bu yüzyılın en önemli şiir akımı olan Sürrealizm'in kurucularından birisi, fransa'nın en ünlü ozanlarındandır. cemal süreyya* , orhan veli kanık* ve tahsin saraç* tarafından türkçeye çevrilmiş şiirleri mevcuttur.
mutlu aşk yoktur'la tanınır; ahmet necdet ve gertrude durusoy'un çevirdiği ve aragon'un şiirlerinden derlenmiş bir kitaptır bu. aragon'un bu şiiri genel olarak her çağda ve koşulda mutlu aşkın imkansızlığını anlatmaz, sevgilisi elsa'yla ikinci dünya savaşı'nın korkuç yıkım yıllarında bunun imkansızlığıdır söylemek istediği. epeyi feyz alınan bir şiirdir ki aşk iki kişiliktir (ataol behramoğlu) ve aşk tek kişiliktir (yılmaz odabaşı) gibi şiirlere esin kaynağı olmuştur. livaneli'nin ada albümündeki yalnız insan adlı şarkı da aragon'un bu şiirinden bestelenmiştir.
birakip gittin beni bütün kapilarda
bütün çöllerde tek basima kodun
safakta arayip ögle vakti yitirdigim
vardigim hiç bir yerde deildin
sensiz bir odanin sahrasini nasil anlatsam
hiçbir seyin seni andirmadigi bir pazar kalabaligini
denizde dalgakirandan da bos boslugunu bir günün
seslenip de senden cevap alamadigim sessizligi
birakip gittin beni kalarak oldugun yerde hareketsiz
her yerde birakip gittin beni gözlerinle
düslerin yüregiyle birakip gittin beni
yarim kalmis bir cümle gibi birakip gittin
düsen hep ben oldum en küçük kimildanisinda senden
basini çevirdigin için agladigimi görmedin hiç
bana bakip görmedigin için
ben yokken içini çektigin için
bir zaman dadaist, bir zaman sürrealist ve en sonunda toplumcu gerçekçi olmuş fransız şair, romancı, deneme yazarı. eşi elsa triolet'e olan büyük sevgisini elsa ya şiirler kitabında ve diğer şiir kitaplarında görürüz. kendisi aynı zamanda bir komünisttir ve sanat dalında komünist partinin sözcülüğünü de üstlenmiştir. büyük bir şairdir, büyük bir insandır. aşktan bahsederken de, vatan sevgisinden bahsederken de aynı sıcaklığı duyarsınız dizelerinde; ikiyüzlü değildir.
sana büyük bir sır söyleyeceğim zaman sensin
zaman kadındır ister ki
hep okşansın diz çökülsün hep
çözülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
bir taranmış bir upuzun saç gibi zaman
soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
ah bu daha beter işkence hiç giderilmemiş istekten
bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
daha beter seni kaçak seni yabancı bilmekten
aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
tanrım ne kadar ağırdır sözcükler asıl demek istediğim bu
hazzın ötesinde sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün sevgim
sen ki benim saat-şakağımda vurursun
boğulurum soluk alıp veremem
tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
sana büyük bir sır söyleyeceğim
her söz dudağımda bir dilenen zavallı
acınacak bir şey ellerin için kararan bir şey bakışının altında
işte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakça kalp kristali
kaba konuşmamdan gücenme benim
bu konuşma ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
sana büyük bir sır söyleyeceğim bilmem ben
sana benzeyen zamandan söz açmayı
bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
tıpkı uzun bir süre garda
el sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
sana büyük bir sır söyleyeceğim korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
sana büyük bir sır söyleyeceğim kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşama katlanmam
sevgilim
Hiçbir şey elinde değildir insanın:
Ne gücü, ne güçsüzlüğü, ne de yüreği.
Açtığını sansa da kollarını, gölgesi bir haçtır onun.
Paramparça olur avucunda sımsıkı tuttuğu mutluluk.
Bir garip, bir acılı boşluktur günleri.
Mutlu aşk yoktur.
Bir başka kader için giydirilmiş
Silahsız askerlere benzer hayatı.
Çaresiz, kararsız kaldıktan sonra akşamları,
Neye yarar ki sabahları erkenden uyanmaları.
Söyle bunları bir tanem, tut gözyaşlarını.
Mutlu aşk yoktur.
Güzelim, sevgilim, kanayan yaram benim.
Yaralı bir kuş gibi taşırım yüreğimde seni.
Ve onlar bakarlar bilmeksizin, geçerken biz,
Tekrarlayıp ardımdan benim ördüğüm sözleri:
Ve apansız ölürler iri gözlerin için
Mutlu aşk yoktur.
Vakit yok artık öğrenmeye hayatı.
Ağlasın birlikte yüreklerimiz gün ışıyıncaya dek.
Küçümencik bir şarkı için bile nice mutsuzluk gerek.
Bir ürperişi bile nice pişmanlıkla ödemek.
Bir ezgi için bile nice gözyaşları dökmek
Mutlu aşk yoktur.
Hüsranla bitmeyen aşk yoktur.
Yara açmayan aşk yoktur kalpte.
iz bırakmayan aşk yoktur insanda.
Ve tıpkı senin gibidir vatan aşkı da.
Gözyaşlarına boğulmayan aşk yoktur.
Mutlu aşk yoktur.
ikimizin aşkıdır bu gene de.
dus gorursun kocaman
acilmis gozlerinle
bilmem ne gecer acaba
hayalinden, senin onunden
kralligindir senin o kapisi yok
o bana gecis izni olmayan ulke. *
Nâzım, senden bana ilk 1934'te söz ettiler, sen hapisteydin, o zaman bir şeyler yazabildim. Dostluğumuz otuz yıl sürmedi. Ne kadar az, otuz yıl. 1950'de, bizler, yani Türk halkı ile dünyanın her köşesindeki şairler seni hapisten kurtardığımız zaman, bir on dört temmuz günü dosdoğru hayatın içine daldın. Ama bu yıl, sabırsızlığından, temmuzu bekleyemedin... Hapisane dışında on üç yıl, ya da buna yakın bir şey, kırk sekizinden altmış birine dek, güzel bir yaşam bu. On üç yıl, çok şey. Hapisane dışında öldün, bu da çok şey.*
Geçtiğimiz yüzyıl Fransa'sında, neredeyse bütün siyasal, sanatsal ve yazınsal olaylar içinde yer almış olan Aragon'un, gerçeküstü şiir anlayışından Elsa dönemine kadar uzanan süreçte, şiir serüveninde gözlemlenen çok yönlü evrilme ve gelişim, bize aslında Elsa şairinin temel duyarlık ipuçlarını alt perdeden de olsa verir. Özellikle gerçeküstücü dönem ve bu dönemin hemen sonrasındaki Marksist öğreti doğrultusunda topluma seslenen şiirlerindeki yapı, imge ve eğretilemeleri her ne kadar bir 'aşk şairi'ninkinden uzak olsa da şairin bu her iki edebi anlayış alanında şiirine süreklilik kazandıramaması Elsa'nın gelişini müjdeler gibidir. Sürrealist şiirin açmazları, siyasal angajman döneminin tutarsızlıkları Aragon'un şiirsel dil arayışını iyiden iyiye bir çıkmaza sokmuştur... Ve Elsa'nın bedeni ve gözleriyle görünmesinin ardından Aragon, şiirine artık siyasal ya da bir alt bilinç işlevi değil; 'Aşk'ın işlevini yükleyecektir.**
her "off lan, var mı benim gibi seven, bağrım yanıyor, nasıl bir acı bu böyle ölesim var laaaynn!" dediğimde daha kitabını açar açmaz boyumun ölçüsünü elime veren saf sevginin ete kemiğe bürünmüş hali. bahsi geçen kitap için (bkz: elsa)
her aragon bir fransa,
her fransa bir elsa...
her karacaoğlan bir zülüf bulur,
her ressam bir tuval, her kış bir ayaz, her kitap bir okur, her şarap bir adam bulur kendine;
yeter ki şarap, şarap olsun, içen çıkar... *