneti bu dünyada arıyorsanız cehennemliksiniz demektir!
[günahkarım tanrım çünkü kitap okuyorum..!]
peki dünyanın en güzel kitapları ve en sağlam eserleri ile dolu bir kütüphanelerden oluşan bir cennet düşleyebilir misiniz?
biz geç kaldık galiba Jorge Luis Borges bunu daha önce düşlemişti...
["yavaş yavaş talihin cilvesinin farkına vardım. cenneti her zaman bir kitaplık olarak düşlenmmiştim. oysa herkes cenneti bir bahçe ya da bir saray olarak düşünür. artık oradaydım, çeşitli dillerden dokuz yüz bin kitabın tam ortasındayım neredeyse, kitapların kapaklarını ve sırtlarını bile doğru dürüst göremiyordum. Oturdum, "armağanlar şiiri'ni yazdım. şöyle başlıyordu;
"kimse yaknıp yerindiğimi sanmasın
tanrının bu lütfundan
bana ilahi bir şaka yaptı
kitabı ve körlüğü aynı anda bağışladı"[Jorge Luis Borges, yedi gece, Körlük çev:Celal Üstler iletişim Ysy.)
not:yazarlığının yanında aynı zamanda muhteşem de bir okur olan Jorge luis borges dünyanın en büyük kütüphanelerinden birinin müdürü olduğu zaman kaderin bir cilvesidir ki görme yetisinin tamamen yitirmiştir.
ülkenin geleceğine yatırım yapan insandır.
bu insan ülkesine fayda sağlar, bu insan faydalı işlere imza atar bu insan vatana millete faydalı çocuklar yetiştirir.
helal olsundur.
kitap okumaktan başka yapacak işi olmadığı için sorun çıkartmayacak durum.
kişinin maaşının yarısının 500 lira olduğunu baz alalım. daha azı kurtarmaz. tanesi on liradan hesap etsek, 50 adet kitap eder. 50 kitabı bir aydaki gün sayısına bölelim.
50:30=1.6
bu da demektir ki günde en az bir buçuk kitap okuması gerekir. tanesi on liradan alınmış kitap da çok ince bir kitap olmayacağı için her kim olursa olsun zorlanacaktır. her durum ve şartta bunu gerçekleştirebilecek birini bile tahayyül ediyorsak bile bu kişinin, başka boş vakti kalmayacağı aşikardır. fiziksel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanacaktır.
geriye kalan 500 lirasını kira, yemek, sigara**gibi ihtiyaçlarına ayırırsa ortada sorun yoktur. zaten vakti olmaması sebebiyle sosyal hayatın yokluğunu dile getirmiştik.
velhasıl bu kişi tek başına yaşayan ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin olmadığı bir insansa ortada hiç bir sakınca yoktur. zaten bakması gereken kişiler varsa, kitaba bu kadar para vermesi baştan yanlıştır.bencillik yapmış olur.
bir de işin 1000 liradan az maaş alanlar açısından incelemesi var. işte o kişiler için gerçekten çok zordur durum.
devlet kütüphanesi müdürünün kızına talip okurdur. şaka bir yana, devlet nişanı verilmesi gereken yüceler yücesi insandır. her şeyden önce ne okuyacağını bilir, devamlı okur, okuduğunu çevresindeki insanlarla paylaşır. bu ülkede ''okumak'' eyleminin içinde olan herkesin dert ortağıdır...
çok kazanmak ile alakası yoktur, çok sevmekle paraleldir kazandığının yarısını kitaba yatırmak. okumayı ve öğrenmeyi sevmek ya bunun adı. şöyle ki herkesin bir harcama kalemi vardır. kimisi arabasına, kimisi sevgilisine, kimisi köpeğine, kimisi akrabasına harcar parasının bir kısmını. ve bununla övünür durur kişioğlu: ''bak benim arabam, bak benim köpeğim, bak benim sevgilim, bak benim evim...'' diye. belki de sadece övünmek ve başkalarını kıskanmak için varlar.
''asgari ücrete çalışıyorum'' demek insanın nasıl zoruna gidiyorsa, '' maaşımın yarısını kitaba yatırıyorum'' demek okadar gurur verici.
ve en güzeli, sana sunulan asgariyette yaşamamak, harcamamak, statüsüyle bilgisinin bir olduğunu sanan pişkin insanları bu birikimle göt etmek...