türkiye'den gidilmeden önce, internetten araştırma yaparken iklimine de bakılması gereken şehir. aksi taktirde, mont ve benzeri giyim eşyalarına para verilebilir.
en belalı yeri de moosaayyt'dır. *
iki uc haftada bir festival duzenlenen sehir. yol calismalari istanbul dakinden beter hale gelmis, yol calismasi icin kapatilan bir yol bir aydan once acilmiyor.
ingilizin neredeyse bulunmadigi sehir. her yer hintli, polonyali ve turk dolu.
london eye adlı dönmedolaptan kuşbakışı görülebilecek olan, rüya şehir.
london eye a kesinlikle binin, güneşli bir gün hydepark ta götü devirip uyuyun. thames cruiselara katılın, big ben e göre saat ayarlayın. covent gardenı mutlaka ama mutlaka gezin. eylül başında yapılan nothing hill festivalini izleyin. metrosunda kaybolun. national galery yi, natural history museum u, The British Museum u , Tower of London ı ,Madame Tussaud's u , St Paul's Cathedral ı , london dungeon ı gezin, gece klüplerine gidin.
gezmekle, görmekle bitmeyecek muhteşem bir şehir. eğer öğrenci olarak ingiltereye gidiyorsanız oxford, brighton, bournemouth ile birlikte ilk tercihlerinizden birisi olması gereken şehirdir. ulaşımı, kalacak yerleri, yemesi içmesi feci pahalıdır ama birçok dükkanda eleman aranıyor yazısı görürsünüz. yani iyi kötü bir iş bulmak ve haftalık 200 siterlin civarı kazanmak mümkündür.
genç insan ne yapıp ne edip bir süre yaşamalı bu ülkede bu şehirde. hayatınızın geri kalanını, hayata bakışınızı feci halde etkiliyor bu şehir.
fare sevmeyenlerin uzak durmasi gereken sehir. hayir ofiste ne isi vardir ki bir farenin? patron ise aldi da bize mi haber vermedi? hep de ayni yerden kacarken goruyorum ben bagirarak ziplarken. bir de bizde sican olarak bilinenleri vardir ki, kedi mi diye bakarsiniz bahcede uyuz uyuz yuzunuze bakan o igrenc seye. soylemedi demeyin, gelecekseniz fareleri sevmeyi ogrenin!
sabah evden ciktiginizda sokagin basinda yerde upuzun yatan bir tilki olusu gorebilirsiniz agzindan kan akmis vaziyette mesela. kimbilir ayni tilki bir gece evvel ben bahce kapisini actigimda bizim bahcedeydi belki de!
bu kadar kalabalik bir sehirde bu tilkiler, bu her agacin tepesinde yasayan en az bir sincap ailesi nasil oluyor da bu kadar birbirlerine degmeden yasayip, gidiyorlar? bizde sehirleri isgal eden insanlar, dogal hayati mi katlediyorlar acaba coktukleri yerlerde? halbuki nasil da mumkun yasamak icice!
angel denilen bolgede etraftaki isyerlerine musteri cekmek amaciyla cevreyi temiz ve guzel yapalim programi dahilinde belediyenin kaldirimlarini gul suyu ile yikadigi sehir. ilk duydugumda panik olmustum, etraf gul suyu kokacak, migrenim azacak diye ama bereket kokusu cabuk ucup, gidiyormus!
Cennetin ve cehennemin içiçe olduğu şehir.Gidenin sevmediği,dönenin özlediği ,tarihin raks ettiği, her köşesi görülesi, geceleri siren seslerinden uyumanın zor olduğu, eğlencenin ayyuka çıktığı, ingiliz hariç her milletin cirit attığı, hacney, harringey ve enfield civarlarında gece dolaşmanın fazlasıyla sakıncalı olduğu;yine de güzel yine de cazibeli yine de yaşanılası bir şehir.Gidipte londra metrosuna hayran kalmadan gelen de görmedim ayrıca.
Daha da iyi anlamak için kesinlikle "yalnızlığımın başkenti" şiiriyle can dündar.
bir türk için bu şehirde olabilecek en komik durumlardan biri bir nevi "ayrım çizgisi" denilebilecek noktada londra türk bölgesi ile londra nın geri kalanını ayıran kısımda gerçekleşir. mesela etrafta sürekli straight prohibited, one way, right turn prohibited gibi levhaları görürken, türk bölgesine girdiğinizce ilk çorbacının camında şu yazılıdır:
son yapilan aciklamaya gore 300e yakin dilin konusuldugu 60% oraninda yabancinin yasadigi super karizma ve super pahalli sehir. en buyuk ozelligi eglence hayatidir. kimse kimseye karismaz, kotu gozle bakmaz. eglence mekanlarinda istediginiz kisiyle konusabilirsiniz. istediginiz kiza/erkege yazabilirsiniz. kimse sizi terslemez, ukalalik yapmaz.
west end diye tabir edilen bolgelerde super luks eglence mekanlari vardir. herkes zipkin gibi giyinir gider. camden ve brixton bolgelerinde her turlu punk, fetish, rock tarzi eglence yerleri vardir. superdir. mekanda anadan dogma ciplak gezen, dans eden tipler bile vardir.
east end bolgesinde underground mekanlar vardir. ben pek gitmedim, biraz sakat geliyor gozume.
kisacasi herkes icin birsey vardir londra'da ve istediginizi yapmakta serbestsinizdir. toplum ne dusunur, komsu ne der, ailem ne dusunur gibi dertler yoktur londrada. nitekim bence kiyamet bu sehirde kopucaktir.
Kraliyet ailesini ve dilini pazarlayan ulkenin baskenti. Bir hafta gezip tozmak, muhtesem muzikaller dinlemek, muzeler gezmek icin harika bir mekan olmasina ragmen, yapilacak her sey tukenince hele bir de calisiliyorsa son derece bayik olacak sehir. Londra'da inanilmaz sayida restoran vardir, insan ister istemez "bu ingilizler evlerinde yemek pisirip yemezler mi" sorusunu icinden gecirir.
Londrali olmayan ingilizler londra'dan adeta korkarlar, mumkun oldugunca ugramak istemezler. Omurlerinde hic asyali gormemis ingilizler icin korkunc ve dehsetli bir yerdir, trafigi diger ingiliz sehirlerinde yasayanlar icin cozulmez bir kaostur. Saraylar ve muzeler disinda londra'nin londrali olmayan ingilizler acisindan hicbir cazibesi yoktur.
bir cok romanin arkada fon olarak kullanildiği sehirdir. kah ikinci dünya savasi bombardimanında metroya siginirsiniz kah şirket alım satiminda alavere dalavere karisirniz ama londra köprüsüyle big ben ile bu hayalleri izler ve esas basrolunu oynar.
büyük londra yanginindan sonra bugünkü sağ sapasağlam yapisina kavusmuş gerçek bir sehir hüviyetine kavusmustur. dogu yakasindaki 19. asirdaki insan manzaralarini - hep vitrin önü anlatilacak değil ya biraz da vitrin arkasi olacak- anlatan jack london'ın - allah allah tesadufe bak- ucurum insanlarını okumak büyük bir zevktir.
balık ve patates, pubta içilen sıcak bira ve mister brown miss brown'u ile - lucy atlamaya kalma peter adamin kicindan kan alir kan- karindesen jack'i ile bir alem sehirdir vesselam.
ne var bu şehirde: düzen, kurallar, tersten akan trafik, daracık caddeler, o dar caddelerde hayvan gibi otobüsü hiç bir yere çarpmadan sürebilen göçmen otobüs şoförleri. cuma'dan başlayıp, cumartesi sabahlarına kadar içen, barlarda dağıtan ingilizler. sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ellerinde biralarıyla amele pazarında iş bekleyen polonyalılar.
fish (wings) and chips'lerini otobüste büyük bir iştahla yiyen yemekleri bittiğinde parmaklarını bi güzel yalayıp kutuyu * da olduğu yere bırakan zenciler *. otobüste sesi dışarı vererek kulak siken bir şekilde gubidik gubidik müzikler dinleyen polonyalı ve karaipliler. telefonda bağıra bağıra konuşan şapşal ingiliz kızlar.
şehrin kenar mahallelerinde birbirinden dandik fish and chips dükkanlarına sahip somalililer, etyopyalılar. hackney, dalston, haringey gibi semtlerde kimi güzel kimi de boktan kürtlerin işlettiği kebap shop'lar. görüldüğü kadarıyla yüzde 80'ini türklerin (kürtlerin) işlettiği off-licence'lar.
iki de bir türk silahlı kuvvetleri*'ni protesto için london bridgeten bilmemne street'e kadar yürüyüş düzenleyen pkklılar. kürtlerin nevruz bayramı!!! nı kutlamak için gazetelere ilan veren ingiliz belediye başkanları.
sokaklarda (özellikle büyük metro girişlerinde ve belli başlı yerlerde) bedava dağıtılan london lite, the london paper, city am, city pm ve metro gazeteleri.
çift katlı kırmızı otobüsleri, minicab, comfortcab ve rickshaw'ları. eski ama şehrin neredeyse her tarafına uzanan bir kaç katlı metrosu.
zengin semtlerinde yalnız süt beyazı ve sarı saçlı insanları şehrin dışına gidildikçe zenci, japon, arap, koreli, bulgar, polonyalı, türk, paki, sudanlı şeklinde uzayıp giden göçmen skalasıyla.
bir acaip şehir bu londra.
yoksa soruyu şöyle mi sormamız gerekirdi: ne yok ki bu şehirde...
herseye ragmen guzel bir sehir, muzeleri parklari meydanlari kopruleriyle bambaska bir sehir. tek eksigi istanbul gibi bir bogazinin olmamasi. o da olsaydi zaten dunyanin en yasanasi sehri olabilirdi. tabi bir biraz gunes gorse hic fena olmaz.