israil'den kaçan filistinlilerin o döneme değin ortadoğu'nun en müreffeh ülkesi olan lübnan'ın demografik yapısını değiştirmesi neticesinde başlayan ve bir mezhep-din-milliyet çatışmasına dönüşen ve 1975-1990 yılları arasında yaşanan bir iç savaştır.
bu iç savaşı derinlemesine incelendiğinde ortadoğu'daki kaosun şifreleri kolaylıkla çözülebilir.
tabi buna muktedir bir devlet kurumumuz varsa, lübnan iç savaşından dersler çıkarıp suriyeli mültecilere ona göre önlemler alabilir.
israil-filistin savaşından kaçan binlerce filistinlinin lübnan'a mülteci olarak yerleşip silahlanmalarıyla birlikte fitili ateşlenen, kimin kimle savaştığı tam olarak idrak edilemeyen, tarafların en az bir kez karşılıklı olarak savaşıp bir kez de aynı safta mücadele ettikleri, sonucunda ortadoğu'nun paris'i beyrutun harabeye dönüp 200.000 civarında insanın hayatını kaybedip bir milyondan fazla insanın ülkeyi terk ettiği, her savaşta olduğu gibi kazananın olmadığı iç savaş.
Lübnan iç Savaşı yalnızca Ortadoğu tarihinin değil, dünya tarihinin de en karmaşık olaylarından biridir. Bu yalnızca iç savaşın kökenlerinin modern Lübnanın toplumsal formasyonuna damgasını vuran 19. yüzyıldaki iç çatışmalarda yatıyor oluşundan dolayı böyle değildir. Meselenin karmaşıklığının esas nedeni on yedi yıllık iç savaşın her anında var olan ittifakların bozulup yenilerinin kurulmasına imkan verecek türden bir siyasal ortamın varlığında ve bu ortamı dolaysız biçimde etkileyen uluslararası konjonktürde aranmalıdır.
Bu yazı dahilinde tarihsel arkaplanı oluşturan Osmanlı hakimiyeti, Mısır işgali (1840), 1860 yılında Dürzilerin, Maruni Hıristiyanların ve Grek Ortodoksların arasında meydana gelen iç çatışmalar ve bu çatışmaların ardından uluslararası güçlerin gözetiminde kurulan mutasarrıflık idaresi üzerinde ayrıntılı biçimde durma şansımız bulunmuyor.
I. Dünya Savaşının ardından, 1 Eylül 1920de Lübnanda Fransız egemenliği altında bir yapının oluşturulduğunu, 21 Eylül 1943te ise Lübnanın bağımsız bir devlet haline geldiğini kaydetmek gerekiyor. Modern Lübnanın siyasal sistemini belirleyen en önemli faktör tarihsel geçmişten devralınmış olan ikrarcı sistemin, yani dini mezheplerin kendi nüfuslarına göre oransal olarak temsil edildikleri[1] bir yönetim sisteminin geçerliliğini koruması olmuştur. 1943 yılında kabul edilen Ulusal Pakt tarafından aynen onaylanan bu sistem geçmişten gelen bağları kutsal kabul eden ve daha temelde, geçmişten gelen dinsel duyguları besleyen ve bunların gelişmesini teşvik eden[2] siyasal yapının devamlılığını güvence altına alıyordu. Siyasi oluşum ve ittifakları Hıristiyan-Müslüman dini karşıtlığının veya mezhepsel çatışmaların içine hapsetmek mümkün değilse de,[3] dinsel ve mezhepçi yapılanmanın daha sonraki politik gelişmeler üzerinde doğrudan etkisi bulunduğunu teslim etmek gerekir.
Filistin etkisi
Lübnan iç Savaşının patlak vermesinin esas sebebi 1948 yılında kurulan israil devletinin sömürgeciliğine karşı verilen anti-sömürgeci direnişin 1960ların sonunda El-Fetihin liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü tarafından yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesiydi. Bugün de nüfusunun yüzde yetmişini Filistinli mültecilerin oluşturduğu Ürdünden 1970 Eylülünde kanlı bir saldırıyla atılan FKÖnün geriye kalan en güçlü kalesi Lübnandı. Bu örgüt Lübnandaki siyasal ortamın istikrarsızlığından da yararlanarak bu ülkede oldukça güçlü bir yapılanma kurmuştu. Kurduğu kamplarda binlerce gerilla eğitiliyor, israile karşı mücadele buradan yönlendiriliyordu. Bunun da ötesinde, Filistin hareketi tıpkı Ürdünde olduğu gibi Lübnanda da iç siyasetin bir aktörü haline gelmeye başlıyordu. B.J.Odeh, iç savaşın patlamasının ardındaki esas nedenin bu olduğunu ileri sürer: FKÖye vurulacak yer olarak Lübnanın belirlenmesi mantığa uygundu. Filistinlilerin en güçlü oldukları ve silahlı olarak ortaya çıktıkları yer Lübnandı. Batı Şeria ve Gazze gibi diğer bölgeler israilin işgali ve baskısı altındaydı ve Ürdün Kralı Hüseyin Kara Eylül katliamıyla FKÖyü etkin biçimde sindirmişti. Lübnanda emperyalizmin FKÖye darbe indirmesini kolaylaştıracak ve Arap dünyasındaki devrimci hareketi zayıflatmasını sağlayacak diğer uygun şartlar şunlardı: 1) Lübnandaki sağ kanat vurulacak darbenin sonuca ulaştırılması için önemli bir araç olarak kullanılabilecekti. 2) israil özellikle Lübnanın güneyinde Filistinlilere karşı giriştiği saldırıları şiddetlendirmek suretiyle harekata yardımcı olabilecekti. 3) israil sağ kanat güçleri eğitmek, yol göstermek ve silahlandırmak suretiyle yardımcı olabilecekti. 4) Filistinlilerin yanı sıra LUHne (Lübnan Ulusal Hareketi) de vurulabilecekti.[4]
iki cephe
1975 yılında patlayan iç savaş her ne kadar bir Müslüman-Hıristiyan savaşı olarak sunulmuşsa da, çatışmanın taraflarına bakıldığında meselenin çok daha karmaşık olduğu görülebilir. iç savaşın başlangıcında iki ana cephenin oluşmuş olduğu görülebilir. Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu ülkede Maruni mezhebinden Hıristiyanları kayıran ikrarcı sistemin devamından yana olan, ülkedeki Filistin varlığından rahatsızlık duyan ve israille iyi ilişkiler geliştirmeyi savunan politik güçler Lübnanlılar Cephesini oluşturuyorlardı. Özellikle Cemayel, Şemun ve Fıranciye ailelerinin etrafında örgütlenen silahlı gruplar bu cephenin unsurlarıydı. Cemayelin lideri olduğu Lübnan Ketaib Partisi (Falanjistler) ve Şemunun Hür Milliyetçiler Partisi bu cephenin en önde gelen örgütleriydi. Karşı cephede ise Dürzi mezhebine mensup ünlü Cumblat ailesinden Kemal Cumblatın liderliğini yaptığı, Arap milliyetçiliğiyle sosyal demokrasiyi kaynaştırmaya çalışan Sosyalist ilerici Partinin, Lübnan Komünist Partisinin, Komünist Eylem Örgütünün, Arap Sosyalist Eylem Partisinin, Bağımsız Nasırcı Hareketin, Arap Baas Sosyalist Partisinin içinde yer aldığı, pek çok başka grubu da kapsayan Lübnan Ulusal Hareketi vardı. Bu cephe fiiliyatta Filistin Hareketi ile birlikte hareket ediyor ve ikrarcı sistemin Müslümanlar lehine düzeltilerek devam ettirilmesinden yana olan güçleri de barındırmasına rağmen en başında bu sistemin tamamen ortadan kaldırılmasını savunuyordu. iç savaşın hemen öncesinde Lübnandaki politik saflaşma ana hatlarıyla böyleydi.
Savaşın başlangıcına yol açan olay, 13 Nisan 1975 günü Beyrutta meydana geldi. Falanjist lider Cemayelin bir dini tören için bulunduğu kilisenin önünden araçlarıyla geçen Filistinli militanların Falanjist milislerce durdurulmasıyla başlayan tartışma bir anda büyüdü. Falanjistlerin kilisenin önünden geçmelerini engellemeye çalıştığı Filistinliler bunu kabul etmeyince çatışma patladı. Filistinli şoför ile 3 Falanjist öldü. Aynı gün yine aynı kilisenin önünde meydana gelen bir başka olayda ise 14 Filistinli öldürüldü. Bu iki olayın ertesinde fanatik Hıristiyan grupların desteklediği Falanjistlerle Filistinliler arasında çatışmalar hız kazandı.
Suriye işgali
Tüm bunlar olurken, Lübnanlılar Cephesinin yenilmesini bölgedeki çıkarlarına aykırı bulan ABDnin Dışişleri Bakanı Henry Kissenger, Suriye devlet başkanı Hafız Esada olaylara müdahale ederek Filistinlileri durdurmadığı takdirde bu işin israil tarafından tek başına üstlenileceği mesajını verdi. Bugün ABD tarafından Lübnanı işgal etmiş olmakla suçlanan Suriyenin Lübnana girmesi işte ABDnin bu telkinleriyle (tehditleri de denebilir) oldu.[5] Daha sonraki süreçte Suriye ile bazı konularda anlaşamasa bile, ABD Suriyenin Lübnandaki askeri varlığına dönem boyunca karşı çıkmadı. Suriyenin Lübnana girerek sürece doğrudan müdahil olduğu 1975 Haziranından sonraki en önemli gelişme Ağustos ayında israilin desteklediği Falanjistlerin Tel-al-Zataar kampında yaşayan binlerce Filistinli mülteciyi katletmesiydi. 1977 Martında Sosyalist ilerici Partinin lideri Kemal Cumblatın bir suikaste kurban gitmesinin ardından partinin kontrolündeki Dürzi güçleri ile Hıristiyan milisler arasında çatışmalar başladı. 1978 Martında israil güney Lübnandaki FKÖ mevzilerine saldırılar düzenledi. 15 Mart günü bu bölgede 10 kilometre genişliğindeki bir alan israil askerlerince işgal edildi. Bu operasyon sırasında aralarında Lübnanlı ve Filistinli sivillerin de bulunduğu 1500 kişi katledildi. Birleşmiş Milletlerin israile işgale son vermesi çağrısı yaptığı 425 sayılı kararı alması da aynı günlere rastlar. israil Haziran ayında bölgeden çekilirken ardında kendisine vekaleten Filistinlilere karşı savaşı sürdürecek olan Güney Lübnan Ordusunu bıraktı. Gerçekte ise israilin ülkedeki varlığı 2000 yılına değin sona ermedi. israil, bazen kendi başına, bazen de desteklediği milisler aracılığıyla Güney Lübnandaki askeri varlığını devam ettirdi. Bu işgalin akabinde Suriye ile Hıristiyan milislerin arası (elbette israilin kışkırtmasıyla) bozuldu. Beyrutta Suriye askerleriyle Hıristiyan milislerin arasında çatışmalar patlak verdi.
israil işgali
3 Haziran 1982de israilin Britanya büyükelçisi Shlomo Artovun öldürülmesi iç savaşın seyrini etkiledi. 6 Haziran günü Lübnanın işgali başlatıldı. Temmuz ayının ortasına gelindiğinde 100 bin israil askeri Lübnana girmiş durumdaydı. Beyrut israil tarafından kuşatıldı. Aynı günlerde, bölgedeki kontrolünü hızla yitirmekte olan Suriyenin de onayıyla, iranın gönderdiği bin kişilik devrim muhafızı birliği (Pasdaran) Lübnandaki ünlü Bekaa Vadisine yerleşti. Bu güç Suriye yanlısı Şii örgütü Lübnan Direniş Lejyonlarından (Emel örgütü olarak bilinir) kopan Hüseyin Musavinin komutasındaki grupla birleşti. Daha sonra pek çok islamcı grubun da katıldığı bu ittifak çok geçmeden tüm dünyanın tanıyacağı Hizbullah (Allahın Partisi) örgütünü kurdu. Grubun ruhani liderliğini iran yanlısı Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlallah yapıyordu.
Ağustos 1982de ABD elçisi Philip Habible anlaşan Filistin Kurtuluş Örgütü liderliği Beyrutu terk ederek Tunusa yerleşti. 14 Eylül günü Lübnanın Hristiyan devlet başkanı Beşir Cemayel öldürüldü. Yerine kardeşi Amin geçti. Aynı gün Ariel Şaronun komutanlığındaki israil Ordusu Beyruta girdi. 16 Eylül günü ise israilin onay verdiği Falanjistler Sabra ve Şatila mülteci kamplarında yaşayan iki bine yakın sivili katletti. Bu olaydan sonra o dönemde israil güçlerine komuta etmekte olan israilin bugünkü başbakanı Şarona Beyrut Kasabı lakabı takıldı.
17 Mayıs 1983te Lübnan devleti, israil ve ABD arasında imzalanan antlaşmayla israilin geri çekilmesi sağlandı (17 Mayıs Antlaşması). Hizbullahın ABD hedeflerine gerçekleştirdiği saldırılar bu süreçte hız kazandı. 18 Nisan 1983de ABDnin Batı Beyruttaki büyükelçiliğine düzenlenen saldırıda 63 kişi öldü. ABD ve Fransa askerlerinin bulunduğu Çokuluslu Güç karargahına 23 Kasım günü düzenlenen saldırıda 298 asker öldürüldü. 20 Eylül 1984te ABD büyükelçiliği bu kez islami Cihatın hedef oldu ve 8 kişi öldürüldü. Bu saldırılar Hizbullahın yıldızını iyice parlattı.
Eylül 1983te Suriyenin de desteğini alan (bilindiği gibi Suriye daha önce karşı safta yer almıştı) Dürzi milisler hem Hıristiyan Lübnan Kuvvetleri ile hem de Lübnan Ordusu ile çatıştı. Bu çatışmalarda binlerce kişi hayatını kaybetti. 1984 Şubatında iç savaş en önemli sonuçlarından birini verdi: Lübnan Ordusu dağıldı, Müslüman ve Dürzilerin oluşturduğu askeri birlikler muhalefet saflarında savaşan milisler haline geldiler. Suriye ve müttefiklerinin basıncı altında kalan Cemayel hükümeti 17 Mayıs Antlaşmasını bozdu. Aynı ay ABD deniz piyadeleri Lübnanı terk etti. 1984 yılının ilk ayında Batı Beyrut Dürzi ve Şii milislerin denetimine geçti. Aynı günlerde Batı Beyrutun duvarları Ayetullah Humeyninin posterleri ile kaplandı. 1985 yılının ilk aylarında Güney Lübnanda israile karşı FKÖ ve Hizbullahın öncülüğünde saldırılar düzenlendi. israil misilleme olarak Şiilerin yaşadığı köyleri bombaladı.
8 Martta CIAnın yetiştirdiği Lübnan gizli servisi Fadlallahı hedef alan başarısız bir bombalı saldırı düzenledi. Saldırının faturası 80 ölü, 200 yaralıydı.
Sekterliğin gerici sonuçları
Bu noktada durup Lübnan iç Savaşına bütün karmaşıklığını veren ve bu tarihsel dönemin en trajik yönünü oluşturan, gruplar arası çatışmalara kısaca bakmak yararlı olabilir. 1984 yılı Ağustos ayında Trablus kenti daha önce Suriye Silahlı Kuvvetleri ile birlikte davranan Sünni bir grup olan islami Birlik Hareketi ile yine Suriye yanlısı Alevi kökenli (Anadolu Alevilerinin inanç sistemiyle karıştırılmamalı) Arap Demokratik Partisinin silahlı kanadı olan Arap Kızıl Şövalyeleri örgütü arasındaki çatışmalara sahne oldu. Suriye ordusunun müdahalesiyle 22 Ağustos günü sona eren çatışmalarda yüzden fazla kişi hayatını kaybetti.[6]
Esas trajedi daha önce israil işgaline karşı birlikte mücadele eden grupların çatışması sırasında yaşandı. 1985 yılına gelindiğinde Filistin Kurtuluş Örgütü Arafat yanlılarıyla Arafat karşıtı Filistin Ulusal Selamet Cephesi (FUSC) arasında bölünmüş durumdaydı. Bu bölünmenin tetiklediği politik kaos ortamında hem iç savaşın hem de Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi tarihinin en acı tablolarından biri ortaya çıktı. 20 Mayıs 1985te Lübnan ordusunun (Müslüman askerlerden oluşan) 6. Tugayının desteğini alan Emel örgütü, Sabra, Şatila ve Bourj-el-Barajneh mülteci kamplarındaki FKÖ militanlarına karşı saldırıya geçti. Saldırının amacı FKÖyü Lübnandan söküp atmaktı. 18 Haziranda imzalanan ateşkes antlaşması da hiçbir işe yaramadı ve Eylül ayında Emel-FKÖ çatışması tekrar başladı. Cumblatın Sosyalist ilerici Partisi FKÖden yana tutum aldı.[7] Emel örgütünün saldırıları Şubat 1986da bu kez Lübnan Komünist Partisine yöneldi. Merkez komite üyelerinin bir bölümünün kaçırılıp öldürülmesi üzerine partinin direnişi kırıldı.
1986nın sonuna gelindiğinde ise Emelin Filistin mülteci kamplarına uyguladığı gıda ve ilaç ambargosunun yarattığı sıkıntılar dayanılmaz boyutlara ulaştı; ancak bu örgüt uyguladığı ambargodan geri adım atmıyor, kamplardan kaçmaya çalışan kadın ve çocukları bacaklarından vurarak cezalandırıyordu. Şubat 1987de yenecek kedi, köpek gibi hayvanlar tükenince Bourj-el-Barajneh kampı sakinleri dini liderlerinden ölen kamp sakinlerinin cesetlerini yiyebilmek için izin vermesini istediler. Dünya basınına yansıyan haberler arasında açlıktan ölmek üzere olan bir kadının kendisini yakması haberi öne çıkıyordu. 7 Şubat günü Arafat karşıtı Filistinli militanlar bir kamyona doldurdukları gıda ve tıbbi malzemeyle birlikte kampa girmeyi denediler. Tümü Emel milislerinin açtığı ateş sonucu katledildi. insanlık dışı sonuçlar üreten bu korkunç ambargo ancak 13 Şubat gününde Emel ile iran büyükelçiliği arasında varılan antlaşma sonucunda kaldırılabildi.[8] Bu korkunç olay, emperyalistlerin ve Arap gericiliğinin etkisiyle ortaya çıkan gruplar arası mücadelenin vardığı en kötü noktaydı.
Taif Planı ve sonrası
1988 Eylülünde Amin Cemayel devlet başkanlığından çekilerek seçimlere kadar general Michel Aounun başbakanlık görevini yerine getireceğini ilan etti. Aoun 14 Mart 1989da Suriyeye karşı bağımsızlık savaşı başlattığını duyurdu. Suriye karşıtı siyaset izleyen Irak Aounu destekliyordu. Suriye ise Selim el-Hossu Aounun karşısına çıkardı.
30 Eylül 1989da Suudi Arabistanın Taif kentinde toplanan Lübnan Ulusal Meclisi, 22 Ekim günü Taif Planını kabul etti. Buna göre, derhal ateşkes ilan edilecek ve bu ateşkesin işleyişini sağlayacak bir güvenlik komitesi oluşturulacaktı. Plan politik reformların önünü açacak bir anayasa değişikliğini ve meclisin bileşimindeki Hıristiyan-Müslüman dengesizliğinin giderilmesini öngörüyordu. Taif Planı Suriye, ABD ve Sovyetler Birliği tarafından da desteklendi. Suriyenin Lübnandan asker çekmesini içermediği gerekçesiyle plana karşı çıkan Aounun silahlı direnişi Fransaya sığındığı 1990 Ekimine kadar devam etti.
Körfez Krizi ve ABD-Suriye ittifakı
Irakın 2 Ağustos 1990da Kuveyte girmesiyle başlayan Körfez Krizinin yeniden şekillendirdiği politik ortam, 1975-1990 arasında en az 130 bin ölüme, 200 bin yaralıya mal olan Lübnan iç Savaşının[9] kapanış perdesindeki olayları etkiledi. Suriye, ABDnin Iraka karşı oluşturduğu koalisyona katıldı. Bunun karşılığında ABD, Suriyenin elini Lübnanda serbest bıraktı. 22 Mayıs 1991de imzalanan Suriye-Lübnan Kardeşlik, işbirliği ve Eşgüdüm Antlaşması Suriyenin Lübnandaki ağırlığını tescil etti. Öte yandan, Körfez Savaşında Irakı destekleyen Arafatın FKÖsü güney Lübnanda Suriyeyi karşısında buldu. Hizbullah ise güney Lübnan üzerinden israile karşı saldırılar düzenlemeyi sürdürürken Suriyeye karşı açıktan tavır almadı. Sonuçta Suriye ne FKÖyü ne de Hizbullahı silahsızlandırmayı başarabildi. Hizbullah ise gündelik hayatın her alanına nüfuz edebilen siyasi etkinliğiyle Lübnandaki en önemli güçlerden biri olmayı sürdürdü. israilin güney Lübnandaki işgaline 2000 yılı baharında son vererek önemli bir başarıya da imza attı.
adım adım yeniden yaklaşan savaş. lübnan hükümeti istifa etti. hizbullah-israil kapışması patlayacak bomba aramakta. derhal sağlam bir iktidar kurulmalı. aksi takdirde kozmopolit bir yapısı olan ve idaresi karma olan lübnan orta doğu'nun görüp görebileceği en büyük iç savaşa gebe olabilir. bu da israil'e yarar.
Aptal ve cahil çomarlar bilmez. . şii ve hristiyan arapların çoğunluğu oluşturduğu lübnana israelin sürdüğu sünni filistinlilerin her boka karışması sonucu 1975 1990 arası yaşanmış korkunç iç savaş.
lübnanın , filistinli göçmenlere izin vermesi sonucu, filistinliler misafir olduğu ülkede lübnanın kendi hristiyanlarına cihat etmeye başlamış. ondan sonra ülke tümüyle boka batmış.